Bediüzzaman Said Nursi'de Kur'an İ'cazının Beyanı ile İlgili Yenilikler

Bediüzzaman Said Nursî, önemli bir âlim, fikir adamı, müceddid ve samimi büyük bir mücahiddir. Kendisi tâ küçük yaşlardan beri Islâm ilimleri alanında temayüz etmis, onları olaganüstü bir şekilde, hem hıfz etmek hem de anlamak suretiyle kavramıştır. Bu özelliğinden dolayı, zamanının büyük âlimleri onun üstünlüğünü teslim etmişlerdir.

Bediüzzaman, ümmetinin dertlerini yüklenmiş, içinde bulundugu menfî şartları düzeltmek ve islah etmek için tebliğ sancağını eline almış ve ülkesinden düşmanı kovmak için gönüllü mücahidlerin komutasini üstlenmis bir kisidir. Daha sonra islah hareketininin önderligini yapmis ve büyük bir azim ve gayretle küfür ve ilhad akimina karsi koymustur. Yoluna atilan dikenler ve büyük eziyetler, azmini kiramamis, dinyadan göçünceye kadar fikriyle, ilmiyle, kalemiyle ve temiz ve nezih hayatiyla cihada devam etmistir.

Bediüzzaman, kaleme aldigi bütün Risalelerini, Kur'âna hizmet etmek, onun hakikatlerini bütün dünyaya duyurmak, iman esaslarini teyid etmek ve küfrün karanliklarini izale etmek gayesiyle telif etmistir.

Bu önemli fikir adamınin dünyasina girmek ve ilmi ortamin teneffüs etmek isteyen her arastirmacinin, öncelikle onun düsüncesine giden kapilari açmasi için, beraberinde özel anahtarlari bulundurmasi ve belli geçitlerden geçmesi gerekmektedir. Söz konusu anahtarları da şöyle özetlemek mümkündür:

1. Hayatini bütün ayrintilariyla okumak,

2. Hz. Peygamber (sav)'in ona Kur'ân ilmi vermesine dair duasi,

3. O dönemdeki Ingiliz sömürgelerinden sorumlu bakanin Kur'ân ile ilgili sözlerinden haberdar olduktan sonra kendi kendine aldigi karar: "Sunu bütün dünyaya ilan ediyorum ki, Kur'ân, nûru sönmeyen manevî bir günestir ve onun nurunu söndürmek mümkün degildir."

4. Bütün hayatini Kur'ân-i Kerim'e vakfetmis olmasi. Zira, Bediüzzaman o uzun mesakkatli hayatini Kur'ânla iç içe yasadi, hapishanede ve sürgünde biricik arkadasi, mûnisi, hayatinin nuru, kalbinin sürûru ve yolunun aydinlaticisi sadece Kur'ân'di.

5. Onun dünyadan el etek çekmesi ve dünya zinetine tenezzül etmemesi,

6. Yazdigi bütün eserlerin çok ciddi ve orjinal bir özellige sahip olmasi; Bediüzzaman bilgiyi, iman nurundan ve mümarese ettigi ortamin onu kamçilamasindan, Kur'ânin sirlari ve bereketinden, ve esmâülhüsnânin tecellilerinden almistir. Onun için kaleme aldigi Risaleler nur adini almis ve bölümleri; lemâlar, suâlar, Nûr pencereleri, sûle.. seklinde disariya yansimistir, o bütün bunlari kaleme alirken, baskalarinin yaptigi gibi, kitaplardan ve kaynaklardan kopyalama ve nakil yoluna gitmemistir.

İşte bunlar bu büyük mütefekkirin kisiligine dair herhangi bir yönü arastirmak isteyen kisinin ihtayaç duyacagi bazi anahtarlardir.

Bediüzzaman Said Nursî'nin Eserlerinde Kur'ân İ'câzı

Bu büyük mütefekkir insana göre, Kur'ân i'câzi ile ilgili yeni gelismeler etrafinda bir arastirma yapmayi teklif ettigimde, diger kitaplarina müttali olmamistim, Isârâtül I'câz Fi Mezânni Icâz adli eserin Kur'ân i'câzi ile ilgili yegane eser oldugunu zannediyordum, ancak diger kitaplarina da muttali olunca söz konusu zannimin yanlis oldugunu anladim.

Bazi Nur talebeleri -Allah kendilerinden razi olsun- bana, Sözler'i, özellikle Yirmibesinci Söz'ü tavsiye ettiler, bu Söz'ü mütâla etmeye baslayinca, Bediüzzaman'in daha önceki Söz'lere, Risalelere ve kaleme aldigi baska teliflere göndermede bulundugunu farkettim. Mütâlaa ve arastirmalarimi devam ettirirken Yirmibesinci Söz'ün bir paragrafinda, müellifin Kur'ân i'câzi ile ilgili hakikatleri isledigi bir takim kitap ve risalelere atifta bulundugunu gördüm, orada söyle diyordu:

"Mahzen-i mu'cizât ve Mu'cize-i kübrâ-yı Ahmediyye (a.s.m) olan Kur'ân-i Hâkîm-i Mu'cizül-Beyanın hadsiz vücuh-u i'câzından kırka yakın vücuh-u i'câziyyeyi Arabî risalelerimde ve Arabî Risale-i Nur'da ve İsârât-ül-İ'câz namindaki tefsirimde ve geçen su yirmidört Sözlerde işaretler etmişiz."

Böylece anladim ki, konu Risale-i Nurda genis, çok bahisleri ve farkli yönleri ele alan bir konudur, bunun üzerine konuyu Bediüzzaman'in, Kur'ânin i'câzi ile ilgili kendine has tespitleri içeren belli vecihleri islemeye karar verdim, dolayisiyla yapacagim bu is pek kolay degildi, çünkü Bediüzzaman'in bu konuda kaleme aldigi fikirler çok ciddi ve orjinallik arzediyordu. Ben bu çalismamda konuyu bütün ayrintilariyla hakkiyla isledigimi iddia edemem, benim yaptigim sadece bu büyük mütefekkirin genis bahçesinde bir tur atmak, güzel çiçeklerinden bir buket derlemek, ummânindan bir kaç yudum içmek, orjinal tespitlerinden birkaçini seçmek ve Nur'larindan bir parça esinlenmektir.

Kur'ân İ'cazını Beyan Bağlamında Nursî'nin Getirdiği Yeniliklerden Bir Nebze

Kur'ânin Tarifi: Burada sözlerime Bediüzzaman Said Nursî'nin Kur'ân'a getirdigi çok latif bir tarife dikkat çekmekle baslamak istiyorum, çünkü bu tarif Kur'ân-i Kerim gerçeginin derin bir boyutta idrak edildigine ve onun celil ve latif maksatlarinin derin bir sekilde anlasildigina delalet eden bir tariftir. Allah Teâlâ beni bu tarife ulasmaya muvaffak kildiginda ne kadar sevindigimi anlatamam! Zira çalismalarim esnasinda, Kur'ân'in azametine, hakikatine ve özüne layik bir tanimla karsilasmak ümidiyle eski ve bilinen tarifleri karsilastirirken, zihnimde tasarladigim bir tanima ulasamiyordum, surasi kuvvetle muhtemeldir ki, Said Nursî bütün bu tariflerden haberdardi, ancak özü, kalbi ve ruhu Kur'ânla yogurulan Üstad Bediüzzaman Kur'ân-i Kerim'in parlak nurlarindan bir tarif ortaya koymayi tercih etmis ve söyle dile getirmistir:

"Kur'ân; su kitab-i kebir-i kâinatin bir tercüme-i ezeliyesi; ve âyât-i tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-i ebedîsi; ve su âlem-i gayb ve sehadet kitabinin müfessiri; ve zeminde ve gökte gizli esmâ-i Ilâhiyenin mânevî hazinelerinin kessafi; ve sutûr-u hâdisâtin altinda muzmer hakaikin miftahi; ve âlem-i sehadette âlem-i gaybin lisani; ve su âlem-i sehadet perdesi arkasinda olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifâtât-i ebediye-i Rahmâniye ve hitâbât-i ezeliye-i Sübhâniyenin hazinesi; ve su Islâmiyet âlem-i mânevîsinin günesi, temeli, hendesesi; ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritasi; ve Zât ve sifât ve esmâ ve suûn-u Ilâhiyenin kavl-i sârihi, tefsir-i vâzihi, burhan-i kàtii, tercüman-i sâtii ve su âlem-i insaniyetin mürebbîsi; ve insaniyet-i kübrâ olan Islâmiyetin mâ ve ziyasi; ve nev-i beserin hikmet-i hakikiyesi; ve insaniyeti saadete sevk eden hakikî mürsidi ve hâdîsi; ve insana hem bir kitab-i seriat; hem bir kitab-i dua; hem bir kitab-i hikmet; hem bir kitab-i ubudiyet; hem bir kitab-i emir ve davet; hem bir kitab-i zikir; hem bir kitab-i fikir; hem bütün insanin bütün hâcât-i mâneviyesine merci olacak çok kitaplari tazammun eden tek, câmi bir kitab-i mukaddestir; Hem bütün evliya ve siddikîn ve urefâ ve muhakkikînin muhtelif mesreplerine ve ayri ayri mesleklerine, herbirindeki mesrebin mezâkina lâyik ve o mesrebi tenvir edecek ve herbir meslegin mesâkina muvafik ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitab-i semâvîdir." 2

Bu ifadeler, söz konusu tariften seçilmis ifadeler olup Said Nursî'nin Kur'ân-i Kerim ve onun i'câzi ile ilgili arastirmalarinda ortaya koydugu dini boyutu ortaya koymaya kâfi niteliktedir. Said Nursî, bu tarifle, mütekaddim mantik ve ûsül âlimlerinin yaptigi gibi, zahirî niteliklerle kendini mesgul etmedigi anlasilmaktadir, kendisi isin hakikatine, özüne, maksat ve gayesine yönelik bir tarif yapmistir.

Kur'ân İ'cazini Zevketmenin Şartı

Bediüzzaman Said Nursî Kur'ân-i Kerim'e, mevcut konumda ve ülfet perdesinden bakilmasinin, Kur'ân-i Kerim'in her âyetindeki cemali ve i'câzi görmeye mani oldugunu açik bir sekilde ifade eder, bu sebeple Kur'ân i'câzinin zevkedilmesine yönelik bir sart ortaya koyar, o sart da, Kur'ân-i Kerim üzerinde düsünen kisinin kendini Kur'ânin indigi cahiliyye asrinda, bedevîligin ve cehaletin sahrasinda tasavvur etmesidir, kisinin zihinsel anlamda o tarihi kesite intikal etmesi Kur'ânl'a arasindaki ülfet perdesinin zail olup i'câzinin inceliklerini zevketmesine sebep olacagini ifade eder ve baska bir metot takip edilmesi durumunda bu zevkin tadilamayacagini vurgular. Iste bu baglamda Bediüzzaman söyle der:

"Iste, Kur'ân'in herbir âyeti, birer necm-i sâkip gibi i'caz ve hidayet nurunu nesirle küfür ve gaflet zulümâtini dagittigini görmek ve zevk etmek istersen, kendini Kur'ân'in nüzulünden evvel olan o asr-i cahiliyette ve o sahrâ-yi bedeviyette farz et ki, hersey zulmet-i cehil ve gaflet altinda, perde-i cumud-u tabiata sarilmis oldugu bir anda, birden Kur'ân'in lisan-i ulvîsinden

'Göklerde ve yerde ne varsa Allah'i tesbih eder. Onun kudreti her şeye galiptir ve hikmeti her şeyi kuşatır.' (Hadid Sûresi, 57:1.);

'Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsi o Allah'ı tesbih eder ki, her şeyin hakikî sahibidir, her türlü noksandan münezzehtir, kudreti her şeye galiptir ve hikmeti her şeyi kuşatır.' (Cum'a Sûresi, 62:1.)

gibi âyetleri işit, bak: O ölmüş veya yatmış mevcudat-i âlem "sebbeha, tüsebbihu" (tesbih eder, tesbih eder) sadâsıyla, işitenlerin zihninde nasıl diriliyorlar, hüşyar oluyorlar, kıyam edip zikrediyorlar." 3

Tesrii I'câz veya Hidâyet Eksenli I'câz

Kur'ân bir tesri ve hidâyet kitabidir; o, ter-u tazeligini ve gençligini her zaman muhafaza eden ve her zaman dilimine hitap eden bir Kitap'tir, beser kaynakli hiçbir düsünce sistemi Kur'ân'dan daha dogru degildir, Allah Teâlâ Arap müsriklerine ve her dönemdeki müsriklere hitaben söyle buyurur:

" De ki 'Eger dogru sözlü iseniz, Allah katından, bu ikisinden daha dogru bir Kitap getirin de ona uyayım.' Eger, Sana cevap veremezlerse, onların sadece heveslerine uyduklarını bil." (Kasas, 49, 50)

Uzun bir zaman insanlar bu âyet-i kerimeyi okuyup tekrar etmelerine ragmen, onun tesrii seviyedeki i'câzini derin bir boyutta anlayamamislardir, ancak Said Nursî bu âyet-i kerimeyi, (Kur'ân'in Sebâbetigençligi ter-u tazeligi)basligi altinda ele alir ve bu baglamda söyle der:

"Kur'ân-i Kerîm her asırda taze nazil oluyor gibi, tazeligini, gençligini muhafaza ediyor." 4

Bediüzzaman Kur'ân-i Kerim'in ezelî bir hitap oldugunu ve bütün asirlarda yasayan her insan tabakasina hitap ettigini açikça ifade eder, bu tespitten hareketle, Kur'ân-i Kerim'in söz konusu gençligin devamli olmasini gerektirmektedir. Bu tespit de Kur'ân'in fezâili ile ilgili Hz. Ali(r.a)'dan nakledilen ve Kur'ânin "okumakla eskimeyecegi, âlimlerin ondan doyamayacagi ve esrârinin kiyamete kadar devam edecegi" seklinde zikredilen hadisle örtüsmektedir.

Bediüzzaman Said Nursî Kur'ân i'câzinin bu yönünü çok mâhirâne ve harika bir üslûpla ortaya koyar ve Kur'ânin tesriini, insanligin tesri ve tanzim alaninda ulastigi en son nokta kabul edilen modern medeniyet sistemleriyle kiyaslama yoluna gider.

Bediüzzaman Said Nursî insanligin ortaya koydugu eserlerin ve kanunlarin, zamânâ bagli olarak, insan gibi yaslanip ihtiyarladigini açik bir sekilde ifade ederken, Kur'ânin hüküm ve kanunlarinin zamanin ilerlemesiyle daha da güç ve kuvvet kazanip perçinlestigini ve tazeligini muhafaza ettigini dile getirir. Modern medeniyetin hayat tarzi ile Kur'ân-i Kerim in hikmetini kiyaslama baglaminda, Bediüzzaman Said Nursî, modern medeniyyetin sosyal hayatta, kuvveti temel kriter aldigini, her seyde menfaati hedefledigini, mücadeleyi hayatin düsturu saydigini, sosyal bir bag olarak menfî milliyetçiligi ve irkçiligi esas aldigini, ve bütün gayesinin insanin arzu ve heveslerini tatmin etmek oldugunu ifade etmistir.

Devamla Bediüzzaman Said Nursî söyle der:

"Halbuki, kuvvetin se'ni, tecavüzdür. Menfaatin se'ni, her arzuya kâfi gelmediginden, üstünde bogusmaktir. Düstur-u cidâlin se'ni, çarpismaktir. Unsuriyetin se'ni, baskasini yutmakla beslenmek oldugundan, tecavüzdür. Iste, su medeniyetin su düsturlarindandir ki, bütün mehâsiniyle beraber, beserin yüzde ancak yirmisine bir nevi surî saadet verip seksenini rahatsizliga, sefalete atmistir."

"Amma hikmet-i Kur'âniye ise, nokta-i istinadi, kuvvet yerine "hakki" kabul eder. Gayede, menfaat yerine "fazilet ve riza-i Ilâhîyi" kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, "düstur-u teavünü" esas tutar. Cemaatlerin rabitalarinda, unsuriyet ve milliyet yerine, "rabita-i dinî ve sinifî ve vatanî" kabul eder. Gayâti, hevesât-i nefsaniyenin nâmesru tecavüzâtina sed çekip ruhu maâliyâta tesvik ve hissiyat-i ulviyesini tatmin etmektir ve insani kemâlât-i insaniyeye sevk edip insan etmektir."
5

Bu karsilastirmanin sonunda Bediüzzaman Said Nursî modern medeniyetin geçmis dinlerden ve özellikle Kur'ân-i Kerim'den birçok meziyet ve güzellikleri almis olmasina ragmen Kur'ân karsisinda maglup düstügünü vurgular.

Bediüzzaman Said Nursî tesrii i'câzi izah etmek için Kur'ân'in tesrilerinden dört meseleyi seçer.

Birinci Mesele: Bu meselede, Bakara suresinin 43. âyetinde geçen ..ve zekâti verin âyet-i ile, yine Bakara suresinin 275. âyetinde geçen: "Allah alisverisi helal, faizi ise yasakladi" ifadeleri ele alir. Bediüzzaman Said Nursî, bu iki hükümdeki Kur'ân'in i'câzini beyan etmek için bir giris yapar ve giriste sosyal hayattaki bütün çalkantilarin ve isyanlarin temel sebebinin tek bir cümle oldugunu vurgular, o cümle de: "Ben karnımı doyurduktan sonra başkası acından ölmüş, beni ilgilendirmez!" Ayni sekilde söz konusu giriste bütün rezaletlerin ve ahlak disi tavirlarin temelinde yine tek bir cümlenin oldugunu ve bunun: Sen kazan ben yiyeyim, sen yorul ben dinleneyim oldugunu ifade eder. Bu baglamda Bediüzzaman söyle der:

" Evet, hayat-i içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam, yani zenginler ve fakirler, muvazeneleriyle rahatla yaşarlar. O muvazenenin esası ise, havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir. Şimdi, birinci kelime havas tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir. İkinci kelime avâmı kine, hasede, mübarezeye sevk edip rahat-i beşeriyeyi birkaç asırdır selb ettiği gibi, şu asırda sa'y, sermaye ile mübareze neticesi, herkesçe malûm olan Avrupa hâdisât-i azîmesi meydana geldi." 6

Ancak Kur'ân-i Kerim birinci cümleyi kökünden söküp onu zekâtla tedavi ederken, ikinci cümleyi de faizin haram kilinmasiyla bertaraf etmektedir.

Kur'ân-i Kerim'in ahkâmi ile modern medeniyetin örf ve âdetleri arasinda yapilan bu kiyaslama ile, Bediüzzaman Said Nursî diger üç meseledeki i'câzin sirrini beyen eder, o üç mesele de: Taaddüdü zevcât, miras taksimi ve fotograf meselesi. Burada içinde bulundugumuz makam bunlari ayrintili bir sekilde ortaya koymaya müsait degildir.

Kur'ân'ın Harikulâde Câmiiyyeti

Bediüzzaman Said Nursî'nin bu baslik altinda isledigi meseleler, Kur'ân'in i'câzini beyan noktasinda en yeni tespitlerden kabül edilir. Çünkü eski âlimlerin gayretleri Kur'ân'in belagî ve beyanî üslûplarina yönelikti, hatta meâni ilminin kurucusu Abdülkâhir Cürcânî de, gayretlerini cümle düzeyindeki nahvi terkiplerin belagî mânâlari üzerinde hasretmistir.

Ancak Bediüzzaman Said Nursî, Kur'ân-i Kerim'in harikulâde camiiyyetinin, isledigi lafizlarda ve degindigi ilimlerde, bahislerde ve mânâlarda bulundugunu açiklamistir. Makam bütün bu noktalari ayrintili bir sekilde ortaya koymaya müsait olmadigi için Kur'ânin camiiyyeti ile ilgili sadece iki yönü ele alacagim: Birincisi, Kur'ânin lafiz eksenindeki harikulâde camiiyyeti; ikincisi de Kur'ân-i Kerimin bahislerindeki harikulâde camiiyyeti.

Kur'ân'ın Lafiz Eksenindeki Harikulâde Câmiiyyeti

Said Nursî, Kur'ân'in her kelimesinin, hatta her harfinin, bazen de her sükûnunun birden çok mânâ ifade edecek ve herkese, seviyesi oraninda ondan faydalanmasini saglayacak çok dakik bir sekilde yerlestirildigini ifade eder ve bu baglamda: "Her âyet-i kerimenin zâhiri ve bâtinî mânâsi, bir basi ve sonu vardir. Herbirinin kökü, dali ve yapraklari vardir" hadisine 7 isaret eder 8. Daha sonra Bediüzzaman Kur'ân'dan bazi misaller vererek onlari tahlil etmek, içerdikleri harikulâde câmiiyyeti beyan etmek ve her tabakanin bu âyetten ne oranda nasiplendigini zikretmek üzere daglari zemininize birer direk ve kazik kilmadik mi? âyetini misal verir: Âvamin, sairin, fesahat ve belâgat ehli bedevî Arab'in, cografya uzmaninin, sosyologun ve tabiat feylesofunun bu âyetten kendi seviyeleri oraninda farkli farkli mânâlar anladiklarini kaydeder.

Bediüzzaman bu kabilden olmak üzere birkaç misal daha anar ve itiraz konumundaki birinin edasiyla söyle bir soru gündeme getirir ve söyle der:

"Eğer desen: "Geçmis misallerdeki bütün mânâlari, nasil bilecegiz ki Kur'ân onlari irade etmis ve isaret ediyor?"

"Elcevap: Madem Kur'ân bir hutbe-i ezeliyedir. Hem muhtelif, tabaka tabaka olarak, asirlar üzerinde ve arkasinda oturup dizilmis bütün benî Âdeme hitap ediyor, ders veriyor. Elbette o muhtelif ifhâma göre müteaddit mânâlari derc edip irade edecektir ve iradesine emareleri vaz edecektir.Evet, Isârâtü'l-I'câz'da, suradaki mânâlar misilli kelimât-i Kur'âniyenin müteaddit mânâlarini ilm-i sarf ve nahvin kaideleriyle ve ilm-i beyan ve fenn-i maânînin düsturlariyla, fenn-i belâgatin kanunlariyla ispat edilmistir. Bununla beraber, ulûm-u Arabiyece sahih ve usul-ü diniyece hak olmak sartiyla ve fenn-i maânîce makbul ve ilm-i beyanca münasip ve belâgatçe müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihad ve ehl-i tefsir ve ehl-i usulü'd-din ve ehl-i usulü'l-fikhin icmâiyla ve ihtilâflarinin sehadetiyle, Kur'ân'in mânâlarindandirlar." 9

Bahislerindeki Câmiiyyet

Bediüzzaman Kur'ân'in bu özelligini açiklar ve onun, insan ve bu dünyadaki vazifesi, kainat ve hâlik arasindaki iliski, dünya-ahiret, yer-gök, geçmis-gelecek ve ezel-ebed ile ilgili bütün bahisleri isledigini zikreder ve arkasindan söyle der:

"Dünyayı ışıklandıran ziya, günesten baska hangi seye yakisir? Tilsim-i kâinati kesfedip âlemi isiklandiran beyan-i Kur'ân, Sems-i Ezelîden baska kimin nuru olabilir?" 10

Küllî Kur'ân Hakikatleri Arasındaki Tenasüb ve İnsicam

(Kur'ân İ'câzının en önemli vechi)

Allah Teâlâ söyle buyurur:

" Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı." (Nisâ, 82)

Bir baska âyet-i kerimede söyle buyurur:

"Allah, âyetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitabı, sözlerin en güzeli olarak indirmistir. Rablerinden korkanların, bu Kitaptan tüyleri ürperir, sonra hem derileri ve hem de kalpleri Allah'in zikrine yumuşar ve yatışır." (Zümer, 23)

Âlimler, Kur'ân-i Kerim'deki lafzî ve manevî tenâsüb konusu üzerinde fikir yormus, ancak bu baglamda sadece bir takim isaret ve telmihlerde bulunmakla yetinmis ve Kur'ân'in bu meziyetine ikna edeci yorumlar getirememislerdir.

Kur'ân-i Kerimin i'câzi ile ilgili bu vecih Bediüzzaman'a inkisaf etmistir; kendisi, uzagi yaklastiracak ve soyut mânâlari somutlastiracak temsîlî üslûbuyla konuyu çok net ve basarili bir sekilde izah etmistir.

Bediüzzaman konu ile ilgili harika açiklamalarina su ifadelerle baslar:

" Kur'ân-i Mu'cizü'l-Beyânın en yüksek derece-i i'câzına bakmak istersen, su temsil dürbünüyle bak. Şöyle ki:

"Gayet büyük ve garip ve gayetle yayilmis acip bir agaç farz edelim ki, o agaç genis bir perde-i gayb altinda, bir tabaka-i mesturiyet içinde saklanmistir. Malûmdur ki, bir agacin, insanin âzâlari gibi onun dallari, meyveleri, yapraklari, çiçekleri gibi bütün uzuvlari arasinda bir münasebet, bir tenasüp, bir muvazenet lâzimdir. Herbir cüz'ü, o agacin mahiyetine göre bir sekil alir, bir suret verilir. Iste, hiç görülmeyen-ve hâlâ görünmüyor-o agaca dair biri çiksa, perde üstünde onun herbir âzasina mukabil bir resim çekse, bir hudut çizse; daldan meyveye, meyveden yapraga bir tenasüple bir suret tersim etse ve birbirinden nihayet uzak mebde ve müntehâsinin ortasinda uzuvlarinin ayni sekil ve suretini gösterecek muvafik tersimatla doldursa, elbette süphe kalmaz ki, o ressam bütün o gaybî agaci gayb-âsinâ nazariyla görür, ihata eder, sonra tasvir eder. Aynen onun gibi, Kur'ân-i Mu'cizü'l-Beyan dahi, hakikat-i mümkinâta dair-ki o hakikat, dünyanin iptidâsindan tut, tâ âhiretin en nihayetine kadar uzanmis ve Arstan ferse, zerreden semse kadar yayilmis olan secere-i hilkatin hakikatine dair-beyanat-i Kur'âniye o kadar tenasübü muhafaza etmis ve herbir uzva ve meyveye lâyik bir suret vermistir ki, bütün muhakkikler nihayet-i tahkikinde Kur'ân'in tasvirine "Mâsaallah, bârekâllah" deyip, "Tilsim-i kâinati ve muammâ-yi hilkati kesif ve fetheden yalniz sensin, ey Kur'ân-i Kerîm" demisler."
11

Daha sonra Üstad Nursî, i'câzin bu önemli vechi ile ilgili ayrintili açiklamalara girer ve Kur'ân-i Kerim'in ortaya koydugu ve ilâhî isim ve sifatlarin, rabbani fiilerin ve O'nun hâkimâne tasarruflarini, kökü ezelden ebede uzanan nurânî bir Tûbâ agaci hükmünde oldugunu vurgular... Daha sonra, Kur'ân-i Kerimin; "o hakikat-i nuraniyyeyi bütün dal ve budaklariyla, gayât ve meyveleriyle, o kadar tenâsüple birbirine uygun, birbirine layik, birbirini kirmayacak, birbirinin hükmünü bozmayacak, birbirinden tavahhus etmeyecek bir surette o hakaik-i esmâ ve sifâti ve süûn ve ef'âli..."(Sözler, s. 506) mu'ciz bir beyan ile ortaya koydugu sonucuna varir. Bediüzzaman devamla söyle der: "İman dalinin budagi hükmünde olan Islâmiyetin erkân-i hamsesi aralarinda ve o erkânin tâ en ince teferruati, en küçük âdâbi ve en uzak gayâti ve en derin hikemiyâti ve en cüz'î semerâtina varincaya kadar, aralarinda hüsn-ü tenasüp ve kemâl-i münasebet ve tam bir muvazenet muhafaza ettigine delil ise, o Kur'ân-i câmiin nusus ve vücuhundan ve isârat ve rümuzundan çikan seriat-i kübrâ-yi Islâmiyenin kemâl-i intizami ve muvazeneti ve hüsn-ü tenasübü ve rasaneti, cerh edilmez bir sahid-i âdil, süphe getirmez bir burhan-i kàti'dir.

Demek oluyor ki, beyanat-i Kur'âniye beserin ilm-i cüz'îsine, bahusus bir ümmînin ilmine müstenid olamaz. Belki, bir ilm-i muhite istinad ediyor; ve cemî esyayi birden görebilir, ezel ve ebed ortasinda bütün hakaiki bir anda müsahede eder bir Zâtin kelâmidir." 12

Âyetlerin Hatimelerindeki Hülasalara Yönelik İ'câz

Bu, Kur'ânin i'câz vecihlerinden birisi olup hem ilk dönem hem de son dönem âlimler tarafindan üzerinde durulmamis bir vecihtir.

Evet Kur'ân i'câzi, tefsir ve Kur'ân Ilimleri alaninda arastirma yapan kimseler, Kur'ân i'câzinin bu vechi ile ilgili olarak, isaret babindan çok özet bilgilerle karsilasabilirler. Ancak bunlarin derin ve tafsilatli bir boyutta olmadiklari görülür. Ancak Üstad Bediüzzaman bu konuyu ele almis ve üzerinden perdeyi aralayarak çok açik ve net bir sekil kazandirmistir.

Bediüzzaman Said Nursî, Kur'ânin i'câzi ile ilgili bu vecihe kisa bir mukaddime ile giris yapmis ve orada Kur'ân-i Mu'cizu'l Beyânin, âyetlerin hâtimelerinde çogunlukla yer alan bazi fezlekeleri zikreder ki o fezlekeler

"Kur'ân-i Mu'cizü'l-Beyan, âyetlerin hâtimelerinde galiben bazi fezlekeleri zikreder ki, o fezlekeler, ya Esmâ-i Hüsnâyı veya mânâlarını tazammun ediyor; veyahut, aklı tefekküre sevk etmek için akla havale eder, veyahut makasıd-ı Kur'âniyeden bir kaide-i külliyeyi tazammun eder ki, âyetin tekid ve teyidi için fezlekeler yapar. İşte o fezlekelerde Kur'ân'ın hikmet-i ulviyesinden bazı işarat ve hidayet-i İlâhiyenin âb-ı hayatından bazı resasat, i'câz-i Kur'ân'ın berklerinden bazı şerarat vardır."13

Ikinci olarak, Kur'ân-i Kerim, beserin nazarina ilâhî san'atin mensucâtini açar sonra fezlekede o mensucâti, esmâ içinde tayyeder veyahut akla havale eder. Birincinin misallerinden birisi Allah Teâlâ'nin su sözüdür:

" De ki: "Gökten ve yerden size rızık veren kimdir? Kulak ve gözlerin sahibi kimdir? Diriyi ölüden çıkaran, ölüyü de diriden çıkaran kimdir? Her işi düzenleyen kimdir?" Onlar: 'Allah'tir!' diyecekler. 'O halde O'na karşı gelmekten sakınmaz mısınız?' de. İşte gerçek Rabbiniz Allah budur."(Yunus 31-32)

Bediüzzaman Said Nursî keskin nazari ve latif zevkiyle bu misali zikrettikten sonra âyetin birinci ve dördüncü fikralarinin "Allah" dedigini, ikinci fikranin ise rab dedigini, üçüncü fikranin da el-Hak dedigini vurguladiktan sonra söyle der:

"Iste gerçek rabbiniz Allah budur, cümlesinin ne kadar mûcizâne bir cümle oldugunu anla."

Ikincinin misallerinden ise su âyet-i kerimeyi zikredebiliriz:

"Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'in gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre âmâde duran bulutları döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır." (Bakara, 2/164)

"Iste Allah Teâlâ'nin kemali kudretini ve azameti rububiyyetini gösteren ve vahdaniyyetine sehadet eden semavat ve arzin yaratilisindaki tecelli-i saltanati uluhiyyet; gece ve gündüzün ihtilafindaki tecelli-i rububiyyet... gibi mensucât-i sanati tâdâd ettikten sonra akli, onlarin gerçegine ve tafsiline sevkedip tefekkür ettirmek için: akledenler için ibretler vardir der. Bununla akillari ikaz için akla havale eder. Bediüzzaman Said Nursî, âyet-i kerimelerin noktalandigi fezlekelerdeki i'câzi beyan etmek üzere seçtigi on noktanin sonunda söyle der: "Iste su on isârât-i icâziyyeden anla ki âyetlerin hatimelerindeki fezlekelerde, çok resahât-i hidâyetiyle beraber çok lemaât-i i'câziyye vardir ki, bülegâlarin en büyük dahileri su bedî üslûplara karsi kemal-i hayret ve istihsanlarindan parmagini isirmis, dudagini dislemis, bu insan kelami olamaz demis ve: Bu Kur'ân sadece vahyedilen bir vahiydir âyetine hakkalyakîn seviyesinde iman etmisler." (Sözler, 452)

Kur'ân'ın Lafzındakı Fesahat-i Harika

Kur'ân lafizlarinin fesahati ile ilgili çok sey söylenmistir. Ancak Bediüzzaman Said Nursî'nin Kur'ândaki bu meziyyeti ortaya koyma noktasinda takip ettigi metot orjinal bir metottur, zira kendisi, müfred kelime üzerinde yogunlasan alisilagelmis metodu bir kenara atmis ve Kur'ân-i Kerimdeki ses ve harfler arasindaki insicami âyet düzleminde ele alarak beyanî sirlarini mükemmel bir sekilde ortaya koymustur ki bu da orjinal bir metottur, biz bu kabilden açiklamalari, bir takim isaret ve imâlar bir kenara birakilirsa, daha önceki i'câz bahislerinde bulamiyoruz.

Bediüzzaman bu baglamda söyle der:

" Kur'ân-ı Hakîmin âyetlerinde, kelâmlarında, cümlelerinde fesahatin esbabını izah çok uzun gider. Onun için sözü kısa kesip yalnız nümune olarak bir âyetteki huruf-u hecâiyenin vaziyetiyle hasıl olan bir selâset ve fesahat-i lâfziyeyi ve o vaziyetten parlayan bir lem'a-i i'câzı gösterecegiz. İşte, 'Yedi gök ve yer ve onlarin içindekiler Onu tesbih eder.' (Isrâ Sûresi, 17:44.) " 14

Bediüzzaman bu âyetin fonetik bir tahlilini yapmak üzere özet bir giris yapar ve sonra da bu âyet-i kerimenin Arap alfabesindeki bütün harfleri içerdigini, agir olan bütün harf gruplarini ihtiva ettigini, bununla beraber bunun âyetin selâsetini bozmadigini, hatta ona bir revnak ve güzellik kattigini, muhtelif tellerden mütenasip, mütesânid bir nagme-i fesahat kattigini ifade eder, sonra âyet-i kerimede bir araya gelen sesler arasindaki münasebeti vurgulamaya geçer, bu baglamda elif ile yâ; mim ile nûn; sâd ile sîn, sîn, ayn, gayn; dâd ve ti; zâl(peltek), zâl; hemze ve hâ; kâf ve kef; fâ, bâ ve tâ; râ ve lâm; hâ ve hâ(noktali); se ve dâd arasindaki yakinligi zikreder ve sifat, mahreç, hafiflik, agirlik ve dagilim noktasinda mezkur ses gruplari arasindaki münasebetleri izah etmeye çalisir. 15

Daha sonra Bediüzzaman Said Nursî konuyu söyle noktalar:

"Iste şu hurufun bu zikrinde harikulâde bu vaziyet-i muntazama ile ve o münasebet-i hafiye ile ve o güzel intizam ve o dakik ve ince nazım ve insicam ile iki kere iki dört eder derecede gösterir ki, beşer fikrinin haddi değil ki şunu yapabilsin. Tesadüf ise, muhaldir ki ona karışsın. İşte şu vaziyet-i huruftaki intizam-ı acip ve nizam-i garip, selâset ve fesahat-i lâfziyeye medar oldugu gibi, daha gizli çok hikmetleri bulunabilir. Madem hurufatında böyle intizam gözetilmiş. Elbette kelimelerinde, cümlelerinde, mânâlarinda öyle esrarlı bir intizam, öyle envarlı bir insicam gözetilmiş ki, göz görse 'Maşaallah', akıl anlasa 'Bârekâllah' diyecek."16

Bu tebligimizin sonunda, bir kez daha, Said Nursî'nin, Kur'ân-i Kerim'in i'câzi ve bu i'câzin metodolojisini ortaya koyma konusundaki katkilarinin çok büyük oldugunu vurgulamak istiyorum. Bediüzzaman Said Nursî (Allah gani gani rahmet eyelsin) Kur'ân-i Kerimin âyetlerine yönelik sirlari ortaya koyma noktasinda kaleme aldigi yazi ve tetkiklerinde, Kur'ânin, insanligin her zaman için hidâyet bulmasi, emir ve buyruklariyla mutlu olmasi, hikmetinden feyizlenmesi gayesiyle indirilen Allah Teâlâ'nin ezelî ve nurânî hitabi oldugunu ispat etmeyi hedeflemistir.

Benim bu tebligde Bediüzzaman'in Kur'ân i'câzina getirdigi yeniligin, O'nun fikir bahçesinden derlenmis ve bir zâviyeden ele alinmis bir buketten baska bir sey olmadigini ifade etmek isterim. Son dönem Islâm âlimlerinin Kur'ânin esrâri ile ilgili ortaya koyduklari çalismalari muttali olan herkes, Said Nursî'nin, konuya yeni boyutlar getirme noktasinda digerlerinden farkli ve üstün oldugunu rahat bir sekilde idrak eder. Ancak ne yaziktir ki onun ismi bu baglamda hiç anilmamaktadir, kanaatim o dur ki modern çagda Kur'ân alanindaki yenilikler her anildikça O'nun ismi de orada anilmalidir.

____________________

Yazar Hakkında: 1945 yılında Fas-Mağrib'de doğdu. 1990'da doktora ünvanını aldı. Halen Rabat Muhammed el-Hâmis Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İslam Araştırmaları Bölüm Başkanıdır. Kur'an İ'câzı ile ilgili üç eseri vardır.

2 Risale-i Nur Külliyatı, s. 161.
3 Risale-i Nur Külliyatı, s. 198.
4 Risale-i Nur Külliyatı, s. 183.
5 Risale-i Nur Külliyatı, s. 183.
6 Risale-i Nur Külliyatı, s. 183.
7 Hadis-i Şerifi, İmam-ı Ahmed ve Tirmizi, Ubeyy (r.a)'dan rivayet etmişlerdir. Ayrıca İmam-ı Ahmed, Huzeyfe(r.a)'dan, Taberâni de İbn Mesud(r.a)'dan rivayet etmişlerdir.(Bk. Keşfu'l-Hafâ, c.1, s.209)
8 Kelimât, s. 451)
9 Risale-i Nur Külliyatı, s. 174.
10 Risale-i Nur Külliyatı, s. 177.
11 Risale-i Nur Külliyatı, s. 198.
12 Risale-i Nur Külliyatı, s. 199.
13 Risale-i Nur Külliyatı, s. 187.
14 Risale-i Nur Külliyatı, s. 168.
15 A.g.e s. ve yer
16 A.g.e s. ve yer.

Kategorileri:
Okunma sayısı : 6.608
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...