Üçüncü gruptaki, a. “Enaniyeti bırakmayan ve asara dalan ve yalnız istidlali ile hakikate giden”, b. “İlim ve hikmetle ve akıl ve marifetle hakikati arayan”, c. “İman ve Kur’an ile fakr ve ubudiyetle hakikate çabuk giden” taifeleri nasıl anlamalıyız?
Değerli Kardeşimiz;
a. Birinci tasnifte yer alan “ehl-i fikir”le bu grubun yakın alakası vardır. Ancak, burada “enaniyeti bırakmayan” şeklinde ehemmiyetli bir kayıt konulmuştur.
İkinci tasnifin birinci grubunda “cismani cihazat” ifadesiyle enfüsî tefekkür ön plana alınmışken, burada “âsara dalan” ifadesiyle afakî tefekkür öne geçmiştir.
On Dokuzuncu Söz’de, “Rabbimizi bize tarif eder üç büyük küllî muarrif” olduğu beyan edilerek, bu muarriflerin; “kâinat kitabı, Resulullah Efendimiz (asm.) ve Kur’ân-ı Kerîm” olduğu ifade edilir. Buradaki, “enaniyeti bırakmayan” ifadesiyle, sadece kâinat kitabını inceleyen, bunu da şahsi fikriyle yapıp ikinci ve üçüncü muarrifleri hiç nazara almayan kişilere işaret edilmektedir.
b. Bu grubun birinciden en ehemmiyetli farkı, hakikati sadece kendi akıllarıyla bulma yoluna gitmeyip ilim ve hikmet ehli olanların görüşlerinden de faydalanmaları, onların marifet bilgileri üzerinde de düşünmeleri ve böylece kazandıkları marifetle hakikati aramalarıdır.
c. Bütün hakikatler Cenâb-ı Hakk’ın Hak ismine dayanır. Daha önce de naklettiğimiz gibi, “Hakikî hakaik-i eşya esma-i ilahiyedir.” O hâlde, hakikati bulmanın en kısa ve en sağlam yolu, iman etmek ve Kur’ana talebe olmaktır.
Fakr kelimesi, burada şöyle bir manayı hatırlatıyor: Melekler talim-i esma imtihanında şöyle demişlerdi:
"Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki sen, ilmi ve hikmeti her şeyi kuşatan Alîm (ve) Hakîmsin." (Bakara, 2/32)
Melekler şahsi ilim noktasında fakir olmakla birlikte, Allah’ın kendilerine bildirdikleri kadarıyla da âlim olduklarını böylece ifade etmişlerdi.
İşte fakr ve ubudiyet yoluna giren bir mü’min de maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarını ancak Allah’ın ihsan ettiğini bilir. Kâinatın ve insanın yaratılış hikmetinden, Rabbine karşı yapması gereken vazifelerine, “cennete layık bir kıymet almak” için kesbetmesi gereken sermaye ve cihazata kadar her şeyi de ancak Allah’ın bildirmesiyle bilebileceğini idrak eder. Vahiyden nasipsiz bir aklın bu konularda bir şey söylemeye takati olmadığını bilir. Bu noktadaki fakrını idrak ederek, ubudiyeti takınır ve hakikat yoluna girmiş olur.Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü