"Yoksa büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir." Burada imanın olmaması meselesini izah eder misiniz, tahkiki iman mı kastediliyor?
Değerli Kardeşimiz;
“O imandan hissesi olmadığına delildir.” cümlesindeki “o iman” ibaresinde işaret edilen iman tahkiki ve kamil imandır. Yoksa imanın en alt birimi olan taklidi iman kast edilmiyor. Şayet taklidi iman kast edilmiş olsa Ehl-i sünnetin kebairi, yani büyük günahları işlemek imansızlıktan değildir, hükmüne ters olmuş olur. Bir insan bütün günahları serbestçe ve alenen de işlemiş olsa, inkar etmediği müddetçe imansız olmaz.
"Günahı serbest ve alenen işlemek" tabirlerinde şöyle bir nükte var: Günahı serbest ve alenen işleyen adamın iman ve hayası öyle bir dejenere olmuş ki adeta yok olma derecesine yaklaşmış, ama yok olmamış. Fakat imanın kemali ve güzelliğini namına hiçbir şeyi de hissedemiyor ve zevk edemiyor. Bu adamın imanı ne kadar var ve sahih de olsa çok tehlike ve risk içindedir, her an imanı kaybetmek ile yüz yüzedir.
Bu gibi muğlak ve müphem tabirleri Ehl-i sünnetin mizanı ve mihengi ile anlamak gerekiyor, kimse keyfine göre yorumlayamaz ve yorumlamamalıdır.
- Bilerek, isteyerek namaz kılmamak veya diğer farz ibadetlerini yerine getirmemek veya günah işlemek, baş kaldırma, isyan etme olarak düşünülebilir mi?
Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmemek, günah ve isyandır. Yalnız isyan ve başkaldırmanın gerekçeleri muhtelif olduğu için, hükümleri de ona göredir.
Mesela, bazıları Allah’ın emir ve yasaklarına iman ediyor, ama nefsini de tam ıslah edemediği için o emir ve yasakları hayatında yaşayamıyor. Bunlar günahkar müminler olup günahının cezasını çektikten sonra tekrar cennete girerler. Bu anlamdaki isyana günah ve fısk deniliyor ki bu kimseler müminler dairesindedirler. Bunların isyan ve günahı inkar ve kibirden değil, tembellik ve iman zafiyetinden dolayı olduğu için affı ve kurtuluşu mukadderdir.
Ama "her günah içinde küfre giden bir yol bulunmasından" dolayı, bu hayat tarzını yerleşik ve sürekli kılmamamız iktiza eder. Bir günah işlemiş olsak bile hemen bu günahın imha yoluna gidip tövbe ve istiğfar etmeliyiz. Günahlar kalbin beyaz ve temiz sayfasına vurulmuş kara ve kirli lekeler gibidir, temizlenmez ise, -Allah korusun- bir gün o temiz ve beyaz sayfa kirli ve kapkara bir şekle bürünür ve imanı o kalpten dışarı atabilir. Bu yüzden çok tövbe ve istiğfar edip, o günahlardan kendimizi takva zırhı ile muhafaza etmeliyiz.
Bazıları da Allah’ın emir ve yasaklarını küçümseyerek ya da inkâr ederek yaşamıyorlar. Mesela, "Modern çağda faiz yememek olur mu?" "Zekat da neymiş", "Bu çağda baş örtüsü gericiliktir.", gibi inkâr ve küfrü havi sözlerden dolayı ameli terk ediyorsa, bu kişi ehli küfür olup tövbe ve iman etmiyor ise, ebedi cehennemde kalır. Yani bu tarz isyan ve başkaldırılar küfürdür, neticesi ise ebedi ateştir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Öncelikle şunu ifade edelim içtihat müçtehit alimlerin işidir bizim gibi cahil ve mukallitler bu hususta söz sahibi olamazlar. Şayet İmam-ı Azam derecesinde bir içtihat ilminiz varsa ona bir şey diyemem. İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani, Said-i Nursi Hazretleri gibi müceddidler bile İmam- ı Şafi gibi müçtehitleri uymuşlarsa bizim haydi haydi uymamız icap eder.
Bu sebeple cehenneme götürecek fetvalardan sakınmalı bu hususta mutlak liyakat sahibi müçtehitlere kulak vermeliyiz. Malum piyasada müçtehitliğie soyunan sahte hocalar ilahiyatçılar çoklukla bulunuyor. Bunlara itibar etmemeliyiz bizim temel ölçümüz ümmetin ortak aklını temsil eden cumhur-u ulema ya da Ehlisünnetin görüşüdür. Kim olursa olsun bu ortak akla aykırı bir fikir beyan ediyorsa nazar-ı şeriatta merduttur.
Baş açmanın hiç bir mazereti bulunmuyor. Hizmet için baş açılabilir ya da bu alanda bayanlara ihtiyaç var gibi düşünceler ancak şeytanın sağdan yaklaşmasından başka bir şey değildir. Üstad bu zamanda laubalileri ruhsatla şımartmamak gerekir diyor. Kaldı ki baş açmak hiç bir şekilde ruhsat kapsamında değildir. Ancak ölüm tehlikesinde ve bir uzvun kaybedilme riskinde ruhsat olarak farzlar terk edilebilir denilmiştir.
Risale-i Nura talebe olmanın şartları bellidir kim bu şartları üzerinde barındırıyor ise o kimse inşallah Nur talebesidir.
Bu şartları Üstad Hazretleri şöyle beyan etmiş; Talebeliğin hâssası şudur ki: Yazılan Sözlere kendi malı gibi sahip olmalıdır. Kendisi telif etmiş ve yazmış nazarıyla bakıp neşrine ve ehil olanlara iblâğına çalışmaktır. Bunun yanında beş vakit namazı kılmak ve ardından tesbihatı yapmak ve büyük günahları işlememek talebeliği zaruri şartlardır. Bu şartları yaparsak inşallah Nur talebesi vasfını kazanırız.
Biz başı açıklar kesinlikle cehenneme gider demiyoruz onu Allah bilir. Çünkü insanların son durumu hakkında kimse kesin konuşamaz. Dindar ve takva sahibi birisi de kesin cennete gidecek diye bir kaide yok. Bu hususlar bize gaybidir.
Biz şahısları değil fikirleri ele alıyoruz. Malum şahsın güzel fikirleri olabileceği gibi hatalı düşünceleri de olabilir. Bu yüzden bir kişi hakkında peşinen ve toptan ya hatalı ya isabetli demek yanlış olur. Şayet kızlar zaruretten dolayı başı açık okur deniyorsa bu düşünde kime ait olursa olsun yanlış ve batıl bir düşüncedir.
Haramların helal olması ancak zaruret durumunda olur. Zaruret ise helaket durumunda meşru olur. Helaket ise ölüm ve bir uzvun kaybedilme riskidir. Yani bir hanım bacımız başını örttüğünde ölüm ya da bir uzvunu kaybetme riski ile karşı karşıya kalır ise o zaman ruhsat olarak başını açabilir. Hatta azimet açısından açmaz ise şehit olur. Öyle sudan sebepler ile haram helal olamaz. Verilen fetvanın arzimi semavi mi olduğuna bakmak lazım.
İşte, şu zamanda zaruret derecesine geçen ve insanları müptelâ eden, bir beliyye-i âmme suretine giren çok umurlar vardır ki, su-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüt ettiklerinden, ruhsatlı ahkâmlara medar olup haramı helâl etmeye medar olamazlar. Halbuki, şu zamanın ehl-i içtihadı, o zaruratı ahkâm-ı şer'iyeye medar yaptıklarından, içtihadları arziyedir, hevesîdir, felsefîdir; semâvî olamaz, şer'î değil. Halbuki, semâvat ve arzın Hâlıkının ahkâm-ı İlâhiyesinde tasarruf ve ibâdının ibâdâtına müdahale ve o Hâlıkın izn-i mânevîsi olmazsa, o tasarruf, o müdahale merduddur.Yirmi Yedinci Söz
Nurcu da olsa başkası da olsa şeriatın kuralları bellidir. Kim bu kuralları çiğnerse vebalini üzerine alır hesabını Allah görür. Allah dilerse azap eder dilerse affeder orasını biz bilemeyiz. Nurcuların bir ayrıcalığı bulunmuyor herkes helal ve harama dikkat etmesi gerekiyor.
Cevabınız beni tatmin etmedi. Zira üstad: "büyük günah işleyen" demiyor. Yani günah işlemeyi imansızlığa dahil etmiyor. "İşleyipte pişmanlık hissetmemek." Diyor. Yani eğer kişi pişmanlık dahi hissetmiyorsa imandan hissesi yoktur deniyor. İkisi farklı şeyler. Cevabınızı kontrol edip tashih ediniz.
Günah işleyip pişmanlık duymayanlara kafir dememeyi kafir demekten daha emniyetli ve daha ehven olarak görüyoruz. Kafir dememenin bir riski bulunmuyor ama kafir demenin çok büyük riski var. Karar sizin biz bu merkezde düşünüyoruz. Öyle kendinden emin bir şekilde bunu düzeltin şunu tashih edin demekte Nur talebeliğinin nahifliğine yakışmıyor.