"Ve bir ifritin Hazret-i Süleyman'a 'Gözünü açıp yummazdan evvel Belkıs'ın tahtını getiririm' demesine işaret eden..." Kur'an'da ve Sözler'de alim birisi diye geçiyor, burada neden ifrit denilmiş? Tashih edilmesi gerekmez mi?
Değerli Kardeşimiz;
"Cinlerden mağrur ve iddiacı bir ifrit: 'Ben,' dedi, 'sen makamından kalkmadan, onu sana getiririm. Benim onu taşımaya gücüm yeter, hem de zayi etmeden güvenilir tarzda getirecek emin bir kimseyim.'”
"Ama nezdinde, kitaptan ilim olan bir zat da: 'Ben, sen gözünü açıp kapamadan onu getirebilirim.' der demez, Süleyman, Kıraliçenin tahtının yanı başında durduğunu görünce: 'Bu, Rabbimin lütuflarındandır. Bu şükür mü edeceğim, yoksa nankörlerden mi olacağım diye beni sınamak içindir. Şükreden sadece kendi lehine olarak şükreder. Nankörlük eden ise bilmelidir ki Rabbim onun şükründen müstağnidir, şükrüne ihtiyacı yoktur, ihsan ve keremi boldur.'" (Neml, 27/39-40)
"Ve bir ifritin Hazret-i Süleyman'a "Gözünü açıp yummazdan evvel Belkıs'ın tahtını getiririm" demesine işaret eden أَنَا اٰتِيكَ بِهِ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ ["Sen daha gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm." (Neml, 27/40)]. âyet-i kerimesi, pek uzak mesafelerden celb-i savt, suret vesaire gibi beşerin keşfettiği veya edeceği icâdâta nümûne ve me'hazdırlar."(1)
Buradaki ifrit ifadesi, teklifi yapan vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celbin de cinlerden bir cin olabileceğini akla getiriyor. Çünkü o dönemin teknik şartlarında ve ilmi yapısında bir insanın ilim ile o tahtı getirmesi kabil değildir. Açıkçası kitaptan ilmi olan zatın kim ve hangi cinsten bir varlık olduğu yoruma ve içtihada açıktır. Üstadımız o alimi ifrit olarak anlıyor olabilir. Dolayısı ile tashihlik bir durum söz konusu değildir.
Otuz Dokuzuncu ayetteki ifrit cinliğine güvenerek mağrur bir şekilde o ifadeyi kullanırken, ehli takva olan başka bir ifrit kerametle o tahtı celp etti de denilebilir. Tefsirlerdeki farklı mülahazalar bu konunun içtihada açık olduğunu gösteriyor şöyle ki:
Tahtı getiren kişi. Abdullah b. Mes'ud'a (Ö. 32/652) göre Hızır (a.s)'dır. (2)
İbn Abbas'a (Ö. 68/687) göre ise Süleyman (a.s)'ın veziri Asaf b. Berhıyâ (Harun el-Asefî) idi. Asaf, dosdoğru (sıddîk) bir kul olup, kendisi ile Yüce Allah'tan bir şey istenince verilen, dua edilince kabul olunan "Allah'ın en büyük ismi (ism-i azam)"ni biliyordu. Hz. Süleyman'ın bir mucizesi olarak veziri böyle bir keramet göstermişti.(3)
Hz. Âişe'den (Ö. 57/676) nakledilen şu hadis de bunu destekler:
"Asaf b. Berhıyâ'nın kendisi ile dua ettiği, Allah'ın en büyük ismi (ism-i a'zam), 'Yâ Hayy Yâ Kayyûm' (ey diri olan ve her şeyin kendisi ile ayakta durup varlığını sürdürdüğü Yüce Allah)" ifadeleridir." (4)
Fahreddîn Razî (Ö. 606/1210) tahtı getirenin bizzat Süleyman (a.s) olduğunu söylemiştir.
"Yanında kitaptan bir ilim bulunan kimse" ifadesi onun durumuna (Resul) uygun düşüyorsa da çoğunluk bilginler, bu kişinin bizzat Hz. Süleyman olmayıp, adamlarından birisinin olmasını ayetlerdeki ifade üslûbuna daha uygun düştüğünü söylemişlerdir. (5)
Dipnotlar:
(1) bk. İşaratü'l-İ'caz, Bakara Suresi, 31-33. Ayetlerin Tefrisi.
(2) bk. Alûsî, Rûhu'l-Meânî, X/203.
(3) bk. el-Kurtubî, a.g.e, XIII, 136; es-Sûyûti, ed-Dürrû'l-Mensûr, VI, 360; Elmalılı, a.g.e, VI, 142,143.
(4) bk. Tirmizî, Deavât, 64; İbn Mâce, Dua, 9; Dârimî, Fadâilü'l-Kur'ân, 14,15; A. b. Hanbel, VI, 461; el-Kurtubî, a.g.e. XIII. 136.
(5) bk. Fahru'r-Râzî, Mefatihu'l-Gayb, XXIV, 197,198; el-Kurtubî. a.g.e., XIII, 136; Elmalılı, a.g.e., VI, 143.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Esselamu aleyküm
Acaba bu isaratul icaz ve mesnevi nuriyenin tercümeleri üstadın tashihinden geçmiş mı çok merak ediyorum.
Çünkü biliyorsunuz Abdülmecid ağabey kelime kelime bir tercüme yapmamış. Bazı yerlerde izaha girişmiş. Bazı yerlerde asılda olmayan tabirler eklemiş. Tay ettiği yerler de mevcut bildiğim kadarıyla.
Ben arapcasina baktım hakikaten böyle bir ifade yok. Yani bu ifade üstadın ifadesi değil. Ama sonra detaylı bir tashih yapmış mı onu bilmiyorum. Bu haşa Abdülmecid ağabeyin ilmine dil uzatma cüretini göstermek demek değil . Hakikaten onun tercümelerini okurken üstadın ifadelerinden uslupca ayiramiyoruz. O denli akıcı bir üslubu var Lakin o da bir beşer olduğundan tercume ederken hata yapabilir. Bir örnek daha vereyim.
Şu mukavele ve mükâlemeden anlaşılıyor ki; iblisin enaniyeti, kibri, melaikeye sirayet etmiştir ve yaptıkları istifsara, bir taifenin itirazı da karışmıştır.
İşarat-ül İ'caz (Sözler N.) - 182
Veya tarihçei hayatı hazırlayan ağabeyler üstadın veladetine 1873 demesi. Bu tarz tashihe muhtaç hatalar olabilir kanaatindeyim. Bilmiyorum siz ne düşünürsünüz bu konuda
Abdülmecid ağabeyin tercümesi Üstadın tashihinden geçmiş ve genel bir kabule mazhar olmuştur.
OTUZUNCU MEKTUB
Matbu', Arabî "İşaratü'l-İ'caz Tefsiri"dir.
(Fihriste-i Mektubat)
Tevhide dair olup Risale-i Nur'daki Yirmiikinci Söz'ün esası ve bir cihette Arabçasıdır.
(Fihrist)
Mesnevi-i Nuriye - 260
Nur şakirdlerinin musırrane talebleri üzerine -ekserîsi Arabça bilmeyen o şakirdlerin istifadelerine medar olmak için- kısmen izahlı, kısmen kısa bir meali Üstadımız tarafından Türkçeye çevrilmiş ve Onyedinci Lem'a namıyla Onbeş Nota olarak Risale-i Nur Külliyatının Lem'alar kısmına ilhak edilmiştir.
(Fihrist)
Mesnevi-i Nuriye - 264
Bu risalenin Türkçesi, Risale-i Nur'daki Ondokuzuncu Söz'dedir.
(Fihrist)
Mesnevi-i Nuriye - 260
Kıymetli ağabeylerim.
Lütfen beni hali hazırda kabul görmüş fikirler içerisinde çığır açmaya çalışan biri olarak görmeyin. Niyetim asla bu değildir. Ben Risale-i Nur'u anlamaya çalışıyorum. Ve bu yüzden anlayışınıza sığınarak tekrar bu konuda danışmak istiyorum. Bazı yerlerde haddimi aştığımın da farkındayım Lutfen sabırla okuyun. Sizin bu konudaki görüşleriniz benim için çok değerli.
Yukarda fihrist risalesinden İktibas ettiğim yerlere dikkatle bakılırsa külliyata dahil olan risaleler Mesnevî-i Nuriye ve İsaratul icazin tercümeleri değil, bizzat eserlerin orijinal halleridir. Ben herhangi bir yerde tercüme yapıldıktan sonra asillariyla tebdil edildiğine dair herhangi bir emareye rastlamadım. Eğer varsa lütfen bildiriniz.
Gerçi evet üstadın tashihinden geçmiş, fakat eşref edibin yazdığı tarihçe-i Hayat da üstadın geçmiş ama külliyata dercedilmemiş. Külliyata dahil olan ve ağabeylerin hazırladığı tarihçe-i Hayat da üstadın tashihinden geçmiş ve ağabeyler üstadın tarihî veladetini miladi 1873 olarak yazmışlar. Risalelerin şair yerlerine bilhassa birinci şuadaki veladet tarihlerine muvafık düşmüyor bu tarih. Nitekim yayınevleri umumiyetle bu tarihi 1877-78 olarak değiştirmişler. Demek ki Risale-i Nurlarin şair yerleri de baz alınarak direk üstadın kaleminden çıkmayan bir ifadede sehiv olduğunu düşünmekte bir mahzur olmadığı kanaatindeyim.
Bu ifrit meselesinin de bariz bir şekilde bir sehiv var. Üstad Arapça orijinalinde sadece ilgili birkaç ayeti vermiş, tafsilata girmemiş. Ayetleri verdikten sonra asrimiza bakan teknolojik gelişmelere dair işaretlere değiniyor. Abdülmecid agabey tafsilat vermek isterken kanaatimce sehiv yapmış. ( Haddimi aştığımın farkındayım ama ilgili Kur'an ayetlerine ve 20. Sozdeki üstadın ifadelerine dayanıyorum) Bir önceki ayette "ifrit" ifadesi geçiyor. Sehvin ordan kaynaklandığını düşünmekteyim. Öbür türlüsü tekellüflü tevil gibi geliyor bana.
Eğer maslahata binaen, yani herkes arapça bilmediğinden tercümesi tercih edilir derseniz o zaman 29. Lemanin da arapcasini değil tercumesini koymamız lazım. Onun da Abdülmecid ağabeyin yaptığı tercümesi mevcut.
Umumi kabule mazhaz olması konusunun da meselemizi cerhetmediğini düşünüyorum. Şöyle ki;
Sizde takdir edersiniz ki bir eserin tercümesi aslının yerini asla tutamıyor. Hele bu Risale-i Nursa... Nitekim mezkur sehiv göz önünde. Zaten bazı noktaları tercüme etmediği de ortada.
Fihrist risalesinden tercümelerin külliyata dahil olmadığı net bir şekilde anlaşılıyor. Üstad Risale-i Nurların başka dillere bilhassa Arapçaya çevrilmesini istiyor. İşte sair milletler için Türkçe risalelerin o dillere tercümelerinin keyfiyeti neyse bu iki mezkur tercümelerinin keyfiyeti bizim için öyle olmalı diye düşünüyorum.. Haşa bunlar okunmaz gibi iftar bir fikirde değilim çok şükür. Demek istediğim şu ki; mümkün mertebe istifadeye çalışmalıyız, ama aslının yerine koymamak, aslını ihmal etmemek şartıyla.
Eserin aslı olmadığından dolayı da tıpkı tarihçe-i Hayattaki sehvin düzeltilmesi gibi bu iki risalede eğer bir sehiv tesbit edilirse tercumeyi rencide etmeden haşiye konularak düzeltme yapılabilir.
Sizin daima hakkın hatırını ali tuttuğunuzu ve kavli leyyini bir düstur tuttuğunuzu bildiğimden, bu hususları size danışmak istedim lütfen beni bu aydınlatın.
Tercüme hatası olabilir bunun ilmi heyet ve yayınevleri tarafından değerlendirlmesi daha yerinde olur.
Cinlerden bir kısmına "ifrit" deniliyor. Ragıb el-İsfehanî, ifritin, pis, çetin anlamına geldiğini söylemiştir. Yazır, bundan hareketle, Şeytan gibi insan hakkında da kullanıldığını, ifrit ve nifrit şeklinde ifade edildiğini kaydeder. İbn-i Kuteybe ise, “İfrit, yaratılışı kuvvetli, demektir." (1) Şibli ise, Ebu Amr b. Abdülberr’den naklen; “Lisanı iyi bilen kelam alimleri cinleri dereceler hâlinde zikrederler. Yalın olarak cin dediklerinde “Cinni” derler. İnsanlarla birlikte oturanını kastettiklerinde “âmir”, çoğulunda “ummar” derler.(2)
1) Yazır, Hak Dini, VI, 142.
(2) Şibli, Cinlerin Esrarı, s. 65.
İfritin bir anlamı da yaratılışı güçlü, kuvvetli ve becerikli demektir. Demek cinlerden birisi bu anlamda tahtı getirmiş olabilir. İfriti ille de şerir anlamında kullanmak gerekmiyor.
Otuz Dokuzuncu ayetteki ifrit cinliğine güvenerek mağrur bir şekilde geTirmesin de ki maksadı,
ileride müşrik yada kafir cinlerin bu gücünü köTü niyeTliler tarafindan kullanılabileceğini vurgular.
NiTekim ki TV, RADYO,İNTERNET Teknoloji şuan o ifriTlerin kullanılması ile mevcuTTur!
Diğer geTirme olayı ise Hizir aleyhisselam Tarafindandır ALLÂHÛALEM. Çünkü; cinlerin TahTı olduğu gibi geTirmeme durumu da söz konusu olabilir ve buda Süleyman aleyhisselamı zor durumda bırakabilirdi, ALLÂHÛALEM ☝️