Üstad Risalelerde "vahdetu’l-vücud" meselesini de nazara veriyor ve mühim bir mevzu olarak izah ediyor. Fakat günümüzde, ehl-i tasavvufta bu meşrebi sarihan tatbik edenleri göremiyoruz. Üstad Hazretleri bu meselenin üzerinde neden ehemmiyetle durmuş?
Değerli Kardeşimiz;
Evvela, Üstad'ın altı bin küsur sayfalık tefsirinde, beş on sayfa ile vahdetu’l-vücud mesleğinden bahsetmesi, çok sayılmaz. Bu ilmî açıdan gayet normaldir; tâbilerinin bu zamanda olmaması, ondan bahsetmemesini gerektirmez.
Üstad'ın vahdetu’l-vücud mesleğini izah etmesinin birkaç sebebine işaret edelim:
Birinci Sebeb: Bazı müfrit bid’at gruplarının, Muhyiddin Arabî Hazretlerine haksız ve yersiz tenkitlerine ve saldırılarına hatta işi tekfire kadar götüren bazı ifratçılara cevap vermek içindir.
İkinci Sebeb: Bu mesleğin eksik ve mahzurlu cihetlerini göstererek, bu zaman insanlarını hem muhafaza etmek, hem de bu hususta tenvir etmek için izah edilmiştir.
Üstad Hazretleri şöyle buyurur:
“O meşreb, daire-i esbabdan geçip, terk-i mâsiva sırrıyla, mümkinattan alâkasını kesen ehass-ı havassın istiğrak-ı mutlak hâletinde mazhar olduğu salih bir meşrebdir. Şu meşrebi esbab içinde boğulanların ve dünyaya aşık olanların ve felsefe-i maddiye ile tabiata saplananların nazarına ilmî bir sûrette telkin etmek, tabiat ve maddede onları boğdurmaktır ve hakikat-ı İslâmiyyeden uzaklaştırmaktır.”(1)
Hani bazı ilaçlar vardır, üzerine not düşülmüştür; “Çocukların ulaşamayacağı yerlerde muhafaza ediniz.” diye... Bu meşrep de o nevden sayılabilir. Kullanmanın şartı, “ehass-ı havas” olmak. Yani hasların hası olmak. Velayetin en ileri derecelerinde bulunmak. Onlara da her zaman tavsiye edilmiyor. İstiğrak-ı mutlak hâlinde geçerli. Yâni tevhid denizinde tam gark olup, o deryada boğulup, Allah’dan gayrı ne varsa hepsinden alâkayı kestikleri zaman “lâ mevcude illâ hu” diyebiliyorlar. Denizden çıkınca, akılları o mânevî sarhoşluktan kurtulunca onlar için de bu sözü söylemek doğru olmuyor, zaten söylemiyorlar da.
Bir diğer reçete de o mümtaz zevatı pervasızca tenkide cür’et edenlere haddini bildiriyor: “Ehass-ı havasın mazhar olduğu salih bir meşreb” ifadesiyle...
Her iklimin meyvesi ayrıdır. Bu asrın ikliminde bu meyve yetişmez. O halde vahdet-i vücudu bu zamanın insanlarıyla ilmî bir atmosferde tartışmanın manası yoktur. Zira ancak aklın sahasına giren meseleleri ilmen tartışabilirsiniz. Zevkleri nasıl tartışacaksınız. Hele o zevk, tartışmacıların hiçbirinde yoksa...
Üçüncü Sebep: İlmî bir tesbit ile Risale-i Nur'un ne denli mükemmel bir meslek olduğunu mukayese etmek için bu meslekten bahis açmıştır. Risale-i Nur'un birkaç yerinde bu mukayese yapılıyor.
Dördüncü Sebep: Felsefedeki panteizm fikri ile arasındaki farkı izah etmek içindir. Malum bu meslek varlığı birlemek temelindedir. İbn-i Arabî varlığı Allah’ta birlerken, maddeci olan panteizm varlığı madde lehinde birliyor. Yani biri Allah için kâinatı inkâr ederken, diğeri kâinat için Allah’ı inkâr ediyor. Günümüzde bu ikisini aynı derecede görüp kafası karışan birçok İlahiyatçı var.
Beşinci Sebep: Lafız darlığından dolayı beyan edilemeyen, hâlî olan bu makamı Üstad gayet güzel temsiller ile akla yaklaştırıp, bizi vahdet-i vücut hakkında aydınlatıyor. Şayet Üstad bizi bu hususta aydınlatmamış olsa idi, İbn-i Arabî ve vahdet-i vücut hakkında suizanda bulunacak, belki biz de bid’at ehli gibi onları inkâr edecektik.
1) bk. Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Dokuzuncu Kısım.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü