Zübeyir Gündüzalp'in siyasetteki ve Üstad'ın hizmetindeki yeri nedir?
Değerli Kardeşimiz;
Zübeyir Gündüzalp'ın hayat hikayesi aşağıda ana hatları ile verilmektedir. Bu yazıdan yola çıkarak onun hizmetteki yerini tespit etmek mümkündür.
ZÜBEYİR GÜNDÜZALP
Kırk iki sene evvel (02 Nisan 1971 tarihinde İstanbul'da) Hakk'ın rahmetine kavuştu. Vazifesini tamamlayıp mübarek emaneti Rahmana teslim etti.
"İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder. Hakiki imanı elde eden kainata meydan okuyabilir."
vecizesine masadak oldu.
Ruhunda hissettiği büyük boşluğu, Kur'an-ı Azimüşşan'ın mükemmel tefsiri olan Risale-i Nur'la doldurdu. O, artık hakiki imanı elde etmiş ve kainata meydan okuyordu. Gizli din düşmanlarının en faal ve en etkili oldukları, güvenlik görevlilerini, mahkemeleri yanılttıkları, dine hizmet etmekten başka hiçbir gayeleri olmayan insanların tahammül sınırlarını aşan baskılara maruz kaldıkları bir dönemde hizmet etti.
Afyon Ağır Ceza Hakiminin;
- Risale-i Nur'un talebesi imişsin, sözlerine karşılık;
- Evet, Risale-i Nur talebesi olduğumu memnuniyetle ve ilan edercesine söyleyebilirim. İnkar etmek, Risale-i Nur'un bana verdiği fazilet dersleriyle zıt olduğu için, bu cürmü işlemem. Risale-i Nur okuyucusu olan bir kimse, okuduğunu gizleyemez; bilakis, iftiharla bilaperva söylemekten çekinmez...(1)
diyerek karşılık verecektir.
Kafkas asıllı, Konya'nın Ermenek ilçesine yerleşmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi (1920). Asıl adı Ziver olup Üstad, Zübeyir bin Avvam Hazretlerine atfen ismini Zübeyir olarak değiştirmiş ve bu isimle tanınmıştır. İlköğretimini Ermenek'te yaptıktan sonra ortaokulu Silifke'de okuyup bitirdi (1939). Bu tarihten itibaren önce Ermenek'te sonra Konya'da posta telgraf muhabere memuru olarak çalıştı. Konya'da bulunduğu sıralarda Nurlarla tanıştı ve ömrünün sonuna kadar iman hizmetini en güzel şekilde ifa etti.
Emirdağ'da Üstad'ı ziyaret edip (1946) yanında kalmak istediğini bildirdi ancak, memuriyetine devam etmesi, daha sonra yanına alınacağı cevabını aldı. 1948'de Afyon'da tutuklanarak Bediüzzaman'la birlikte altı ay hapis yattı. Bu tarihten itibaren Üstad'ın vefatına kadar hep yanında kaldı.
Üstad'la hapis yatarken yanlışlıkla serbest bırakıldığında, bu fırsattan yararlanıp özgürlüğüne kavuşma şansına sahipti ancak, o, yapılan yanlışlığa itiraz ederek tahliyeyi engelledi ve böylece Üstad'ından ayrılmadı.
Nurcuların takibata uğradığı, kanunsuz bir şekilde tutuklandıkları, eziyet gördükleri hengamda, Risale-i Nurları okuduğunu söyleyerek kendi kendini ihbar etti. Her halükârda iman hakikatlerini mahkumlara, savcılara, hakimlere izah ediyordu. Çünkü, O'nun tespitlerine göre Risale-i Nurları okuyan hakimler, yanlış hüküm vermezlerdi. Nitekim Risale-i Nurlar ve Nurcular hakkında açılan yüzlerce dava, beraatla neticelendi.
Zübeyir Gündüzalp, Nurların "Kara Sevdalı"sıdır. İnsanların imanını kurtarmaya vesile olmak için gecesini gündüzüne katmıştır. İman aşkıyla yanıp tutuşurken hakime:
"Eğer komünistler mürekkep ve kağıdı yok etmek imkanını da bulsalar, benim gibi birçok gençler ve büyükler fedai olup hakikat hazinesi olan Risale-i Nur'un neşri için, mümkün olsa derimizi kağıt, kanımızı mürekkep yapacağız." der.
O'nun için Risale-i Nur'a, Bediüzzaman'a talebe olmak, en büyük bir şereftir. Oysa, bu yüzden tutuklanıp yargılanmaktadır. Suç olarak görülen bu fiili kendisinden sorulduğunda:
"Bediüzzaman Said Nursi gibi bir dahinin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa, iftiharla, 'Evet, Risale-i Nurun şakirdiyim!'..."
diye haykırırken, orada hazır bulunan Üstad da "kabul ediyorum" diyecektir.
Bediüzzaman Hazretleri de O'nunla özel olarak ilgilenmiştir. Pakistan'ın önemli simalarından olan Ali Ekber Şah'ın, Emirdağ'dan uğurlandığı sırada yanlarına gelen Zübeyir Gündüzalp için Üstad:
"Biz bir veziri uğurlamaya geldik, başka genç bir veziri de karşılamaya gelmişiz." ve bilahare:
"Hayır hayır, ben Zübeyir'i karşılamaya geldim." demiştir.
Zübeyir Gündüzalp'ın hizmetteki yerini Bediüzzaman Hazretlerinin:
"Zübeyir bana merhum biraderzadem Abdurrahman yerine verilmiştir, diye manevi ihtar aldım. Hakiki fedakar Zübeyir, en lüzumlu ve hizmete şiddetli ihtiyacın zamanında buraya imdada geldi..."(2)
ifadelerinde görmekteyiz.
27 Mayıs 1960 İhtilalinden sonra memleketi olan Ermenek'te mecburi ikamete tabi tutuldu. Burada bir süre kaldıktan sonra, gizlice Ermenek'ten ayrılarak Ankara'ya gitti. Altı ay kadar Ankara'da kaldı ve 1961'de İstanbul'a geldi. 2 Nisan 1971 tarihinde İstanbul'da vefat etti.
Üstad Hazretlerinin ahirete irtihalinden sonra Meşveret sistemini tesis etti. Hizmeti meslek ve meşrep açısından şekillendirdi. Risale-i Nur Külliyatı'nın neşri, İttihat Mecmuası, Yeni Asya Gazetesi ve Yayınevinin kurulması gibi yayın faaliyetlerini başlattı.
Dipnotlar:
(1) bk. Şualar, On Dördüncü Şua, Zübeyir'in Müdafaası.
(2) bk. a.g.e..
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
AĞABEY VE GAZETE MESELESİ (1968-1971 YILLARI)
(İttihad İlmi Araştırma Heyeti)
Bu devrenin başlangıç tarihi: 1968'lerden başlıyarak Türkiye'de din adına yapılan miting ve toplantılar, siyasi amaçlı cemaatle namazlar ve daha sonra din ismi altında kurulan partiler ve sairelerle başladı. Hazret-i Üstadın vefatından 1968-1971'e kadar, her ne kadar Nur talebeleri sarsıntılar geçirdilerse de, fakat umumiyetle ve yüzde seksen ittifaklık ve yekvücudluk içinde kaldılar. Merhum Zübeyr Ağabeyin hayatta olması ve bu zatın Üstadın tarz-ı meşrebini iyi bilmesi ve şahsî dirayet, mertlik, fedakârlık gibi seciyelere sahip bulunması hasebiyle, bütün Nur hizmetiyle alakadar mes'elelere çok önemle ve bizzat eğilmesi gibi sebeblerle, Nur cemaatı fazla bir zarar ve ihtilaf görmediler. Amma 1968'den başlıyarak, 1971 ve takib eden senelerde kurulan dini partiler ve bunların sempatizanları; Nur talebelerinin kendilerine kayıtsız şartsız tabi' olmamasından ve arkalarından sürüklenip gitmediklerinden, bir çok iftiralar ve siyasi oyun ve yalanlarla leke sürmeye başladılar. Bazı mütevassıt dindar gazeteler de gâh bu yana, gâh o yana lehte aleyhte yazılar neşrettiler. Derken, Nur talebeleri hem o siyasi adamlarla, hem de adı geçen orta halli bazı gazetelerin sahipleriyle yer yer münakaşalara girişmiş oldular. Bu sıralarda, Nur talebeleri bazı muharrirler başkasının gazetesinde ve emirleri altında çalışıyor ve o gazetelerde makaleler yazıyorlardı ise de, istedikleri manada yazılarını serbestçe yazamıyorlardı. Çünki bir gazetenin bünyesinde ve gazete sahibinin emri altında idiler.
GAZETE ÇIKARMA İHTİYACI
Sene 1968, "Bugün" gazetesi gittikçe trajini yükseltmekte idi. Bu gazete bazı Nurcu muharrir zatların istediği yazıları, makaleyi neşretmiyordu. Salih Özcan Bey, büyük bir gazete çıkarmanın kat'î lüzumu üzerinde duruyor ve her yeri dolaşıyordu. İstanbul'daki gazetecilik meyilleri olan bazı Nurcu zatlar da Salih Özcan'ın bu fikrine iştirak ettiler ve "Bugün artık Nur cemaatının da bir gazetesi, yahut da yüksek trajlı kaliteli bir mecmuası olması zaruridir" dediler. Salih Özcan ise, zaten bu işi hararetle arzu ediyor ve çalışıyordu. Kendisinin çıkarmakta olduğu "Hilal Mecmuası" varken, yine de bunu istiyordu. Çıkarılacak yeni gazetenin mali külfetinin tamamına yakın kısmını kendisinin deruhte edeceğini va'dediyordu.
MESELE ZÜBEYR AĞABEYE GÖTÜRÜLDÜ
Salih Özcan'ın ortaya atmış olduğu gazete fikrini, Salih Özcan'la birlikte içinde Mustafa Polat’ın ve Avukat Bekir Berk’in de bulunduğu bir heyet Zübeyr Ağabeye götürdüler. Birçok sebep ve hadiseleri ve esbab-ı mucibeleri Zübeyr Ağabeye anlattılar. Uzun uzadıya konuşmalar oldu. Zübeyr Ağabey bu mevzu'da ikna edilmek isteniyordu. Zübeyr Ağabey, bu gösterilen kısmen haklı, kısmen mübalağalı esbab-ı mucibelerin üzerinde epeyce düşündü. Bu arada Hazret-i Üstadın bu meseledeki söz, ihtar, davranış ve hareketlerini de göz önünde bulundurdu. Nihayet, Nur cemaatı adına ve Nur talebelerini temsil eden bir gazetenin maddî âlemde çıkarılmasına suret-i katiyede Üstad'dan bir fetva, bir izin bulmanın mümkün olmadığını; fakat eskidenberi gazetecilikle uğraşan Salih Özcan ve Mustafa Polat gibi zatlar -ki zaten gazetecidirler- Kendi namlarına çıkarabilecekleri müstakim, ağır başlı, Nur davasının özünü savunacak bir mecmua veya gazetenin çıkarılmasına bazı şartlar çerçevesinde "evet!.." dedi. Üstadımızın Nur talebeleri ve cemaatı adına ve onu temsil edecek bir gazetenin çıkarılmasına dair fetvası, izni olmadığını da kat'iyetle açıkladı. "Çünki bir gazete, ne olursa olsun, nihayet gazetedir. Kusurlar yapacaktır, hatalar edecektir. Hizibleştirmeyi netice verecektir.." dedi ve ağır bir şartname ile bunun temel prensiblerini ve kaidelerini yazıya döktü. "Bu kaideler dışında çıkacak bir gazetenin hiç bir zaman tanınmayacağını" da söyledi.
ŞARTNAME AYNEN ŞÖYLEDİR:
"Madde-1: Salih Özcan imtiyaz sahibidir.
Madde-2: Mustafa Polat umumi neşriyat müdürüdür.
Madde-3: Gazetenin personelini tayin ve lüzumu halinde tebdil, umumî neşriyat müdürüne aittir.
Madde-4: Gazetenin politikası; sahibi ve umum müdürünün de dahil olduğu bir istişare heyeti tarafından tayin edilir. İstişare heyetindeki kimseler: Salih Özcan, Mustafa Polat. Abdurrahman Nuri, Halil Küçük (Zübeyr Ağabey kendi kalemiyle Halil Küçük. Mehmet Fırıncı ve Mehmet Birinci'yi bilâhere istişare heyetinden isimlerini silmiştir. Bu belge İstanbul'da bir dosyada mahfuzdur. A.B.) Ahmed Şahin, Rüştü Tafral, Mehmet Kutlular, Mehmet Fırıncı ve Mehmet Birincidir. Karar ekseriyetle verilir.
Madde-5: Sermaye 30 Ağustos 1968'e kadar Salih Özcan tarafından temin edilecek.. Sermayenin geri alınması, intişarın altıncı ayından sonra, ikibinden az beşbinden çok olmamak üzere çekilebilecek.
Madde-6: Gazetenin sahibi (Salih Özcan) Umumi neşriyat müdürü gibi maaş alacak ve sermaye olarak yatırdığı parayı tamamen çektikten sonra, artık para çekemiyecek. Kâr, gazetenin döner sermayesi olarak kalacak ve inkişafına sarfedilecektir. Gazete kapandığı takdirde, sermaye ve mal durumu istişarenin kararına göre tasarruf edilecektir. Mukavelede değişiklik de ancak istişarede bulunanların kararına göre olacaktır.
Madde-7: Neşriyat Müdürünün işinden çıkarılma vesaire durumları müşaveredeki kimselere aittir.
Madde-8: Gazete Risale-i Nura aykırı neşriyat yaptığında, istişaredeki kimselerin kararıyla kapatılır. Sahibi ve neşriyat müdürü bu isimle bir gazete çıkaramaz.
Madde-9: Kitap tanıtma işi, istişare kararıyla yapılır.
Madde-10: Gazetedeki neşriyatta, halde ve mazide Risale-i Nurun aleyhindeki kimselerin yazıları neşredilmez.
Madde-11: Risale-i Nuru devamlı mütalaa ile meşgul olup, Risale-i Nurun meslek ve meşrebiyle halen ve kalen yaşayan bir Nur talebesi, herhangi bir husus hakkında, Risale-i Nurdan ve Üstadımızdan me'haz göstererek tenvir ve ikaz edici bir şey söylerse, istişaredekiler onu kemal-i hürmetle dinleyecek ve nazara alacaktır.
Madde-12: Risale-i Nur parası, sermayesi elinde toplanan herhangi bir Nur talebesi veya Nur naşiri gerek re'sen, gerek dolayısıyla gazeteye ortak olamaz.
Madde-13: İstişaredeki kimselerden sahip, müdür ve orada memur olarak çalışandan başka biri, istişaredeki kimselerin izni olmadan gazetede maaşlı olarak çalışmayacak. Bu şahısların gazeteden maddeten istifadeleri hiçbir çeşit ve surette olmayacaktır.
Madde-14: İstişaredeki kimseler, burada (İstanbul'da) her zaman hazır oldukları için tercih edilmiştir. Bu itibarla Risale-i Nurdan ve Üstad'dan ve geçmiş hadisattan me'hazler göstererek de, herhangi bir Nur talebesi ile istişare edilebilir. Onun tenvirkâr fikirleri kemal-i hürmetle nazara alınır.
Madde-15: İstişarenin adabına son derece riayetkar olunacak. Müdavele-i efkâr ve istişare esasında cahillerin sıfatı olan laftan kuşkulanma, alınma, evham etme, kızıp tehevvüre gelme, bağırıp çağırma gibi amiyane şeylerden son derece içtinab edilecektir. Kanaatlara hürmet, muhabbet ve müsamaha bu kimselerin şiarı olacaktır.
Madde-16: İstişaredeki kimseler namına, onlardan habersiz olarak, istişare dahil bir kimse, başkalarınca sorulacak herhangi bir şeye, tek başına cevab veremez. Not alır, gelir istişare edeceklerle istişare eder.
Madde-17: İstişaredeki reyler arz ve izhar edilirken, indî, şahsî veya sair meslek, meşreb ve cereyanlardan mülhem şeyler söylenmekten kaçınılıp delil ve me'hazden, Risale-i Nurun meslek, meşreb ve tarzından ilham alınmaya çalışılacak ve rızay-ı Îlahi ile hareket edilecektir.
Madde-18: Dine hizmet gayesiyle olanlarla görüşüp konuşmalarda, başka cereyanlarda görünen iftira ve ittihamlarla, şöhretperestlik ve maddi menfaatlar gibi gayet çirkin manalar verilmiyecek. Mesleğimiz hüsn-ü zandır. Biz Müslümanız aldanırız, aldatmayız.
Madde-19: Gazetenin istişaredeki kimselerin re'yi ile çıkarıldığını halka; Mustafa Polat, Salih Özcan vesairleri tarafından suret-i kafiyede söylenmiyecek. Çünki hem gazeteye, hem hizmete darbeler gelir. Aksi takdirde istişaredeki kimseler, gazete ile alakalı olmadıklarını ilan edeceklerdir."
Görüldüğü üzere şartname veya taahhüdnamedeki en çok mühim görülen ve gösterilen dört şeydir:
1. Gazete, öteden beri bir gazeteci olan Salih Özcan'ın namına olması ve adına çıkarılması.. Yine öteden beri gazeteci olan Mustafa Polat'ın neşriyat müdürü gösterilmesiyle; Nur cemaatı adına olmadığına (yani zahir nazarda) önem verilmiştir.
2. Her şeyin mutlaka istişare ile karara bağlanması.. Bu istişarede mutlaka Risale-i Nurdan ilham alınan ve Hazret-i Üstad'ın meslek ve meşrebini rencide etmiyen bil'akis savunan ve yaşıyan fikirler çerçevesinde olmasına dikkat çekilmiştir.
3. Sair ehl-i imanla münakaşaya, polemiğe girmemek, girilse de hiç bir zaman sair gazeteler gibi iftira, yalan ve karalamalarla kişilerin veya cemaatlerin çürütülmesine çalışılmamasına azami dikkat verilmiştir.
4. Halde ve geçmişte Risale-i Nur aleyhinde bulunmuş ve bulunan kişi ve kişilerin herhangi bir sözü, yorumu veya siyasi sözleri bu gazetede neşredilmemesine lüzumu derecesinde tenbihatta bulunulmuştur.
Lâkin bugün artık herkesin gördüğü gibi, Zübeyr ağabeyin üzerinde ehemmiyetle titriyerek durduğu, bilhassa bu dört husus maalesef en kabih bir şekilde zedelenmiş, çiğnenmiş ve kal'e alınmamıştır. Merhum Zübeyr ağabeyin, şartnameden hülasalandırdığımız dört mühim husustan üçüncüsünün lüzum ve ehemmiyetini çok önemle dile getiren 1970'lerde hususi şekilde arkadaşlarıyla birlikte neşretmiş olduğu bu gelen yazısıdır.
"Risale-i Nurun neşrinde kimseyi tefrik etmemek, icbar da etmemek, mülayemet ile muamele. Bu hizmette metod: Müsbet hakikatları ders verip, din düşmanları ile ne sözle, ne fikirle ve ne de zihnen meşgul olmamak. Risale-i Nura bilmiyerek itiraz eden ehl-i imana adavet etmeden ikaz.. Ve bütün kalbleri Lailaheillallah Muhammedün Resulullah üzerine tevhid.. Hatta Allah ve Peygamberine inanan fırak-ı dalle de olsa ve hatta ahiret gününe inanan ehl-i kitapla bile münazaradan çekinmek.. Ehl-i dünya ve ehl-i siyasete vesvese ve korku verecek her türlü tezahürden kaçınmak.. Hakka hizmet edenleri müsbet bir şekilde, İslamiyete hizmet noktasında desteklemek. Risale-i Nur talebeleri, birbirlerinin kusurları olsa da tenkid etmiyecek.. Hiçbir zaman beddua edilmeyecek hidayetleri için dua edilecek. Bütün hadisat, hiç bir zaman bizleri üzmeyecek, bunları Allah'ın rengârenk birer tabloları kabul edeceğiz. İnsanlar âlemi, ağaçlar âlemi, hayvanat ve nebatat âlemleri nasıl zamanı geldikçe tebeddül ediyorlar, zahiren hoşumuza gitmiyen şeyler de zamanı geldikçe değişecektir."
Not: Bu düsturlar Risale-i Nur külliyatının bize verdiği derslerdir" Gazete üstteki şartname ve taahhüdname çerçevesinde olarak çıkarıldı. Evvela 15 günde bir şeklinde çıkarıldı. İsmi "İTTİHAD" idi. Bir kaç sayı çıktı. Salih Özcan Bey va'dettiği şekilde sermayeyi tam bulamadı. Yani 30 Ağustos 1968 tarihine kadar bulacağını va'dettiği meblağı veremedi. Bazı sıkıntılar baş gösterdi. Nur talebelerinden gazete için yardımlar toplandı.
İTTİHAD Gazetesinin sermaye meselesi vesaireden, Mustafa Polat ile Salih Özcan arasında muhalefet ve münakaşalar oldu. Muhalefet büyüdü. Nihayet Salih Özcan gazeteden çekildi. Sermaye olarak koymuş olduğu parasını geri istedi. Kısmen peşin, kısmen taksitlerle kendisine ödendi. Böylelikle gazete Mustafa Polat'la Mehmet Kutlular adına tescil edilmiş oldu.
ZÜBEYR AĞABEYİN VEFATI
1971'de Zübeyr Ağabey vefat etti. Fakat Üstad'ı gibi o da hüzünlü ve mükedder gitti. Zübeyr Ağabey;in vefatından sonra, ihtilaf gediği biraz daha genişledi. Çünki sağlığında açılan ihtilaf gediğini kapamak, muvazene ve itidali temin etmek için çırpınıp uğraştığı günlerde, gösterdiği ayrı ayrı tavır ve hareketlerine dayanan ve onun bu tavırlarını kendilerine istinadgâh kabul eden bazı fikirler de meydana çıktı. Müsbeti de Zübeyr Ağabey diyor, menfisi de Zübeyr Ağabey diyordu. O günlerden bu günlere kadar maalesef birçok ihtilaflar oldu ve ayrı gruplar teşekkül etti.
(Bu yazı Mufassal Tarihçe-i Hayat 1. baskı kitabından telhisen alınmıştır...)
Selametle...