Bediüzzaman Said Nursi'ye Göre Ahlakın Temel Öğeleri
Bu deha düşünürün, bu eşsiz İslamî kişiliğin eserlerinin derin okumalara, terkiplerinin tahlile, içeriklerinin özetlenmeye layık olduğuna dair kesin inancımız vardır. Onun eserleri her okuyucunun ve de yeni nesillerin daha rahat anlayabileceği şekillere sokulmalıdır ki, hak sözün tadına hakkıyla varabilsin, bu sözün kendilerindeki tesirini, kalplerindeki etkilerini görebilsinler. İfade gücünün büyüsünün her türlü etkiden daha tesirli olduğunu onun eserlerinde bulsunlar. İfadenin büyülü gücünü hem şeriat övmekte, hem de örf desteklemektedir. Hele de bu güç hakkın ve hakikatin hizmetinde kullanırsa ne güzel olur.
İfadenin büyülü gücüne sahip olmak bir Allah Teala vergisidir. Allah Teala bunu dilediği kullarına verir. Bu ifade gücü ile deliller sunulur, davalar ispat edilir. İbn Ömer Hazretlerinin rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Muhakkak ki, ifadenin büyüsü vardır."[2]
Kur'an-ı Kerim de kalpleri etkileyen, şüphe ve tereddüt kapılarını kapatan, kişinin doğruyu kabullenmesine, düzgüne koşmasına, rüşt yollarını arayıp bulmasına sebep olan bir ifadeden başka nedir ki?
Kur'anî düşüncelerle ve rabbani sırları ile doymuş, değerli hazinelerinde gezmiş, ne pahasına olursa olsun diyerek onları elde etme ve edinme yollarına baş vurmuş bir kimsenin üzerinde o Kur'an-ı Kerimin nurlarının yansıması, burhanlarının zahir olması kaçınılmazdır. Onun kalbi Kur'an-ı Kerimin sırları ve hikmetleri ile dolup taşar, manaları lisanından dökülür. Tıpkı tertemiz gümüş kumlar üzerine dökülen parıltılı bir suyun aydınlattığı gibi, güzelliğini ve hoşluğunu, aydınlığını ve olgunluğunu, önderliğini ve iktidarını da yansıtır. Şeyh Said Nursî, Kur'an-ı Kerim ile ve Kur'an-ı Kerim için yaşayan bir karakterdedir. Hayatını Kur'an-ı Kerime adamış, Kerime adamış ve vakfetmiş eşsiz şahsiyetlerdendir. Vaktini Kur'an-ı Kerime tahsis etmiş, yoğun bir şekilde adamış, Kur'an-ı Kerimin uzun ve geniş bir gölgesi haline gelmiş kimselerdendir. Öyle ki eti kanı Kur'an-ı Kerim ile bütünleşmiş, Kur'an'ı konuşur ve vurucu delil olarak takdim eder olmuştur. Lisanı ve dili o denli Kur'an manalarının inceliklerine bürünmüştür ki, o manaların güneşleri ile aydınlanmış ve eşsiz kültürü ile bunu insanlara taşımıştır.
İşte Risale-i Nurlar müellifi ile Kur'an-ı Kerim arasında böyle bir kaynaşmaya hakkıyla tanıklık etmelerinin yanı sıra, bu eserde müellifinin derin görüşlerini, samimi niyetini, sağlam delillerini ve de hakikate vuslatını da ortaya koymaktadır. Öyle ki bu risaleler 20. yüzyılda gerçek ve eşsiz bir eğitim ekolu haline gelmiştir. Bu eğitim yönünün kendine özgü özellikleri ve de bariz mümeyyiz vasıfları Şeyh Said Nursî'nin risalelerinde görülür. Bu özellikler onun her yazdığında görülür. Her telifinde ve her tedvininde bu onun artık tek meşguliyetidir. İnsanların iç dünyalarını tedavi alanındaki engin tecrübeleri, eski ve yeni eğitim usullerinden haberdar olması, metotlarını özümsemiş, ana hatlarını elde etmiş, rehberlik ve kılavuzluklarını benimsemiş olması sayesinde de buna muktedir olmuştur. Nebevi Kur'an eğitimi onun bütün benliğini kuşatmış, bütün ilgisini çekmişti. Öyle ki, onun çamuru ile yoğrulmuş, kalıbına dökülmüş, sevgisi, ameli, sülükü, akide ve imanı ile yanmıştı. Netice bu onu çağının acayip bir dehası, zamanın müceddidi yapmış, ona dehaların gücünü, büyüklerin psikolojisini bahsetmiştir. Bu sayede de başına gelen hapis, sürgün, mecburi ikamet ve acımasız muhakemeler gibi zalimler tarafından oluşturulan, canilerin tertibi olan imtihanlara sabredebilmişti.
Bu kısa tebliğimizde bu önemli eğitim boyutunu ele almaya, usullerini aydınlatmaya, onun bakış açısının izlerini sürmeye çalışacağız. Tebliğ üç ana bölümden oluşmaktadır. Özel bir şekilde konuyu ele alacağız, Said Nursî'nin sözlerinden manayı bozmayacak, detaya girmeyecek şekilde alıntılarla konuyu destekleyeceğiz.
Birinci Bölüm: Akide Eğitimi ve Allah Teala'nın Azametinin İç Dünyalara Yerleştirilmesi:
Allah Teala'ya ve peygamberlerine iman konusunun anlatılması Risale-i Nurlarda önemli bir yer işgal eder. Yoğunluk bu konuyadır. Bu konu değirmenin taşı mesabesinde en önemli konu olarak görülür. Said Nursî derin imanı ile şunu anlamıştır ki, insanların iç dünyalarındaki hastalıkları ve sıkıntıları Allah Teala'ya imandan başka bir şey tedavi edemez. Geçmiş ve günümüz cahiliyet dünyasından gelen cahillik karanlıklarının oluşturduğu bu yığıntıları ancak ve ancak tevhit parıltılarını kullanarak dağıtmak mümkündür. Zira isyanlar ve arzular ne kadar engel çıkartırsa çıkartsınlar, kalplerde fıtraten bulunan iman duygusu bütün bunların üstesinden gelebilir, hak sesine kulak verebilir. Yeter ki, hakkın karanlıkları dağıtan parıltılı ışıkları ona ulaşabilsin, bu fıtrî haldeki âfâk ve kainattakilerle uyum halinde olabilsin.
"Görmedin mi, göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, bütün hayvanlar ve insanlardan birçoğu hep Allah'a secde ediyor. Birçoğunun üzerine de azab hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa artık ona ikram edecek yoktur. Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar." (Hac: 18).
"...Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın bir uçuruma sürüklediği şeye benzer." (Hac: 31).
Risale-i Nurlar, tevhit delillerini ortaya koyma ve de insanları buna göre eğitme, bu tevhit sevgisi ile iç dünyalarını doldurma, bunu yaşama, gereklerini yerine getirme noktasında onları cesaretlendirme noktasında gayet zengindir. Bu o kadar belirgindir ki, Risale-i Nurlar tevhit risaleleridir, desen gerçeği aşmış, nitelemede ileri gitmiş olmazsın.
Şeyh Said Nursî sahip olduğu engin kültürü, araştırıcı ve müteemmil aklı, âfâk ve enfüs aleminde cevelan eden himmeti sayesinde bu hakikatleri ispat, müşahhas kalıplara dökme noktasında bir çok metodunu kullanmaya muvaffak olmuş, susturucu deliller, fesahat ve belagatta çekici bir üslupla bunları sunabilmiştir. Bu edebi üslubu sebebiyle kendisini Cürcani, İbn Esir gibi büyük edebiyatçılardan saymak mümkündür.
Said Nursî ifadeyi çeşitleme, işaret dilini kullanma ve de anlatmak istediğini kolay ifade etmek noktasında elinden geleni ardına koymadığı için insanlar vicdanlar onun anlattıklarını doğrudan kabul edebilmiş, arzu ve devam hırsı ile hazmedebilmiştir. Eserlerindeki muhkem kısılmama, güçlü bölümleme üslubu okuyucuya hoş bir bahçede vakit geçiriyor havası vermekte, okuyucu bir bıkkınlık hissetmediği gibi daha fazlasını talep etmektedir.
Bu işin rabbani ve de Allah Teala'nın lütfü olan bir boyutunun olduğu muhakkaktır. Müellif devamlı bunu hissetmekte, okunan ve görülen ayetler çerçevesinde başkalarının anlamakta zorluk çektiği zor ilahiyat ve rububiyet bahislerinde bunu dile getirmektedir.
Bu sayede geçmiş ve muasır cahilliye kirlerinden insanların iç dünyaları arınabilmiş ve de temizlenmiştir. Bir nesil bu eserlerle yetişmiş, bu eserlerin ölümsüz ilkeleri uğruna hala dahi fedakarlıklara girmektedirler. Bu sözlerimizi açık delillerle desteklemek için Risale-i Nurların sahibinin sözünü şefaatçi olarak takdim etmek istiyorum ki, iddiamız delilli, davamız burhanlı olmuş olsun. Bediuzzaman'dan üç alıntı yapacağız:
Birinci Alıntı:
"Cenâb-ı Hak, celîl ulûhiyetiyle, cemil rahmetiyle, kebîr rububiyetiyle, kerîm re'fetiyle, azîm kudretiyle, lâtif hikmetiyle, şu küçük insanın vücudunu bu kadar havas ve hissiyatla, bu derece cevârih ve cihazatla ve muhtelif âzâ ve âlâtla ve mütenevvi letâif ve mâneviyatla teçhiz ve tezyin etmiştir ki, tâ mütenevvi ve pek çok âlât ile, hadsiz envâ-ı nimetini, aksâm-ı ihsânâtını, tabakat-ı rahmetini o insana ihsas etsin, bildirsin, tattırsın, tanıttırsın. Hem, tâ bin bir esmâsının hadsiz envâ-ı tecelliyatlarını, insana o âlât ile bildirsin, tarttırsın, sevdirsin."[3].
Bir düşün, müellifin kullandığı sözcüklere bir bak, kalplerin manzaranın dehşetine kapıldığını, anlatılmakta olan olayın büyüklüğünü kavradığını göreceksin. Benzer isimleri bir arada kullanmakta, özel bir akustik ihdas etmekte, şevkleri artıran bir name havası vermektedir. Böylelikle sözlerin kalplere tesiri oluşmakta, izin almaya hacet bırakmaksızın orada ağaç dikmektedir. Celîl sözcüğü cemil sözcüğü ile yan yana ne de güzel durmaktadır. Birincisi azamet ve yüceliği bildirirken diğeri vermeyi ve nimetlere gark etmeyi haber vermektedir.
Cenab-ı Allah'ın kibriyasının ardından şefkat ve rahmetinden bahsetmek rububiyetin en üstün göstergelerindendir.
Kudret ile hikmetin bir arada kullanılmasına bak. Birden Allah Teala'yı rab ve ilah olarak kabullenmenin hoş ve gıpta edilecek halinin seni kapladığını göreceksin. Çünkü Allah Teala'nın kudreti darlık anında seni kurtarır, hikmeti zulüm ve taşkınlıklardan seni korur.
İkinci Alıntı:
"Kâinatın neticesi hayat olduğu gibi, hayatın neticesi olan şükür ve ibadet dahi, kâinatın sebeb-i hilkati ve ille-i gayesi ve maksud neticesidir. Evet, bu kâinatın Sâni-i Hayy-ı Kayyûmu, bu kadar hadsiz envâ-ı nimetiyle kendini zîhayatlara bildirip sevdirdiğine mukabil, elbette zîhayatlardan o nimetlere karşı teşekkür; ve sevdirmesine mukabil sevmelerini; ve kıymettar san'atlarına mukabil medh ü senâ etmelerini; ve evâmir-i Rabbânîsine karşı itaat ve ubudiyetle mukabele etmelerini ister. İşte bu sırr-ı rububiyete göre teşekkür ve ubudiyet, bütün envâ-ı hayatın ve dolayısıyla bütün kâinatın en ehemmiyetli gayesi olduğundandır ki, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan pek çok hararetle ve şiddetle ve halâvetle şükür ve ibadete sevk ediyor. Ve "İbadet Cenâb-ı Hakka mahsus ve şükür Ona lâyık ve hamd Ona hastır" diye çok tekrarla beyan ediyor."[4]
Burada Şeyh Said Nursî mevcudatın yaratılma gerçeğinden bahsetmekte, yaratılışın şükür ve ibadet için olduğuna açıklamaktadır. Nitekim Allah Teala buyurur:
"Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat: 56).
Bu nedenle de mevcudat Bari Teala Hazretlerinin vermiş olduğu nimetlere bir şükran olarak vazifeleri olan işleri yerine getirirler. Bu Allah Teala'ya olan muhabbetlerinin, yakınlıklarının ve sevgi ve ameldeki samimiyetlerinin bir neticesidir.
Eskiden berieğitiminproblemlerinden biri sanatöğretmekyerineörneklemeyegitmemiz, pratik yapmak yerine teoriyetakılmamız olmuştur. Peygamberlerin tek başına yolu, kulların yaratılış gayelerini gerçekleştiren metotları bilgi ile eylemi, teori ile onun tatbikini beraber yapmak olmuştur.
İşteSaidNursî -Allah Teala'nın rahmeti üzerine olsun- de bu metodu kullanır ve buna çağırır. Talebelerini buna göre yetiştirmiştir. Bu sayede eğitimi başarılı olmuş, bilgileri kalıcı hale gelmiş, yetiştirdiği şahsiyetler dengeli ve ölçülü yetişmiştir.
Üçüncü Alıntı:
"Şeriat-ı Kübrâ-yı İslâmiyenin kemâl-i intizam ve muvazeneti ve hüsn-ü tenasübü ve resaneti, cerh edilmez bir şahid-i âdil, şüphe getirmez bir burhan-ı kâtı 'dır. Demek oluyor ki, beyanat-ı Kur'âniye, beşerin ilm-i cüz'îsine, bâhusus bir ümmînin ilmine müstenid olamaz. Belki bir ilm-i muhîte istinad ediyor; ve cemî eşyayı birden görebilir, ezel-ebed ortasında bütün hakaikı bir anda müşahede eder bir Zâtın kelâmıdır."[5]
İkinci Bölüm: Peygamber (sav) Sevgisini Kalplere Yerleştirmek ve de Bunu Faydalı Amel, Gerçek Bağlılık İle Somutlaştırmak Suretiyle Eğitim:
Muhammed (sav)'in üslubunun dışında kendilerini tezkiye etmeye (arındırmaya) hevesli olanlar karanlıklar içinde bocalamakta, helak vadilerinde düşüp kalkmakta ve de dillerine doladıkları boş sözleri gevelemektedirler.
Allah Teala, Peygamber (sav)'in yolu dışında kendisine gelen hiçbir kimseyi kabul etmemekte, onun hayatını düstur edinmeyen, sözlerini ve fiillerini benimsemeyen her türlü eğitim ve tezkiye kapılarını kapamıştır. Çünkü Allah Teala peygamberinde ve de onun şeriatında maddi ve manevi bütün kemalatı toplamıştır. Ondan önce hiçbir peygambere nasip olmayan bu hususiyetlerin ondan sonra bir başkasına nasip olması nasıl mümkün olabilir?
Kamil bir kişiden ancak kemalat sudur edebilir. Güzelden ancak güzellik ödünç alınır. Nurani bir zattan ancak nurlar sadır olur, ondan alınır. Bir kişinin kamil olması onun fiillerinin de kamil olmasını, güzel olması fiillerinin de güzel olmasını gerektirir. Kamil mana da ilim, bilinenlerin, maarifin, metot ve programların da kemalini gerekli kılar ki, bütün bunlar ancak kamil manada ilimden alınabilir.
Bütün yönleri ile bu kemal ancak Peygamber (sav)'e aittir. Kendini ikmale ve gerçek anlamda tezkiye etmeye çapa sarf eden, Allah Teala, varlık, evren ve canlılar hakkındaki bilgisini düzeltmek isteyen her kes bütün bunları o peygamberlik kandilinden almalıdır. Aksi halde fiillerinde bir değişiklik olmadığı, onu ne kurtarır ne de yakınlaştırır. Onu memnun etmez, kainattaki en inatçı düşmanına, en amansız belalısına esir olmaktan onu kurtaramaz. Anlaşılıyor ki, peygamberlik dönemsel bir zaruret, zorunlu bir ihtiyaç olmasının çok çok ötesinde bir gerekliliktir ki, peygamberlik müessesesi sayesinde mevcudat varlık bulur, lehlerine ve aleyhlerine olanları bilme imkanına kavuşurlar, akıbetlerinin nereye varacağını, nasıl olacağını anlarlar.
Said Nursî peygamberlik müessessinin eğitimdeki rolunu -bu ağırlığı ve merkeziyetçi yapısı ile- gerekli şekilde izah etmekten, üzerine durmaktan geri durmadığı gibi ona gerekli saygıyı, tazimi, alakayı göstermekten de geri durmaz.
Burada Said Nursî'nin sözler bahçesinin nurlarından, deryasının incilerinden bu hakikati nurlandıracak ve aydınlatacak, son peygamberliğin ahlakına aşıkların ulaşabileceği hale getirecek alıntılar yapmaya çalışacağız.
İşrakatındaki akıcı ve tatlı sözlerinden alıntı yapalım. Bu sözler hakikaten işrakattır.
Birinci Parıltı:
"Evet, madem dost ve düşmanın ittifakıyla, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) mehâsin-i ahlâkın en yüksek mertebelerine mazhardır. Ve madem bil'ittifak nev-i beşer içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir. Ve madem, binler mucizâtın delâletiyle ve teşkil ettiği âlem-i İslâmiyetin ve kemâlâtının şehadetiyle ve mübelliğ ve tercüman olduğu Kur'ân-ı Hakîmin hakaikinin tasdikiyle, en mükemmel bir insan-ı kâmil ve bir mürşid-i ekmeldir. Ve madem semere-i ittibâıyla milyonlar ehl-i kemal, merâtib-i kemâlâtta terakki edip saadet-i dâreyne vâsıl olmuşlardır. Elbette o zâtın sünneti, harekâtı, iktidâ edilecek en güzel nümunelerdir ve takip edilecek en sağlam rehberlerdir ve düstur ittihaz edilecek en muhkem kanunlardır. Bahtiyar odur ki, bu ittibâ-ı Sünnette hissesi ziyade ola. Sünnete ittibâ etmeyen, tembellik ederse hasâret-i azîme, ehemmiyetsiz görürse cinayet-i azîme, tekzibini işmam eden tenkit ise dalâlet-i azîmedir."[6]
Şu ifadelere bir bak, sünnete imanla ve hamasetle ile nasıl coştuğunu gör. Üzerine nasıl titrediğine, değerini nasıl yücelttiğine, önemini vurgulamasına bir nazar et. Sünneti itibar ve kabulün en üst seviyesinde tuttuğunu, ebedi düstur olarak gördüğünü sez. Ancak bir bedbahtın yüz çevirebileceği, sadece Allah Teala tarafından sevilenlerin amellerine kılavuz olarak kabul edeceği hidayet ayetlerinin onun nezdinde ne derece önemli olduğunu anla.
Hayretlik bir durum varsa, bu ifadedeki cümlelerin dizilişindedir. Nasıl da kalpleri etkileyen, şüphecilerin tereddütlerini izale eden bir düzen ve intizam içindedir. Yeminle söyleyeyim ki, bu ifadeler sünnete bir övgü, bir çağrı, ahlakını bezenme, güzellikleri ve üstünlüklerini benimsemedir.
İkinci Parıltı:
"Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hilkaten en mutedil bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenâtı itidal ve istikamet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyyesi kat'î bir surette gösterir ki, her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinap etmiştir."[7].
"Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid'alara giriyor… Sünnet-i Seniyye edeptir. Hiçbir meselesi yoktur ki, altında bir nur, bir edep bulunmasın… Evet, siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, kat'iyen anlar ki, edebin envâını, Cenâb-ı Hak, Habibinde cem etmiştir. Onun Sünnet-i Seniyyesini terk eden, edebi terk eder. Bîedeb mahrum bâşed ez lûtf-i Rab[8] kaidesine mâsadak olur, hasâretli bir edepsizliğe düşer."[9].
"De ki, siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır." (Al-i İmran: 31).
Dördüncü Parıltı:
"Ey insanlar, ey Müslümanlar! Böyle hadsiz bir şefkatiyle sizi irşad eden ve sizin menfaatiniz için bütün kuvvetini sarf eden ve mânevî yaralarınız için, kemâl-i şefkatle, getirdiği ahkâm ve Sünnet-i Seniyyesiyle tedavi edip merhem vuran şefkatperver bir zâtın bedihî şefkatini inkâr etmek ve gözle görünen re'fetini itham etmek derecesinde onun sünnetinden ve tebliğ ettiği ahkâmdan yüzlerinizi çevirmek ne kadar vicdansızlık, ne kadar akılsızlık olduğunu biliniz.Hem ben şahsımda bilmüşahede ve zevken, belki bin tecrübâtım var ki, mesâil-i şeriatla Sünnet-i Seniyye düsturları, emrâz-ı ruhaniyede ve akliyede ve kalbiyede, hususan emrâz-ı içtimaiyede gayet nâfi birer devâdır bildiğimi ve onların yerini başka felsefî ve hikmetli meseleler tutamadığını, bilmüşahede kendim hissettiğimi ve başkalarına da bir derece risalelerde ihsas ettiğimi ilân ediyorum. Bu dâvâmda tereddüt edenler, Risale-i Nur eczalarına müracaat edip baksınlar. İşte böyle bir zâtın Sünnet-i Seniyyesine elden geldiği kadar ittibâa çalışmak ne kadar kârlı ve hayat-ı ebediye için ne kadar saadetli ve hayat-ı dünyeviye için ne kadar menfaatli olduğu kıyas edilsin."[10]
Ey hakikat araştırıcısı, kalplerin ve bedenlerin etkili şifasını, faydalı iksiri, gönüllere bulaşan kirleri, pasları, günahları silen tiryakı tecrübe etmiş kimsenin tecrübelerinden istifade et.
Peygamberî sünnet nehrinde yüzerek üzerine bulaşan, seni ağırlaştıran, alemlerin rabbine vuslatına engel olan, cennet nimetlerine ve de değerli dostlara kavuşmana mani olan bütün her şeyden arınman lazımdır.
Üçüncü Bölüm: ve Allah Teala'nın Nimetlerini ve Lütuflarını Hatırlatmak Sureti ile Eğitimi:
Bu eğitim tarzının Kur'an-ı Kerimdeki delaletleri ve göstergeleri gayet açıktır. Allah Teala'nın tek rab ve ilah olduğunu bilmenin en kolay yolu budur.
Kur'an-ı Kerim insanları, Allah Teala'ya ibadete ve teşekkür etmeye çağırırken onlara Allah Teala'nın açık ve gizli nimetlerini hatırlatır. Bunu Allah Teala'nın ibadete layık ve de bağışlama, verme hususiyetlerinde tek olduğuna delil olarak takdim eder.
İyiliği kabullenmek, iyilik yapana yakınlaşmak, muhabbet beslemek, iştiyak duymak insanın doğasında vardır. Unuttuğu veya gafil kaldığı bir anda nimetin kendisine hatırlatılması davet edildiği şeyi kabulüne teminde daha etkili, isteyerek ve de arzulayarak verilenleri almasında daha süratli netice verir.
Said Nursî elinden geleni bütün imkanlarla insanların dikkatini bu kısa, ama etkili metoda çekmeye çalışmıştır. Buradan hareketle insanları imana çağırmış, eğitimcilere de bunun değerini ve önemini hatırlatmıştır. Talebelerinden ve sevenlerinden elde ettiği olumlu sonuçları da paylaşmıştır.
İnsan hayatının en mutlu anlarından biri de iyiliğe iyilikle mukabele edebilmektir. Kendine iyilik yapana iyilik yapabilmesi, hoş bir sözle bile olsa kendisine güzel davranana hizmette bulunabilmesidir. Samimi hisler, iyilik yapana karşı duyulan içten muhabbet insanda tabiidir. İbn Ömer'in rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (sav) şöyle buyurur:
"Size iyilik yapana karşılık verin. Karşılık veremiyorsanız, karşılığını verdiğinize inanana kadar onun için dua edin."[11]
Şair de şöyle der:
"İnsanlara iyilik yap kalplerinin efendisi olKalplerin efendisi olmak çoğu kez iyilik iledir."
"İyilik gibisini görmedim. Tadı başka hoşYüzü bir başka güzeldir."
İbn Abbas Hazretleri der ki:
"Her kime bir iyilik yapmışsam o iyiliğin onunla benim aramda bir ışık olduğunu gördüm."
Bir diğer sözünde de şöyle demiştir:
"İyilik en kutlu ekin, en üstün hazinedir. Üç hasletle ancak tamamlanmış olur: acele edilecek, küçük görülecek ve de gizlenecek. Acele yapılırsa rahatlık sağlar, küçük görülürse büyür, gizlenirse tamamlanmış olur."[12]
İyilik yapmak insanlarca böyle kabul görüyor, kimse kimsenin iyiliğini zayi etmiyorsa Allah Teala'nın insanlara yaptığı iyilikler ve ihsanlar hiç unutulmamalı, görmezden gelinmemelidir.
Said Nursî elinden geleni bütün imkanlarla insanların dikkatini bu kısa, ama etkili metoda çekmeye çalışmıştır. Buradan hareketle insanları imana çağırmış, eğitimcilere de bunun değerini ve önemini hatırlatmıştır. Talebelerinden ve sevenlerinden elde ettiği olumlu sonuçları da paylaşmıştır.
Onun söz iksirinden bu esası destekleyen, etrafını aydınlatan, güzelliklerini ortaya koyan, batıla ebediyen bir daha kendini gösteremeyeceği, geri gelemeyeceği bir tokat vuran alıntılar yapalım. Bu meyanda iki ilham burada zikredeceğiz.
Birinci İlham:
"Cenâb-ı Hak, celîl ulûhiyetiyle, cemil rahmetiyle, kebîr rububiyetiyle, kerîm re'fetiyle, azîm kudretiyle, lâtif hikmetiyle, şu küçük insanın vücudunu bu kadar havas ve hissiyatla, bu derece cevârih ve cihazatla ve muhtelif âzâ ve âlâtla ve mütenevvi letâif ve mâneviyatla teçhiz ve tezyin etmiştir ki, tâ mütenevvi ve pek çok âlât ile, hadsiz envâ-ı nimetini, aksâm-ı ihsânâtını, tabakat-ı rahmetini o insana ihsas etsin, bildirsin, tattırsın, tanıttırsın. Hem, tâ bin bir esmâsının hadsiz envâ-ı tecelliyatlarını, insana o âlât ile bildirsin, tarttırsın, sevdirsin."[13].
Said Nursî Allah Teala'nın insanın cismindeki nimetlerini ona nasıl anlatıyor, yaratılışındaki harikuladelikleri düşünmeye onu çağırıyor ki, bütün bunlar nimet ihsan edeni kabullenmeyi, sevmeyi ve ona sığınmayı çağrıştırıyor. İyilik insanı satın alır. İnsan iyiliğin esiri, kendine iyilik yapanın, ihsanda bulunanın kölesidir.
Allah Teala'nın mahlukatına yaptığı iyilikler, verdiği nimetler kendisine yönelik bir maslahat için değildir. Sırf kulun maslahatı içindir. Bu iyiliğin meyvesini de insan başında ve sonunda kendi toplar.
Sırf bu bile kulun bütün azaları ile Allah Teala'ya muhabbet beslemesini ve bu muhabbetinde samimi olmasını gerektirir. Muhsinler zümresine girmek istiyorsa böyle yapmalıdır. Kalplere ulaşmanın en kolay yollarından biri nimetleri zikrederek ve hatırlatarak eğitimdir. Ve bunu her an ihtiyaç duyulan arzulanan sevgiliye kaydırmaktır.
İkinci İlham:
"Meselâ, sen bütün şefkat ettiğin akraba ve fukara ve zayıf ve muhtaç mahlûkata karşı âcizâne istimdat ihtiyacını hissettiğin halde biri çıksa, istediğin gibi onlara iyilik etse, o zâtın "in'âm edici" ünvanı ve "kerîm" ismi ne kadar senin hoşuna gider; ne kadar o zâtı o ünvanla seversin. Öyle de, yalnız Cenâb-ı Hakkın Rahmân ve Rahîm isimlerini düşün ki, sen sevdiğin ve şefkat ettiğin bütün mü'min âbâ ve ecdadını ve akraba ve ahbabını dünyada nimetlerin envâıyla ve Cennette envâ-ı lezâizle ve saadet-i ebediyede onları sana gösterip ve kendini onlara göstermesiyle mes'ut ettiği cihette o Rahmân ismi ve Rahîm ünvanı ne kadar sevilmeye lâyıktırlar; ve ne derece o iki isme ruh-u beşer muhtaç olduğunu kıyas edebilirsin. Ve ne derece "Elhamdü lillâhi alâ Rahmâniyyetihî ve alâ Rahîmiyyetihî" yerindedir, anlarsın."[14]
Said Nursî'nin verdiği şu misalin derinliğine dikkat kesil. İhsan ve ihsan eden tablosunu nasıl da gözler önüne sermekte, insanların olayları gözleri önünde canlandırmalarına yol hazırlamaktadır. Bunun insanlara etkisini, varlıktaki konumunu iyi anlamalarına, insanın kendisindeki yankılarını görmelerine yardımcı olmaktadır. Bu etki dilde itiraf, uzuvlarda boyun eğme, kalpte bir iştiyak, her türlü şekli ve de rengi ile iyilik yapanı razı etmek için amansız bir çaba şeklinde tezahür eder.
Son olarak söylemek gerekirse, eğitim konularını ele alırken Şeyh Said Nursî'nin kullandığı metot gerçekten çok şık bir metot, çok ciddi ve düzgün bir yoldur. Kur'an-ı Kerimin istikamet ve ciddiyetinden özümsenmiştir. Risale-i Nurlarla yaşayan bir kimse her tarafı çiçeklerle kaplı, dalları ve meyveleri sarkık, çeşitli bitki ve ağaçlarla dolu, suları tatlı, kaynağı lezzetli, papatyaları açmış, rahatsız etmeyen bir kokunun her tarafına yayıldığı bir bahçede gibi kendini hisseder. Eksiklik görmeyen bir bakışın tatlı seyirlerine dalar. Hikmet ayetlerinin, yakaza öğütlerinin, gaflet ilaçlarının arasında temaşaya dalar. Risale-i Nurlar şifreli sırlar, güvenli hazineler ve de sonsuz karlı bir ticarettir. Allah Teala'nın rahmeti onun müellifinin, naşirinin üzerine olsun, talebelerini Risale-i Nurlarla faydalandırsın ve onları hidayet kılavuzları kılsın. Alemlerin rabbi Allah Teala'ya hamd-ü senalar olsun.
** Prof. Dr. Hüseyin Ayet Said, Fas Krallalığı, Kâdı Iyad Üniversitesi, Edebiyat ve İnsani İlimler Fakültesi, İslamî Araştırmalar Bölüm Başkanı
[2] Buhari ve Müslim hadisidir. El-Feth, c. 9, s. 109; Müslim, Cuma, c. 2, s. 592
[3] Rnk, s. 296
[4] Rnk, s. 814
[5] Rnk, s. 54
[6] Rnk, s. 612
[7] Rnk, s. 612
[8] "Edepsiz kişi Allah'ın lütfundan mahrum olur." anlamınadır.
[9] Rnk, s. 609
[10] Rnk, s. 610
[11] Ebu Davud, Zekat, 2/128
[12] İbn Abdülberr, Behcetü'l-Mecalis, c. 1, s. 302-303.
[13] Rnk, s. 296.
[14] Rnk, s. 293.