Üstad Risalelerde hangi tarikati savunmuştur? Rabıta olayına, hatme-i hacegana nasıl bakıyor? İbadet olarak icad edilen her şey bidat ise Üstad yanlışı mı savunmuş oluyor?
Değerli Kardeşimiz;
Öncelikle Risale-i Nur mesleği, tarikat ve tasavvuf değildir. Hak ve ehlisünnet dairesinde olan bütün tarikat ve meşrepleri de Üstad savunmuştur. Onlara gelen haksız hücum ve saldırılara karşı gayet ikna ve ispat edici delillerle karşı koymuştur. Aynı zamanda tarikatın İslam alemine kazandırdığı menfaat ve faydalarını tespit ettiği gibi, bir takım su-i istimalleri de, yanlış hal ve durumları da ikaz edip düzeltmiştir.
Mektubat adlı eserin Yirmi Dokuzuncu Mektubun Dokuzuncu Kısmında Telvihat-ı Tis’a namındaki risalede tasavvuf ve tarikat konusu gayet güzel işlenmiştir Orayı mütalaa etmek faydalı olur.
Hazreti Peygamberin (sav) Hazreti Ebu Bekir’e, öyle bir telkini, sahih kaynaklarda geçmiyor. Ama büyük tarikat ve tasavvuf erbabı, bu manayı, yani hafi veya cehri gibi zikir tarz ve usullerini Kur'an ve hadislerden, ehlisünnetin kurallarına uygun olarak tahric etmişlerdir. Yani, yorum olarak anlamışlardır. Bu da İslam aleminde kabul görmüş ve çok hayırlara vesile olmuştur.
Birtakım tarikat ehli, zikirlere teşvik ve kuvvet olsun diye Hazreti Ebu Bekir’e nispet etmişlerdir.
Rabıtayı ise, ehli tarikat, müstakbeli, yani gelecekte olacak şeyleri, gelmiş gibi farz edip ona göre nefsin uzun emelleri ve kötü arzularını kırıp terbiye etmek için kullanmışlardır.
Mesela, kendini ölmüş gibi düşünüp, kendini farazi ve hayali olarak musalla taşında yıkanıyor, kefene sarılmış, tabuta konulmuş, mezara taşınıyor diye nefsin dünyaya olan irtibatını kesmeye çalışıyorlar. Hatta işi daha ileri götüren bir kısım sufiler, mezar kazıp, içinde yaşamaya kadar gitmişlerdir.
Bu tarz hayali ve farazi rabıta-i mevt, Risale-i Nur'da şu şekilde tarif edilmiştir;
“… farazî ve hayalî suretinde yapmaya mecbur değiliz. Hem meslek-i hakikate uygun gelmiyor. Belki, âkıbeti düşünmek suretinde müstakbeli zaman-ı hazıra getirmek değil, belki hakikat noktasında zaman-ı hazırdan istikbale fikren gitmek, nazaran bakmaktır. Evet, hiç hayale, faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacının başındaki tek meyvesi olan kendi cenazesine bakabilir. Onunla yalnız kendi şahsının mevtini gördüğü gibi, bir parça öbür tarafa gitse asrının ölümünü de görür; daha bir parça öbür tarafa gitse dünyanın ölümünü de müşahede eder, ihlâs-ı etemme yol açar.”(1)
Bid’at: Kamil ve en son halini almış İslam dinine, sonradan bir şey eklemek ya da beğenmediği hükümleri kaldırıp yerine yenisini monte etmek, ya da, fazla bulup eksiltmek anlamına gelir. Daha çok, İslam'ın ibadet kısmına bakar. Buradan da Allah ve Rasulü'nün gönderdiği ve getirdiği hükümleri beğenmemek manası çıkıyor. Onun için, "her bidat dalalettir, dalalette ateştir." diye buyurulmuştur. Kur’an'dan ve hadisten çıkardığı yorumlarla, İslam’ın ibadet anlayışına ve ruhuna uygun olarak yapılan zikir, vird, dua, gibi şeyler bid’at sınıfına dahil değildir.
