Globalleşmeye Ahlâkî Bir Yaklaşım
"Global" İngilizce bir kelime olup; küre, top, yuvarlak, dünya; dünya küresi modeli anlamlarına gelen "globe" kelimesiyle aynı kökten gelmektedir. Anlamı ise tüm dünyayı kapsayan, küresel, evrensel, dünya çapında, cihan şümul anlamlarına gelir. Küreselleşme ya da globalleşme ise, dünyanın ekonomik ve siyasi sisteminin bütünleşmesi ve tek bir elden yönetilmesidir. Başka bir ifadeyle globalleşme, ülkelerin sahip oldukları maddi ve manevi değerlerin ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin milli sınırları aşarak dünya çapında yayılması, farklılıkların bir bütünlük ve uyum sağlamasının gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir. Bu kelime literatürümüze "dünya küçüldü", "her ülkenin bağımsızlığı ve sınırları izafi hale geldi", "hiç bir mesele dünyadan soyutlanarak ele alınamaz.", "ülkeleri demir perdelerle tecrit etmek mümkün değildir" gibi ifadelerle dile getirilmektedir.
Bu şekilde tanımlanan globalleşmeyle dünyanın evrensel bir site halinde bütünleştirilmesi fikri, teorik planda yeni bir olgu değildir. Öteden beri değişik inanç grupları ve felsefî akımlarda da bu düşünceyi görmemiz mümkündür. Bu düşünce ilk kez fikir bazında, Stoacılıkta ortaya çıkmıştır. Zenon (m.ö.490-430) "evrensel mantık" (logos)'a bağlı ve bütün insanlığın kardeşliği esasına dayalı evrensel bir dünya devleti kurulabileceğini savunmuştur.
Ayrıca ilkel kabile dinleri hariç, bütün dünya dinlerinde de bu düşünceyi görebiliriz. Çünkü onlar tek bir milletin değil, bütün insanlığın dini olma peşindedirler. Bu dinlerin başında İslam gelmektedir. İslam'a göre globalleşme eşyanın tabiatında mevcuttur. "Yerde ve gökte ne varsa Allah (cc.)'ı zikreder.'^mealindeki ayet bunun örneklerinden biridir. Yine Kur'an'da ki "Ey insanlar" hitabı ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in bütün insanların ve cinlerin peygamberi olduğu3 inanışı da, bunun örneklerindendir. Bu anlamda Bediuzzaman Said Nursi, Peygamberimizin sadece Müslümanlar için değil, bütün insanlık için bir ahlak örneği ve eğitimcisi olduğunu belirtmekte ve onun insanların akıllarını, ruhlarını, kalplerini ve nefislerini güzel ahlaka yönelten birisi olduğuna işaret etmektedir.4 Gerçek manada küresellik ya da evrensellik İslam'ın en temel özelliğidir. Bu bağlamda, İslamiyet'in globalleşmeyi emretmekte olduğu söylenebilir. Başka bir açıdan ise, İslamiyet'in daima birlik ve beraberlik içinde olmayı teşvik etmiş, bölünmeyi, parçalanıp ayrılmayı kesin bir dil ile yasaklamış olduğunu düşünürsek, onun öncelikle Müslümanlar ve sonra da bütün insanlığın birlik ve beraberlik içinde olmalarını tavsiye etmiş olduğunu görürüz. Ayrıca en güzel ifadesiyle
"İnsanların en hayırlısı insanlara en hayırlı olandır."5
hadisinin gereğince, insanlığa hizmet etmek de İslam'ın emri olduğunu kabul edersek konu daha iyi anlaşılacaktır. Diğer dinlerde de, bazı farklılıklarla, aynı gayeyi görmek mümkündür. Yahudilikteki "Yehova," anlayışı, Hıristiyanlıktaki "evrensel sorumluluk" anlamına gelen "Katolik" kelimesi papayı tüm dünyanın lideri hali getirmek düşüncesi, onlardaki cihanşümul olma hedefini gösteren bazı örneklerdir.
Toplumların birbirlerinden etkilenmelerinde iletişim teknolojisi önemli bir fonksiyona sahiptir. Özellikle çağımızda küreselleşme, en önemli araç olarak teknolojiyi kullanmaktadır. Sözlü ve yazılı iletişim araçları vasıtasıyla günümüz insanları bulundukları bölgelerden çok uzaklardaki, -dün varlıklarından bile haberdar olmadıkları- kişilerle her gün-her an fiziki ya da manen bir arada bulunma olanağına sahiptirler. Bu yolla her şey kitlelere çok hızlı bir şekilde sunulmakta ve toplumlar arasındaki farklılıklar azalmaktadır. Teknolojik gelişmelerin sağlamış olduğu imkânlardan dolayı, günümüzün toplumsal değişiklikleri o denli hızlı bir şekilde gerçekleşmektedir ki, önceleri bir kaç asırda olabilen değişiklikler artık bir insan ömrüne çok rahat sığabilmektedir. İşte bunun sonucunda da globalleşme hızla gerçekleşmektedir. Buna bağlı olarak da kültürler arasındaki sınırlar-mesafeler azalmakta ve ortak bir kültür oluşmaktadır. Bu olgu ilk bakışta çok normal karşılanabilir, ya da moda denilip geçiştirilebilir. Ancak kanaatimce yaşanılan bu hızlı değişimler, dünya egemenlerinin zihin dünyalarının bir ürünüdür. Bu ise bilerek ya da bilmeyerek, bir kültürün ve ahlakın yerine başka bir kültürü ve ahlakı yerleştirme, tek düzelik yaratma çabasıdır.
Dünyanın globalleşme yolunda hızlı bir şekilde ilerlediği inkâr edilemez bir gerçektir. Bu noktada sorulması gereken belki de en önemli soru şudur: Globalleşmenin öznesi var mıdır, varsa kimdir? Bu olayda inisiyatif kimin elindedir? Genelde küreselleşme ya da globalleşmenin kendiliğinden, öznesiz oluşan bir süreç olduğu ifade edilmektedir. Eğer küreselleşme kendiliğinden oluşan bir süreç ise ve kontrol edilemiyorsa, durdurulması gerekiyorsa, o zaman buna kim nasıl dur diyecek? Yoksa dünya durdukça bu süreç hep devam mı edecek? Bana göre Dünya kendi iç dinamikleriyle bir değişim süreci içinde değil, büyük oranda bir değiştirilme süreci içindedir. Bunun neticesinde de değerlerimiz arasında olan kuşaklar arasındaki köprüler gittikçe zayıflamaktadır.
Her ne kadar globalleşmenin kendiliğinden, öznesiz olarak gerçekleştiği ileri sürülse de, Bizim kanaatimize göre, gerçekte ex nihilo (yoktan var olmuş) değildir. Küreselleşmenin arkasında, bu süreci elinde tutan birtakım güçlerin olduğunu düşünmeden edemiyorum. Dünyayı etkisi altına alan küreselleşme süreci dünya üzerinde yaşayan her ulusun, her toplumun ve her insanın hep beraber gerçekleştirmekte karar kıldığı bir olgu olmasa gerek. Belki de küreselleşme, düşünsel, kültürel ve ekonomik bir proje olarak tasarlanıp, uygulamaya yönelenlerin olayıdır. Yani bütünüyle özneden bağımsız düşünülemez. Hiç kuşkusuz bu özne tarihsel, düşünsel ve ekonomik olarak bugünün şartlarıyla, batının uygarlığının kendisidir. "Bugünün şartlarıyla" dedim, çünkü bence eylem olarak globalleşme, bugünden az olsa da, tarihte de vardır. Tarihte doğunun, doğu uygarlığının dünyaya yayılması, hâkimiyeti yani küreselleşmesiydi. O dönemde doğu, ilim fen, medeniyet ve düşüncenin kaynağı olduğu gibi, gücün kuvvetin kaynağı da olmuştur. Bu anlamda dünyaya hükmetmiştir. Bugün ise küreselleşme, batı merkezli insan ve evren anlayışının kendini ekonomik, sosyal, toplumsal ve politik alanda kurmasının ve yaratmasının önemli bir anını ifade eder.
Bu noktada şu da ifade edilmelidir ki, günümüzde globalleşme daha ziyade, iktisadi, siyasi ve kültürel alanda gündeme gelmektedir. Onun temellerini, makro düzeyde ülkelerin ticari, mali ve siyasi politikaları ile daha pek çok alanda birbirlerine ileri derecede bağımlı hale gelmeleri oluşturmaktadır. Zaten küreselleşmenin asıl çıkış noktası da bir anlamda materyalizmi kurtarmaktır. Nitekim büyük kapitalist güçler, ekonomik çıkarlarını korumak ve güçlendirmek için, kendi ulus devlet yapıları yeterli gelmeyince, yeni çareler aramışlar ve daha başka pazarlara ve kitlelere ulaşmaya çalışmışlardır. Bu ihtiyaçlarını gidermenin en rasyonel yolu da globalleşme olsa gerek.6 İşte bundan dolayı büyük sermaye sahipleri, düşen kâr hadlerini yükseltmek için çok uluslu şirketlerin önündeki siyasi sınırları aşmak amacıyla, globalleşme düşüncesini ortaya atmış olduklarını düşünüyorum.
Her ne kadargloballeşmeninesas vurgusu vearkasındaki asıl güçekonomiolduğukabul edilir. Ancak her ne kadar pek dile getirilmiyorsa da, konunukültürle,ahlakla, dini hayat veinançlailgili boyutugözdenuzak tutulamaz.Çünkü küreselleşmeolgusu tek biryönlü,salt ekonomik ya da salt sosyolojik boyutlu değildir. Nitekim ekonomik küreselleşme beraberinde ahlaki değerler alanında küreselleşmeyi de zorunlu olarak getirmiştir.7 Zira genel anlamda küreselleşme iki temel açıdan ele alınabilir. Bunların biri, Fizikî nesnelerin yaygınlaşmasıdır. Giysiler, takılar, yiyecek ve içecekler, elektronik cihazlar, İnternet, doları ya da Euro gibi. Bu daha çok, bilim ve teknolojiye doğrudan bağlı olan yöndür. Diğeri ise, değerlerin yaygınlaşmasıdır. İnsanî, kültürel, dinî, siyasî değerler, çevre şuuru gibi. Bu anlamda ki globalleşme dolaylı olarak teknolojinin tesirindedir, fakat eylemi değerler alanında gerçekleşir. Biz burada daha çok değerlerin yaygınlaşması bölümünün ahlâkî boyutu üzerinde durmaya çalışacağız.
İnsanın var olanlar hakkında, hangi yolla olursa olsun, edindiği bilgiler ve bu bilgilere dayanarak ortaya koyduğu eser ve davranışlar kültürü oluşturmaktadır.8 Ayrıca kültür, "insan toplumunun, biyolojik olarak değil de, sosyal olarak kuşaktan kuşağa aktardığı maddi ve maddi olmayan ürünler bütünü, sembolik ve öğrenilmiş ürünler ya da özellikler toplamı olmaktadır."9 Yine, kültür ahlâkın önemli bir kaynağı kabul edilir. Buradan da anlaşılacağı gibi kültür ve o kültürün doğurduğu ahlak bir milleti diğer milletlerden ayıran bir kimlik niteliğindedir. Buna özgün veya milli kültür de denir. Dolayısıyla her milletin kendine özgü bir kültürü, ahlakı vardır ve o ahlak söz konusu milletin izlerini taşır. Milli kültür, dolayısıyla milli ahlak, milleti millet yapan unsurlarındandır. Bunun için de herhangi bir milletin millet olarak var olabilmesi ve varlığını devam ettirebilmesi için, özgün kültürünü, ahlakını koruması, bir başka ifadeyle, globalleşme sürecinde vazgeçemeyeceği ilkelerini gözetmesi gerekir. Çünkü ahlakî alandaki globalleşme milli ahlakın yok olmasına neden olursa, bu ciddi anlamda problemler doğuracaktır.
Bu noktada şunu da belirtmeliyim ki, ahlakın bir kısmı özgünse, diğer bir kısmı da bütün insanlığa aittir. Bütün insanlığa ait olan ahlak yaygındır, globaldir. Bu anlamdaki ortak ahlak kitle ahlakı veya popüler ahlak diye ifade edilen ahlak, insanlığın malıdır.10 Ortak ahlak paylaşmaya müsaittir. Paylaşılmasında her hangi bir sakınca yoktur. İşte bu ahlak çerçevesinde globalleşmeye olumlu bakılabileceğini düşünüyorum
Kültürel ve ahlakî globalleşme önemli oranda basın yayın organları vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Moda adı altında büyük kitleler hedef alınmaktadır. Batının hedeflediği globalleşme, eski globalleşmenin aksine, öncelikle bütün insanlığın kendileri gibi yaşaması, yemesi-içmesi, giyinmesi ve kendilerine hizmet eden gönüllü hizmetçiler haline gelmesidir. Bu globalleşmenin temelinde ekonomik, fiziki etkenler vardır. Ancak bu fiziki nesnelerin globalleşmesi, beraberinde değerler alanında da globalleşmeyi getirmektedir. Çünkü her fiziki nesnenin bir değer alanı, kültürel ve ahlakî boyutu vardır. İşte bu noktada önemli olan, yaşanan değişiklikler süreci içinde özellikle kimlik değerlerin korunmasıdır. Zira bu değişim sürecinden uzak durmanın pek mümkün olmadığını düşünüyorum.
