"Üçüncü menba olan tecellî-i ehadiyet: Yani, Sâni-i Zülcelâl, cisim ve cismanî olmadığı için, zaman ve mekân Onu kayıt altına alamaz..." Konunun tamamını izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
“Üçüncü menba’ olan tecelli-i ehadiyet: Yani, Sâni-i Zülcelâl, cisim ve cismanî olmadığı için, zaman ve mekân Onu kayıt altına alamaz. Ve kevn ve mekân, Onun şuhûduna ve huzuruna müdahale edemez. Ve vesâit ve ecram, Onun fiiline perde çekemez. Teveccühünde tecezzî ve inkısam olmaz. Bir şey bir şeye mâni olmaz. Hadsiz ef'âli, bir fiil gibi yapar. Onun içindir ki, bir çekirdekte koca bir ağacı mânen derc ettiği gibi, bir âlemi bir tek fertte derc edebilir. Bütün âlem, bir tek fert gibi dest-i kudretinde çevrilir. Şu sırrı başka Sözlerde izah ettiğimiz gibi, deriz ki:
Nasıl ki nuraniyet itibarıyla bir derece kayıtsız olan güneşin timsali her bir cilalı, parlak şeyde temessül eder. Binlerle, milyonlarla âyineler nuruna mukàbil gelse, birtek âyine gibi, inkısam etmeden, bizzat her birinde cilve-i misaliyesi bulunur. Eğer âyinenin istidadı olsa, güneş, azametiyle onda âsârını gösterebilir. Bir şey bir şeye mâni olamaz. Binler, bir gibi ve binler yere bir yer gibi kolay girer. Her bir yer, binler yer kadar o güneşin cilvesine mazhar olur.”
Allah’ın bir ismi Nur ve bütün esmâsı nuranîdir. Maddî eşya için söz konusu olan zaman, mekân, uzak, yakın gibi mefhumlar Cenab-ı Hak için söz konusu olamaz. O bütün zamanlarda, bütün varlıkları birlikte yaratır, sonsuz ve muhit sıfatlarıyla her şeyin yanında hazır ve nazırdır; bizzat her şeyi birlikte sevk ve idare eder.
“Teveccühünde tecezzî ve inkısam olmaz.” Yani binler işe birlikte teveccüh edebilir ve kudretinde hiçbir azalma, bölünme, parçalanma olmaksızın her şeyi o sonsuz kudretiyle yaratır.
Teveccüh, burada, Allah’ın bütün mahlûkatı ile teker teker alâkadar olması ve her birinin tedbir ve idaresini görmesidir.
Üstad hazretleri Mesnevî-i Nuriye’de “Vâcibü'l-vücud zatında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi ef'alinde de benzemiyor” buyururlar. İnsan birkaç işi birlikte yapamaz. Zira, iradesi cüz’îdir, yani iradesi bir anda ancak bir şeye taalluk edebilir. İrade olmaksızın da kudret bir iş görmez; dolayısıyla insanın kudreti de iradesi gibi cüz’îdir; bir anda ancak bir şeye taalluk eder.
Yine insan bir yükü kaldırdığında onun için belli bir kuvvet sarf eder, yük arttıkça gücünde ve kuvvetinde azalma olur ve bir noktadan sonra artık yeni bir yükü yüklenemez hale gelir. Bu ise onun kudretinin sınırlı olmasından ve inkısam ettiğindendir. İnsan kudretinin inkısamı şu mânaya gelir: Bir insan hafif bir yüke kuvvetinin az bir kısmını sarf eder, ağır yüke ise daha çok kuvvet harcar.
Allah, büyük bir şeyi yarattığı zaman ona fazla bir kuvvet sarf etmediği gibi, küçük bir şeyi yarattığında da az bir kuvvet sarf etmez. Büyüğü de küçüğü de aynı sonsuz kudretiyle yaratır. Ancak, güneş her aynaya onun kabiliyetine göre ziya verdiği gibi, İlâhî kudret de eşyanın mahiyetine göre az veya çok tecelli eder. Tecellinin azı ve çoğu, büyüğü ve küçüğü olur, ama onların kaynağı olan kudret için böyle bir şey düşünülemez, büyük-küçük fark etmez. Çiçeğe de aynı sonsuz kudretiyle teveccüh eder yıldıza da.
Ehadiyet Allah’ın Zât’ının bir olması demektir. Üstad hazretleri besmelenin ikinci sırrında vahidiyetle ehadiyetin farkını güneş misaliyle bizlere ders veriyor. Mâna olarak arz edeceğim:
Güneşin ziyası, harareti ve yedi rengi mukabilindeki bütün eşyayı ihata etmiştir. Bu ihata vahidiyete misaldir. Allah’ın sonsuz kudreti ve sair sıfatları da bütün eşyayı ihata etmiştir.
Güneşin her bir su katresini aydınlatması yanında o tecellilerde onun zatından bir cilvenin de bulunması ehadiyete misaldir. Güneş bütün eşyayı aydınlatırken bir su damlasına yahut küçük bir cam parçasına da tecelli eder, varlığını ve sıfatlarını onlarda da gösterir. “Binlerle, milyonlarla âyineler nuruna mukàbil gelse,birtek âyine gibi, inkısam etmeden, bizzat her birinde cilve-i misaliyesi bulunur.” İşte, Cenab-ı Hak da sonsuz sıfatlarıyla bütün mahlûkat âlemini ihata etmekle birlikte her bir mahlûkuna da bizzat hususî bir teveccühü vardır. Her bir mahlûkuna da kuvvet verir, hayat verir, sûret verir, ziynet verir, görme ve işitme verir. Tabiri caizse her bir varlığıyla hususî alâkadar olur. Rezzak ismini misal alalım: Allah, Rezzak ismini, meselâ bir kuşta tecelli ettirmekle onu rızıklandırdığı gibi bütün canlıları da rızıklandırır. Birincisi ehadiyete, ikincisi vahidiyete misaldir.
Kelam sıfatından da bir misal verelim. Cenab-ı Hak bu sıfatıyla bütün meleklere ilham ettiği gibi, Hz. Cebrail’e de hitap eder ve onunla peygamberlere vahiy gönderir. Bütün meleklerle konuşması vahidiyet cihetiyle, Hz. Cebrail ile hususî kelam etmesi ise ehadiyet cihetiyledir. Kudrette tecezzi olmadığı gibi, bu kelamlarda da tecezzi ve inkısam söz konusu değildir. Yani güneşin her parlak şeyde birlikte görünmesi ve hepsini beraberce aydınlatması, ısıtması gibi Cenab-ı Hak da meleklerin ve nuranî kalplerin tümüyle birlikte kelam edebilir. İnsanların konuşmalarında olduğu gibi bir inkısam, bir sıra söz konusu değildir.
hülasa olarak bu Menba’da şu hakikat ders veriliyor:
Cenab-ı Hak mekândan münezzeh olmakla birlikte ilmiyle, kudretiyle ve sair esmâ ve sıfatlarıyla her varlığın yanındadır. O, her varlığın yanında olunca bütün varlıkların bütün işlerini birlikte ve sonsuz bir kolaylıkla görür.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü