Tevhid ve vahdet nazarı ile varlığa ve hâdiselere bakmanın neticesi nedir? Sırr-ı Vahdet insana neler kazandırır?
Değerli Kardeşimiz;
Üstad Hazretleri bu İkinci Şua’da şöyle buyurur;
“Tevhid ve vahdette cemâl-i İlâhî ve kemâl-i Rabbanî tezahür eder.”
Buradaki tevhid; “birleştirmek, birlikte nazara almak” mânasınadır. Yani, bir varlığı veya bir hâdiseyi tek olarak düşünmek yerine, aynı mahiyetteki bütün varlıkları ve hâdiseleri birlikte düşündüğümüzde “cemâl-i İlâhî ve kemâl-i Rabbanî” daha açık ve daha şa’şaalı olarak görünür. Buna üç ayrı misal verilmiştir; “rızık, şifa ve hidayet.”
Rızık, Cenâb-ı Hakk’ın varlığına su gibi açık görülen bir delildir. Cansız elementler ve şuursuz sebepler eliyle canlılara takdim edilen Rabbanî sofralar, Rahmân ve Rezzak olan bir Zât’ın varlığını açıkça göstermektedir. Bir buçuk milyonu aşkın canlı türlerinin bütün fertleri birlikte nazara alındığında bu hakikat çok daha şa’şaalı olarak kendini bütün akıllara kabul ettirir.
İkinci Şua; bütün varlık âlemine ve mahlûkata tevhid nazarıyla baktırmaktadır. Eşyaya, varlıklara ve hâdiselere tek tek bakan kişi, resmin tamamını görmediği için, tevhid nazarıyla bakamaz.
Mesela, Allah'ın rezzakiyetinin tam idrak edilmesi; yeryüzündeki bütün mahlûkatın nasıl rızıklandırıldığını tefekkür etmekle mümkündür. Sadece bir kedinin veya bir kuşun rızıklanmasına bakılarak rezzakiyet tam anlaşılmaz; tabiat, tesadüf ve esbab gibi hırsızlar devreye girebilir.
İkinci misal; olarak şifa üzerinde duruluyor. Bütün hastalıklara yeryüzü eczanesinde gerekli devaların yaratılmış olması Şâfi olan Allah’ın varlığına ayrı bir delildir. Ama bu delil, su deliline göre biraz daha perdelidir.
Üçüncü delil ise, hidayettir. Mideleri rızıklarla doyuran, hastalıklara devalar veren Allah, kalpleri de iman ve hidayetle tatmin etmekte, yaralı ruhları iman ve İslâmiyet ile tedavi etmektedir. Hiçbir fiil failsiz olamayacağına göre, insanlara doğru yolu gösterme fiili de Hâdi olan Allah’ın varlığına ayrı bir delildir. Ancak, bu delil diğer iki delile göre çok daha perdelidir.
İman ve hidayet, insanın iradesi ile kabul ettikten sonra, Allah tarafından kalbe indirilen bir nurdur.
İnsan imanın nuru sayesinde, bütün âlemlerde üzerinde tecelli eden, Allah’ın isim ve sıfatlarının nakışlarını okur ve kâinatın sırlarını keşfeder. Tıpkı karanlık bir mahzende ışıkların yanması ile karanlığın zail olup eşyanın görülmesi gibi, insan da iman ve hidayet nuru ile karanlıktan kurtulur.
"İman hem nurdur, hem kuvvettir.” (23.Söz)
Nur kelimesi, “tenvir eden, nurlandıran, ışıklandıran” demektir. İnsan ve kâinat kitabı ancak iman nuruyla okunur.
İnanmayan insan küfür karanlığında kalmıştır. Ne kendini okuyabilir, ne de kâinatı. Her âzasının, her hücresinin ve her duygusunun ayrı birer mu’cize olduklarını hiç düşünmez. Sadece onları dünyanın geçici menfaatlerinde ve zevklerinde kullanmakla iktifa eder. Düşünmeden yaşar veya yaşıyorum zanneder.
İman nuruyla kendini okuyan insan büyük bir şeref kazanmıştır. Bu bahtiyar insan kendi varlığı konusunda şöyle düşünür: "Ben Allah’ın eseriyim. Hayatım O’nun Muhyi isminin tecellisi, şeklim, sûretim O’nun Musavvir isminin tecellisi, her organımın ve her hücremin faydalarla dolu olması O’nun Alîm ve Hakîm isimlerinin tecellileri. Ve ben varlığımda tecelli eden her bir İlâhî isimle ayrı bir rahmete mazhar olmakta ve ayrı bir şeref kazanmaktayım. Bunların her biri için ayrı bir şükür borcum vardır."
Allah’a iman etmekle böyle bir üstünlüğe ulaşan kişi, “Rabbine nasıl şükür ve ibâdet edeceği, neleri konuşup neleri söylemekten kaçınacağı, neye bakıp neye bakmayacağı” gibi nice suallerinin cevabını da imanın diğer iki rüknünde, yâni kitaplara ve peygamberlere imanda bulur. İşlerini, hareketlerini, düşüncelerini ve ahlâkını Kur’âna göre tanzim etmeye ve bu konuda yegâne rehber olan Allah Resulüne (asm.) mutlak mânada itaat etmeye başlar. Böylece iman şerefine, salih amel ve güzel ahlâkı da ilave etmiş olur.
İman nur olduğu gibi, ilim de nurdur, ibadet de nurdur, güzel ahlâkın her bir şubesi de ayrı bir nurdur.
Hülasa; kâinattaki hâdiselere ve eşyaya tevhid ve iman nazarı ile bakılmazsa, her şey basitleşir, kıymetsiz bir vaziyete girer. Orada Allah’ın muazzam ikram ve ihsan mânası, âdi ve sıradan bir şeye dönüşür. Ama tevhid ve iman gözlüğü ile bakılırsa, Allah’ın sonsuz ikram ve ihsanları parlar, nihayetsiz bir şükre kapı açar.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü