Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerine Risalelerin ilham yoluyla yazdırıldığı söyleniyor. İlham yalnızca o kişiye has bir hüccet, sened değil midir? Herkes için aynı hükümler söz konusu mudur?
Değerli Kardeşimiz;
Nur risaleleri, Kur'anın bir tefsiridir. Kur'anı tefsir eden zatlara "müfessir" adı verilir. Müfessir olabilmek, yani "Allah burada bunu murad etmiştir" diyebilmek elbette kolay ulaşılabilen bir seviye değildir.
Her şeyden önce müfessir, Arapçayı belagatıyla beraber iyi bilmeli, vahyin lisanına vakıf olmalıdır. Ayrıca, dinin asıllarını (usulü'd-din), ayetlerin iniş sebeblerini (esbab-ı nüzul), ayetlerin nasih ve mensuhunu, bilmeli, Kur'an'ın ilk müfessiri olan Hz. Peygamber (a.s.m.)'in hadislerine aşina olmalıdır. Bütün bunların yanında "İlm-i mevhibe" denilen Cenab-ı Hak'tan hususi bir idrak nimetine mazhar kılınmalıdır. Nasıl ki, fen bilimcileri tabiatın sırlarını araştırırken, bunların içinden bazılarına ilham parıltıları görünür. Bunlar, başkalarının göremediğini görür, sezemediğini sezer, insanlığa yeni bir keşfin izharına sebep olurlar.
Onun gibi ilhama mazhar müfessirler, başka müfessirlere nisbetle ayetlere daha derinlemesine nüfuzla o mana okyanusundan o güne kadar ins ve cinnin dokunmadığı inci misal manaları takdim ederler.
Nur risalelerini incelediğimizde, Bediüzzaman'ın ilhama mazhar olduğunu söyleyebiliriz. Ama bütün risaleler ilham eseri değildir. Şöyle ki:
Risale-i Nur'un bazı kısımları nakildir. Yani ya hadis kitaplarından veya başka kaynaklardan nakillerde bulunmaktadır. Ama bir kısım meseleleri ise nakil olmayıp doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerim'den istihraçtır. Bediüzzaman Birinci Şua'da Risale-i Nur'un ekseriyet itibariyle ilham değil de Kur'an'ın feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünuhat ve istihracat olduğunu söyler. Sözgelimi Birinci Söz veya Otuzuncu Söz Kur'an'da var olan engin manaların bir açılımından ibarettir. Bu manalar, şu veya bu kitaptan birer alıntı değildir.
İlham ile istihraç arasında şöyle bir ayrım düşünülebilir: İlhamda muhatabın iradesi çok da söz konusu olmayabilir. Ama istihraçta iradi bir yönelim söz konusudur. Mesela, yerin üzerinde ıslaklığı görüp, o mekânın altında bir su kaynağı olduğunu sezmek ve orayı kazıp bu su menbaını göstermek istihraca girer. Ama hiçbir ıslaklık görmeden "buranın altında su var" deyip haber vermek ilhamla olur.
İlave bilgi için tıklayınız:
Kalbe Gelen İlhamlar Nasıldır?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"İmam-ı Rabbani hazretleri, (İlham dinde senet değildir. Sözünde mazur sayılır. Söyleyen evliya ise, sadece söyleyeni bağlar, başkalarını bağlamaz) buyuruyor. Kim olursa olsun, evliya da olsa, başka bir kimse de olsa, ilhamla söylediği sözler dinde asla senet olamaz. Bunlarla amel edilemez." Bir grubun Üstat hakkında böyle sözlerine denk geldim. İlham dinde senet olamaz mı? Okudukları kaynaklarda sıkıntı var mı? Ya da İslam ehlinin böyle kestirip atması doğru mu? Veya bunlar ehli bida mı, yanlış yoldalar mı?
İlham şerait ve fıkıhta bir delil olarak kabul edilmez bu Ehli Sünnetin kabul ettiği genel bir prensiptir. İlhamın şeriat ve fıkıhta delil olarak kabul edilmemesi ilhamı önemsiz, değersiz ve geçersiz kılmaz.
İlham insanların şahsi ve kalbi aleminde bir kanaat bir yakin oluşturmada etkili ve tesirli bir yol olabilir ama bütün ümmeti bağlayan bir kanun bir emir ya da yasak kapsamında değerlendirilemez. Öyle olsa herkes dinde bir söz sahibi olur ve ortada ilham ve insan sayısınca dini telakkiler oluşur ki bu kaos ve muammaya sebebiyet verir.
Edille-i şeriyye Kur’an, Sünnet, icma ve kıyas olmak üzere dört olarak kabul edilmiştir. İlham sadece bu dört delili ispat, muvafakat, teyit ve takviyede kullanılabilir. İlham bu dört delile aykırı ise reddedilir ve bir değer olarak kabul görmez. Yani ilham ile gelen bilgi şeriatın denetimindedir şayet bu bilgi şeriata aykırı ise reddedilir uygun ise bir teyit delili olarak kabul edilir.
İlhamı bütünü ile reddetmek doğru olmadığı gibi ilhamı ayet ve hadislerle denk bir bilgi edinme yolu olarak görmekte doğru değildir. İlham ayet ve hadisleri teyit ve takviye eden değerli ve kuvvetli bir yoldur.
Risale-i Nur ihtar ve ilham ile telif edilmiş şeriatı teyit ve takviye eden aynı zamanda içinde mantık, temsil ve teşbih barındıran kuvvetli ve kati bir delildir. Dava değil dava içinde bir bürhandır.