Tarikatte sekerat vaktinde şeytan iman çalmaya geldiğinde evliyanın manevi bir şekilde yardım edeceği söyleniyor. Nur talebelerinde sekerat nasıl olacak?
Değerli Kardeşimiz;
Risale-i Nur'lar, sadece ilim talim etmediği, aynı zamanda irşad vazifesini de yaptığını ifade eden aşağıdaki bölümü nazarlarınıza arz ediyoruz.
"Beş cüz'î misalle göstereceğiz ki, Sözler talim-i hakaik ettikleri gibi, irşad vazifesini de görüyorlar."
"Birinci misal: Ben kendim, on değil, yüz değil, binler defa müteaddit tecrübâtımla kanaatim gelmiş ki, Sözler ve Kur'ân'dan gelen nurlar, aklıma ders verdiği gibi, kalbime de İmân hâli telkin ediyor, ruhuma İmân zevki veriyor, ve hâkezâ... Hattâ, dünyevî işlerimde, keramet sahibi bir şeyhin bir müridi nasıl şeyhinden hâcâtına dair medet ve himmet bekliyor; ben de Kur'ân-ı Hakîmin kerametli esrarından o hâcâtımı beklerken, ümit etmediğim ve ummadığım bir tarzda bana çok defa hâsıl oluyor. Yalnız cüz'iyattan iki küçük misal:""Biri: On Altıncı Mektupta izahı ve tafsili geçen, Süleyman isminde bir misafirime, katran ağacı başında koca bir ekmek harika bir tarzda gösterilmiş. İki gün, ikimiz o hediye-i gaybîden yedik."
"İkinci misal: Gayet küçük ve lâtîf, bugünlerde vaki olan meseleyi söyleyeceğim. Şöyle ki:"
"Fecirden evvel hatırıma geldi ki, bir zâtın kalbine vesvese verecek bir tarzda tarafımdan sözler söylenilmişti. "Keşke," dedim, "onu görseydim, kalbindeki dağdağayı izale etseydim." Aynı dakikada, Nis'e gitmiş bir parça kitabım bana lâzımdı. "Keşke elime geçseydi" dedim."
"Sabah namazından sonra oturdum, baktım, aynı zat, o kitap parçası elinde olduğu hâlde içeri girdi.
"Ona dedim: "Senin elindeki nedir?"
"Dedi: "Bilmiyorum. Kapının önünde, Nis'ten gelmiş diye birisi bana verdi; ben de size getirdim."
"Fesübhânallah," dedim. "Böyle bir vakitte bu adamın evinden çıkıp gelmesi ve şu Sözün Nis'ten gelmesi hiç tesadüfe benzemiyor. Ve böyle bir adama şöyle bir parça kitabı aynı dakikada eline verip bana gönderen, elbette Kur'ân-ı Hakîmin himmetidir" diyerek, "Elhamdülillâh," dedim. "Benim en küçük, ehemmiyetsiz, hafî arzu-yu kalbimi bilen birisi, elbette bana merhamet ediyor, beni himaye ediyor. Öyleyse dünyanın minnetini beş paraya almam."
"İkinci Misal: Biraderzadem Merhum Abdurrahman, sekiz seneden beri benden ayrılıp dünyanın gaflet ve evhamlarına bulaştığı hâlde, şahsıma karşı haddimden çok fazla hüsn-ü zannı varmış. Bende olmayan ve elimden gelmeyen himmeti istiyor ve medet bekliyordu. Kur'ân-ı Hakîmin himmeti imdadına yetişti, haşre dair olan Onuncu Sözü vefatından üç ay evvel eline yetiştirdi. O Söz, onu mânevî kirlerinden ve evham ve gafletten temizlemekle beraber, adeta mertebe-i velâyete çıkmış gibi, vefatından evvel yazdığı mektubunda üç zâhir keramet izhar etmiş. Yirmi Yedinci Mektubun fıkraları içinde derc edilmiş; müracaat olunsun."
"Üçüncü Misal: Burdurlu Hasan Efendi isminde ehl-i kalb bir âhiret kardeşim ve talebem vardı. Bana karşı haddimden çok fazla hüsn-ü zan ederek, büyük bir velîden himmet beklemek gibi, biçare benden medet bekliyordu. Birden bire, hiç münasebet yokken, Otuz İkinci Sözü Burdur köylerinde oturan birisine mütalâa etmek üzere verdim. Sonra Hasan Efendi hatırıma geldi, dedim: "şayet Burdur'a gidersen Hasan Efendiye ver, beş altı gün mütalâa etsin."
"O adam gitmiş, doğrudan doğruya Hasan Efendiye vermiş. Hasan Efendinin eceli otuz kırk gün kalmıştı. Gayet susamış bir adamın âb-ı kevser gibi tatlı suya rast gelirken yapışması gibi, öyle de Otuz İkinci Söze yapışmış. Mütemadiyen mütalâa yapa yapa ve tefeyyüz ede ede, hususan Üçüncü Mevkıfındaki muhabbetullah bahsinde tamamıyla derdine devâ bulmuş. Ve bir kutb-u âzamdan beklediği feyzi onda bulmuş. Sağlam olarak camie gitmiş, namaz kılmış, orada ruhunu Rahmân'a teslim eylemiş. (Rh.) "
"Dördüncü Misal: Hulûsi Beyin Yirmi Yedinci Mektuptaki fıkralarının şehadetiyle, en mühim ve müessir tarikat olan Nakşî tarikatinden ziyade himmet ve medet, feyiz ve nuru, esrar-ı Kur'âniyenin tercümanı olan Nurlu Sözlerde bulmuştur."
"Beşinci Misal: Kardeşim Abdülmecid, biraderzadem Abdurrahman'ın (rahmetullahi aleyh) vefatı üzerine ve daha sair elîm ahvâlât içinde bir perişaniyet hissetmişti. Hem, elimden gelmeyen mânevî himmet ve medet bekliyordu. Ben onunla muhabere etmiyordum. Birden bire, mühim birkaç Sözü ona gönderdim. O da mütalâa ettikten sonra yazıyor ki:"
"Elhamdü lillâh, kurtuldum. Çıldıracaktım. Bu Sözlerin herbiri birer mürşid hükmüne geçti. Çendan bir mürşidden ayrıldım, fakat çok mürşidleri birden buldum, kurtuldum" diye yazıyordu. Ben baktım ki, hakikaten Abdülmecid güzel bir mesleğe girip o eski vaziyetlerinden kurtulmuş."
"Daha bu beş misal gibi pek çok misaller var. Onlar gösteriyorlar ki, ulûm-u imaniye, hususan doğrudan doğruya ihtiyaca binaen ve yaralarına devâen Kur'ân-ı Hakîmin esrarından mânevî ilâçlar alınsa ve tecrübe edilse, elbette o ulûm-u imaniye ve o edviye-i ruhaniye, ihtiyacını hissedenlere ve ciddî ihlâs ile istimal edenlere yeter, kâfi gelir. Onları satan ve gösteren eczacı ve dellâl ne hâlde bulunursa bulunsun, âdi olsun, müflis olsun, zengin olsun, makam sahibi olsun, hizmetkâr olsun, çok fark yoktur."
"Evet, güneş varken mumların ışığı altına girmeye ihtiyaç yok. Madem güneşi gösteriyorum; benden mum ışığı-bahusus bende bulunmazsa-istemek mânâsızdır, lüzumsuzdur. Belki onların bana dua ile, mânevî yardımla, hattâ himmetle muavenet etmeleri lâzımdır. Ve ben onlardan istimdat etmem ve medet istemem benim hakkımdır. Onlar, Nurlardan aldıkları feyze kanaat etmek, onların üstünde haktır." (1)
(1) bk. Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Birinci Risale.
Konuyla alakalı olarak tıklayınız:
- Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Yirmi Yedinci Mektubun Lahikasından.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü