"Tâifesinden çıkmış, milletinden ayrılmış, denizin dibine girmiş bir böceğin, bir yeşil yaprak rızık olarak ağzına verilmesini gören balıkçılar ağlamışlar; şa’şaa ile ilân etmişler." Bu balık hadisesi On Birinci Söz'de geçen müsbet felsefeye bir örnek mi?
Değerli Kardeşimiz;
Müspet felsefeyi şu şekilde anlayabiliriz: Din ile barışık olup kendi metotları ile dine hizmet eden felsefedir. Yani burada felsefenin dinden ayrıldığı nokta, amaç değil amaca hizmet eden vesilelerdir. Din, amacını vahiy ile ispat ederken, müspet felsefe aynı amacı felsefî yani akli metotlar ile ispat etmeye çalışıyor. Burada din ile felsefe amaçta müttefik iken, amacı ispatta kullanılan araçlarda ihtilaf içindeler. Vahyin amacı ispat etmekte kullandığı metot ve araçlar daha kısa, keskin ve anlaşılır iken, felsefenin metot ve araçları daha uzun, etkisiz ve karmaşıktır. Felsefe tabanlı ilm-i kelam buna örnek olarak gösterilebilir.
Kur’an ve kelam ilminin farkına Üstad Hazretleri şu şekilde işaret ediyor:
"Bazı Sözlerde ulema-i ilm-i kelâmın mesleğiyle, Kur’ân’dan alınan minhâc-ı hakikînin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki: Meselâ, bir su getirmek için, bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısım da her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir, tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyuları kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, zahmetsiz her bir yerde suyu buldukları gibi, aynen öyle de:"
"Ulema-i ilm-i kelâm, esbabı, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyetiyle kesip, sonra Vâcibü’l-Vücudun vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur’ân-ı Hakîmin minhâc-ı hakikîsi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir âyeti, birer asâ-yı Mûsâ gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor."
وَفِى كُلِّ شىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ düsturunu her şeye okutturuyor."
"Hem iman yalnız ilim ile değil; imanda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor. İlimle gelen mesâil-i imaniye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecâta göre ruh, kalb, sır, nefis ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa noksandır. İşte, Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin Râzî’ye bu noktayı ihtar ediyor."(1)
"On Üçüncü Sözde hikmet-i Kur'âniye ile hikmet-i felsefeyi muvazene bahsinde denilmiş olan meselenin meâli budur ki:"
"Felsefe-i insaniye, gayet harikulâde mucizât-ı kudret-i İlâhiyenin mucizât-ı rahmeti üstüne âdiyat perdesi çeker. O âdiyat altındaki vahdaniyet delillerini ve o harika nimetlerini görmüyor, göstermiyor. Fakat âdetten huruç etmiş hususî bazı cüz'iyâtı görür, ehemmiyet verir."(2)
"İşte, Kur'ân-ı Kerîmin ilim ve hikmet ve marifet-i İlâhiye cihetiyle servet ve gınâsı ve felsefenin ilim ve ibret ve marifet-i Sâni cihetindeki fakr ve iflâsını gör, ibret al!"
"İşte bu sırdandır ki, Kur'ân-ı Hakîm, nihayetsiz parlak, yüksek hakikatleri cami olduğundan, şiirin hayalâtından müstağnidir. Evet, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyanın i'caz derecesindeki kemâl-i nizam..."(3)
Bu cümleleri incelediğimizde, bahsedilen felsefenin müspet felsefe olmakla bereber Kur’an karşısında ne kadar aciz ve yetersiz kaldığı izah ediliyor. Zira menfi felsefe nadir de olsa hiçbir olaya dinin lehinde bakmıyor, bakamıyor. Ama bu paragraflarda nadir de olsa felsefenin din lehinde olduğu anlatılıyor. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, beşerin cüzi aklının mahsulü olan müspet felsefenin metotları ayetin yüksek beyan gücünün yanında çok kısır ve sönük kalıyor.
Dipnotlar:
(1) bk. Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas.
(2) bk. Emirdağ Lâhikası-II, (85. Mektup)
(3) bk. Sözler, On Üçüncü Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü