Üstad velayet makamından bahsediyor mu; tam olarak ne demektir? Bu makam Kur'an ve sünnete uyuyor mu; bu makama nasıl çıkılır?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Tarihte makbul olan alim ve evliyaların keşfetmiş olduğu bütün meslekler ve bu mesleklere ait hakikat ve disiplinlerin hepsi, köken ve kaynak olarak Kur’an ve sünnete dayanmaktadır. Üstad Hazretleri bu hususa şu şekilde işaret ediyor:

"CENÂB-I HAKKA vâsıl olacak tarikler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur'ân'dan alınmıştır. Fakat tarikatlerin bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarikler içinde, kàsır fehmimle Kur'ân'dan istifade ettiğim 'acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür' tarikidir."(1)

Eşyanın farklılığı Allah’ın isimlerinin farklılığından ileri geliyor. Mesela İbn-i Arabi de Vücut ve Vahid isimleri hükmederken Hazreti Mevlana da Vedud ismi hükmediyor. Bu da mesleklerin farklılaşmasına neden oluyor. Müslümanların hak dairesi içinde muhtelif mezhep ve mesleklere ayrılmasının kökeninde, Allah’ın isimlerinin farklı mana ve hükümle tecelli etmesi yatmaktadır. Bu inceliği anlayamayan bazıları bu ihtilafları husumet telakki ediyorlar.

Seyrü sülûk, tasavvuf büyüklerinin belirlemiş olduğu bir takım usuller ve yollarla uzun ve meşakkatli bir zaman ve müddetten sonra, kalbin olgunlaşıp Allah'a teveccüh etmesi ve marifet kazanmasıdır. Yani kalbin velayet kazanıp Allah'a yaklaşmasıdır. Kırk gün ve kırk yıl tabirleri bu mücadele ve ruhani seyrin zorluğuna ve meşakkatine bir işarettir.

Lakin velayet ve marifetullahı kazanmak ve zahirden hakikate geçmek iki tarz ve iki usul ile oluyor; biri akrabiyet diğeri ise kurbiyettir. Bu metot ve terbiye şekillerinin izahını Üstad Hazretleri şöyle ifade ediyor:

"İKİNCİ VECİH: Sahâbelerin kurbiyet-i İlâhiye noktasındaki makamlarına velâyet ayağıyla yetişilmez. Çünkü Cenâb-ı Hak bize akrebdir ve her şeyden daha ziyade yakındır; biz ise Ondan nihayetsiz uzağız. Onun kurbiyetini kazanmak iki suretle olur:"

"Birisi: Akrebiyetin inkişafıyladır ki, nübüvvetteki kurbiyet ona bakar ve nübüvvet veraseti ve sohbeti cihetiyle Sahâbeler o sırra mazhardırlar."

"İkinci suret: Bu'diyetimiz noktasında kat-ı merâtip edip bir derece kurbiyete müşerref olmaktır ki, ekser seyr ü sülûk-u velâyet ona göre ve seyr-i enfüsî ve seyr-i âfâkî bu suretle cereyan ediyor."

"İşte, birinci suret sırf vehbîdir, kisbî değil. İncizabdır, cezb-i Rahmânîdir ve mahbubiyettir. Yol kısadır, fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok hâlistir ve gölgesizdir. Diğeri kisbîdir, uzundur, gölgelidir. Acaip harikaları çok ise de, kıymetçe, kurbiyetçe evvelkisine yetişemez."

"Meselâ, nasıl ki dünkü güne bugün yetişmek için iki yol var: Birincisi, zamanın cereyanına tâbi olmayarak, bir kuvvet-i kudsiye ile, fevkazzaman çıkıp, dünü bugün gibi hazır görmektir. İkincisi, bir sene kat-ı mesafe edip, dönüp dolaşıp düne gelmektir. Fakat yine dünü elde tutamıyor; onu bırakıp gidiyor."

"Öyle de, zâhirden hakikate geçmek iki suretledir: Biri, doğrudan doğruya hakikatin incizabına kapılıp, tarikat berzahına girmeden, hakikati ayn-ı zâhir içinde bulmaktır. İkincisi, çok merâtipten seyr ü sülûk suretiyle geçmektir. Ehl-i velâyet, çendan fenâ-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmâreyi öldürürler; yine Sahâbeye yetişemiyorlar. Çünkü Sahâbelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden, nefsin mahiyetindeki cihâzât-ı kesire ile, ubudiyetin envâına ve şükür ve hamdin aksâmına daha ziyade mazhardırlar. Fenâ-i nefisten sonra ubudiyet-i evliya besâtet peydâ eder."(2)

Günümüz şartlarında eski zamanda uygulanan tasavvuf metotlarını uygulamak imkansız hale gelmiştir. Mesela bir devlet memurunun tasavvufa girip uzun ve meşakkatli riyazet ve çile ile iman hakikatlerine ulaşması pek mümkün görünmüyor. Bu zamanın ilcaat ve şartları tasavvufun değil vasıtalarının kullanılmasını çok güç hale getirmiştir. Üstad Hazretlerinin işaret ettiği ve "daha kısa bir yol buldum" dediği nokta bu vasıtalar cihetidir. Bu zamanın şartlarının ve gereklerinin başkalaşması ve zor bir şekle bürünmesinden dolayı, elbette Allah’ın bu zamanın şartlarına ve gereklerine uygun vasıtaları ve kolay metotları ihsan ve ikram etmesi şanındandır.

Diğer bir husus, bu zamanda İslam ilimlerini hakkı ile talim ve terbiye edecek kurum ve kuruluşlar olmadığı için, şahsi çabalar ile geçmiş ilimleri hazmederek talim etmek çok zor bir hale gelmiştir. Yani bu zamanda şahsi çabalar ile Sadı Taftazine'ye ulaşmak muhaldir.

Öyle ise bu zamanın evladına Allah’ın hususi bir şefkat ve tecellisi gerekir. Bundan dolayı bu zamanda iman ve akaid noktasında zamanın mühim bir alimi olmanın yolu vardır. Bu yol Risale-i Nurlar ile meşgul olmaktır. Üstad Hazretleri bu manaya şu ifadeler ile işaret ediyor:

"Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir."(3)

Yani sadece velayet noktasında değil, ilim noktasında da Allah bu zaman insanına şartlatın zorluğuna binaen bir kısa ve kolay yol ihsan etmiş. Bu zamanda Risale-i Nur'a hakiki talebe olan birisi, Abdulkadir Geylani Hazretlerine de hakiki bir mürit olmuş olur kanaatindeyiz. Üstad Hazretlerinin şu tespiti meseleyi tam manası ile izah etmektedir:

"İ'lem eyyühe'l-aziz! Tevfik-i İlâhî refiki olan adam, tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet, Kur'ân'dan, hakikat-i tarikati, tarikatsiz feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza, maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın isâl edici bir yol buldum. Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin şânındandır."(4)

Dipnotlar:

(1) bk. Sözler, Yirmi Altıncı Söz, Zeyl.

(2) bk. age., Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli.

(3) bk. Lem'alar, Yirmi Birinci Lem'a.

(4) bk. Mesnevî-i Nuriye, Onuncu Risale.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...