Üstad Bediüzzaman Said Nursi, kendini insanüstü bir varlık olarak mı görüyor?
Değerli Kardeşimiz;
Bediüzzaman, Kur'ân'î bir terbiye ile, kendini âciz bir kul olarak görmekteydi. Ama yazmış olduğu Risalelerin kıymetini ifâde noktasında kullandığı bazı cümleler, bazılarınca medîh gibi anlaşılmıştır. Hâlbuki Nur Risalelerine bir bütün olarak bakıldığında, O'nun engin tevâzuu hemen fark edilecektir. Mesela:
"Aziz kardeşlerim! Üstadınız lâyuhtî değil. O'nu hatasız zannetmek hatadır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kıymetten düşürtmez. Hasenenin on sayılmasıyla, seyyienin bir sayılmak sırrıyla insaf odur ki: Bir seyyie, bir hata görünse de, sâir hasenata karşı kalbi bulandırıp itiraz etmemektir..."
"Biliniz, kardeşlerim ve ders arkadaşlarım! Benim hatamı gördüğünüz vakit serbestçe bana söyleseniz mesrur olacağım. Hattâ başıma vursanız, Allah razı olsun diyeceğim. Hakk'ın hatırını muhafaza için başka hatırlara bakılmaz. Nefs-i emmârenin enâniyeti hesabına, Hakk'ın hatırı olan bilmediğim bir hakikatı müdâfaa değil, âlerre'si vel'âyn kabul ederim."(1)
Kastamonu Lâhikasın'da ise şöyle der:
"Ey Risale-i Nur'un kıymetdar talebeleri ve benden daha bahtiyar ve fedakâr kardeşlerim! Şahsiyetim itibâriyle sizin ziyâde hüsn-ü zannınız belki size zarar vermez. Fakat sizin gibi hakikatbîn zâtlar vazifeye, hizmete bakıp, o noktada bakmalısınız. Perde açılsa, benim baştan aşağıya kadar kusurat ile âlûde mâhiyetim, benden kaçmağa bir vesile olur. Sizi kardeşliğimden kaçırmamak, pişman etmemek için, şahsiyetime karşı haddimin pek fevkinde tasavvur ettiğiniz makamlara irtibatınızı bağlamayınız. Ben size nisbeten kardeşim, mürşidlik haddim değil. Üstad da değilim, belki ders arkadaşıyım. Ben sizin, kusuratıma karşı şefkatkârane dua ve himmetlerinize muhtacım. Benden himmet beklemeniz değil, bana himmet etmenize istihkakım var. Cenab-ı Hakk'ın ihsan ve keremiyle sizlerle gayet kudsî ve gayet ehemmiyetli ve gayet kıymetdar ve her ehl-i imana menfaatli bir hizmette, taksim-ül mesaî kaidesiyle iştirak etmişiz. Tesanüdümüzden hasıl olan bir şahs-ı manevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşadı bize kâfidir."(2)
Keza şöyle der:
"İnsan kusurlardan, nisyandan, sehivden hâli değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, Risalelerde hatalar da olmuş.”(3)
Bu vesileyle bazı noktalara dikkat çekmekte yarar görüyoruz:
1. Peygamber Efendimiz (asv) masum olmakla beraber, Kur'ânda kendisine "Günahın için istiğfâr et" emri verilir. (Muhammed, 47/19) Bundan murat, "Ümmetin için istiğfar et" manası olabilir. Veya daha evlâ olanı terketme durumu olmuşsa bir hatırlatmadır. Veya Peygamber Efendimiz (asv.) dâima terakki ettiği cihetle eski hali için bir istiğfardır. Peygamber Efendimiz (asv) bu emre uyarak günde yetmiş defa, yüz defa istiğfÂr etmekteydi.
2. "Hasenatul ebrar, seyyiâtul mukarrebin" denilir. Yani iyi insanlar için hasene sayılan durumlar, üst düzey kimseler için seyyie sayılır. Tüm derslerde on üzerinden on alan bir öğrenci faraza yedi aldığında gerçekten üzülür. Halbuki aynı sınıfta nice öğrenci yedi alsa sevinçten uçacaktır.
3. Ehl-i Sünnet, peygamberler dışında kimseye masumluk vermez. Prensip olarak, "Beşer şaşar." Üstad da bu kuralın dışında değildir. Kendi ifâdesiyle, "Üstadınız lâyuhtî değil. Onu hatasız zannetmek hatadır."
Hatta Peygamber'lerin bile "Zelle" tabir edilen bazı, "Hakka tam isâbet edememeleri" söz konusudur. Peygamber Efendimiz'in (asv) Tebük seferine katılmak istemeyenlere izin vermesi âyette uygun bulunmamış,
"Allah seni affetsin, niye onlara izin verdin? Tâ ki sadık olanlar sana tebeyyün etseydi ve yalancıları bilseydin." (Tevbe, 9/43)
denilmiştir. (Bu âyet, enbiyanın da ictihâdının câiz olduğuna delâlet eder. Buradaki itâb, efdâli terkten dolayıdır)
Bediüzzamanın engin bir tevâzu ile söylediği bu ifâdelerden hareketle, "Acaba Risalelerde hatalar mı var?" diye şüphelenmek yerine "objektif olmak" dersi almak lazımdır.
Dipnotlar:
(1) bk. Barla Lahikası, (131. Mektup)
(2) bk.Kastamonu Lahikası, (58. Mektup)
(3) bk. a.g.e. (111. Mektup)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Hasenatul ebrar, seyyiâtul mukarrebin" denilir. Diyelim ki öyle, Hz. MUHAMMED o zaman diğer peygamberlere göre mukarreb hükmünde, onlar Hz. Muhammed 'e nazaran Ebrar hükmünde kalır. Sanki Ebrar ve mukarrebin kendi içlerinde ve birbirlerine göre göreceli kavramlar diye anladım.Yani en büyük peygamber diğerlerine göre mukarreb iken bu durumda diğer peygamberler Ebrar olur, diğer peygamberler sahabelere göre mukarrebin iken, sahabeler peygamberlere göre Ebrar olur. Sahabeler mukarrebin iken, evliyalar Ebrar olur.
Ben böyle anladım, yanlışım var mı?
Bununla birlikte bu iki kavramın için TASAVVUF kavramları olduğunu söylüyor bazı ilahiyatçılar. Bu doğru mudur?
Allah razı olsun