Mesala, Şah-ı Nakşibend hazretleri Kur’an'dan ve hadislerden şeriatın usulune uygun virdler çıkarması ve onu müridlerine telkin ve tavsiye etmesi bidat sınıfına girmez. Çünkü Kur’an'da çok mutlak bırakılmış, yani hududu çizilmemiş ibadetleri ayet emrediyor. Bunlar farzların dışında, miktarı ve tarzı belirtilmemiş mutlak emirler olunca, ehil olan tarikat şahları oradan kendi meslek ve meşrebine uygun zikir ve virdleri çıkarmışlardır. Benzer uygulamalar, sahabelerde de görülmüştür Hazreti Osman’ın Kur’an'ın muhtelif ibarelerini cem ile yaptığı münacat gibi. Onun için, tarikat ve tasavvuf ve onların kendilerine ait zikir ve vird tarzları Ehli Sünnet alimlerince hoş karşılanmıştır. Muhalif olan bazı bid’at gruplarının fikirleri önemsizdir. Bidatı ikiye ayırıp, bidat-ı hasene ve bidat-ı seyyie diyenler de tasavvuf ve tarikatları, hasen, yani güzel sınıfından değerlendirmişlerdir. Kur'an'ın içinden usulu şeriata uygun olarak çıkarılan her şey Kurandandır.Üstad bazı misallerde hatme-i Nakşiye de diyerek güzel örnekler içinde onu misal olarak vermiştir bu da nasıl baktığına bir işarettir.
(1) bk. Lem'alar, Yirmi Birinci Lem'a.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Aziz kardeşim Peygamber efendimizin(sas) iki yönü vardır. Biri velayet, diğeri nübüvvettir. Nübüvvet yönü, bütün ümmeti ve insanlığı bağlayan ve sorumlu tutan yönüdür. Burada, her kanun ve prensip, Kuran ve sünnetle tesbit edilir. Ve zahiren her müslülmana bakar.
Bu açıdan bakarsak, Hz.Ebubekirin böyle bir ahvali rivayetlerde geçmiyor. Bu noktadan delil de bulamayız. Ama Peygamberimizin ikinci yönü olan velayet yönü ise, her asra ve döneme bakar ve o dönemle husisi olarak alakadardır. Bu yüzden bahsi geçen Mevlana Halidi Bağdadi Hazretlerinin tahrici, yani çıkarımı, hak ve doğrudur. Ama husisi ve dar daireye bakar. Ümmete hüccet olamaz. Ümmet, nübüvvet yönü ile alakadardır. Ve o yönü ile hüccettir. O zaman, bir velinin kalbine gelen bir ilham ümmete hüccet olacak olsa karmaşa çıkar, kaos oluşur. Herkes indi görüşüne yönelir. Ortada sistamatik bir şeriat kalmaz.
Manevi alemde, Hz Ebubekir, o zatlara ders ve telkin vermiş olabilir. Ama şeriata konu olup delil olamaz. Yoksa, biz o yüksek zatların manevi almde yaptığı keşif ve terakkilere bir şey demiyoruz. Haşa, haddimize de değil. Ama, umumi şeriat ile hususi ilhamı iltibas etmemek gerekir. ilham, şeriata tabi bir cüzdür.
Onun dışında, çok farklı meslek ve meşrepler vardır. Hatta onu inkar edip, kabul etmeyen alimler bile çıkmışlar. Kalkıp da, bu husisi ilhamı ona hüccet yapamazsın, o zaman der: Buhari ve müslimin neresinde geçer. Onlar kaziyeyi makbule nevinden delillerdir nazarıyla bakabiliriz Yoksa kati hüccet sayılmazlar.
üstada tasavvuf ve tarikat sistemini müdafaa ederken 12 tarikattan bir tanesini esas alır geri kalanına kenara bırakmış değildir üstat burada bu geleneği yani tarzı metodu usulü müdafaa etmiş.
o zaman envar-ı Nuri müdafaa eden ve neşreden tarikat usulü olduğu için telvihat-ı tis'a risalesini neşretmiş. çünkü bol manevi Pınar kapanırsa İslamiyet'e göre büyük bir ziyan olur düşüncesiyle.
nitekim eserin yazıldığı döneme bakıldığında tarikatlar aleyhine ve İslami hizmetler aleyhine büyük bir hücüm yapılmış ve tekke zaviye kapatılmış olduğu bir dönem