İnsanın fıtratında tekâmül duygusu mevcuttur. İnsan, eşyaya şekil ve düzen veren, değerler yaratan, yaşadığı çevreyi değiştiren ve kendini devamlı yenileyen üstün bir varlıktır. Akıl gücü sayesinde insan organik ve inorganik tün kâinata hükmetme, irade gücü ile de eşyaya dilediği şekli verme yeteneğini Allah'tan almıştır. Nitekim Allah
"And olsun ki, Biz insanı en güzel kıvam üzere yarattık."11
ayeti ile kendi eserini övmüş ve onu en üstün yeteneklerle donattığını vurgulamıştır. Bu bağlamda, globalleşmenin önümüze koyduğu problemleri sahip olduğumuz bütün ahlakî birikimlere dayanarak, kültürel ve ahlakî devamlılık içerisinde değişerek ele alınmalıdır. Bunun ihmal edilmesi halinde, tarihsel birikim ile ilişkinin son derece zayıflayacağı bir gerçektir. Global olma, sahip olduğumuz değerlerin değişmesi anlamına gelmeyebilir. Değerler muhafaza edilerek gerçekleştirilebilir. Yani "Biz kalarak Globalleşmek" olmalıdır. İnsan, bütün eşyaya hükmetmekle onu düzenlemekle geçmiş, şimdi ve gelecek olmak üzere üç boyutlu bir zaman içinde değerlendirmeler yapan bir varlıktır. İşte bu bağlamda, insan ve insanın oluşturduğu toplumlar bir anlamda globalleşmek durumundadır. Nitekim tarih boyunca çeşitli toplumlarda görülen sosyal, dini alanlardaki kavgaların temelinde, değişmeyen yüksek değerler ile değişebilen iğreti/alt değerler bulunmaktadır. Bu çerçevede tarih şuuruna sahip olan insan değişmeye uygun yaratılmıştır. Nitekim değişime uğramayan hiçbir insan ve toplum yoktur. Bu noktada önemli olan, ahlakî devamlılık içerisinde kalmak kaydıyla, yüksek ve sabit değerlerin örselenmeden globalleşmenin sağlanabilmesidir. Yani kimliğimiz niteliğinde olan değerlerimizi ahlakımızı kaybetmeden, globalleşme gerek fiziki gerekse manevi çevre şartlarına uygun yaşamak için gerekli olan yenilenmeyi ya da tekâmülü sağlamak anlamında olmalıdır. Aynen yılan derisini değiştirirken yeni derisini yine kendinden edindiği gibi bir değişim. Bunun bir adım ötesi de, benimsediğimiz ve tüm insanlığın iyiliğini gözeten, evrensel olabilen kendi değerlerimizin daha geniş kitlelere ulaşması için her türlü çaba içinde olmaktır. Bu bence insanlığa önemli bir hizmet olacaktır.
Teknolojik açıdan ilerleyen ve küçülen dünya insanı, sadece medeniyetin nimetlerinden istifade etmemekteler, birtakım ahlaki yozlaşmalarla da karşı karşıya kalmaktadırlar. Said-i Nursi de bu ahlaki yozlaşmaya dikkat çekmiş, onun beraberinde diğer alanlarda da çöküşler, gerilemeler getirdiğini belirtmiş ve ondan korunmanın Kur'an'ın emirlerine sarılmakla olabileceğini belirtmiştir.12 Nitekim K. Kerim'in bütün insanlığa indiğini, inanan, inanmayan hiçbir insanın aleyhine bir hüküm içermediğini13 ve her milleti kendi değerleri içerisinde korumayı emrettiğini14 düşünürsek, onun bu probleme çözüm olacağı daha iyi anlaşılacaktır.
Kısacası teknolojik gelişmeler neticesinde, yüzyılımızda dünya toplumları birbirlerine o denli yaklaşmışlar ki ulusal eğilimler, giderek sınır tanımaz eğilimler ve kollektif tepkilere dönüşmüş ve milletlerin bağımsız hareket etme yetenekleri giderek azalmıştır.15 Öyle ki devletlerarası sınırlar sadece coğrafi olarak hissedilmektedir. Dolayısıyla bu süreç milli devletlerin geleceğini de tartışmaya açmıştır. Böylece günümüzdeki bir hareket, ülkeler hatta kıtalar bazında kalmamakta, bütün dünyayı sarabilmektedir. Bunların neticesinde, birlikte yaşamak zorunda olduğumuz dünyanın problemlerinin de arttığı bilinen bir gerçektir. Gittikçe artan bir ölçüde toplumlar birbirlerini etkilemektedir. Bu gidişin pluralist, yani çok kültürlü, çok ahlaklı, çok hukuklu, çok dilli ve çok dinli toplumları oluşturması kaçınılmazdır.
Birbirine yaklaşan toplumlar ve kültürler, değerler mozaiği meydana getirmektedirler. Başka bir ifadeyle günümüz insanı, farklı bir dine ve kültüre mensup insanlarla bir arada yaşamak zorunda kalmaktadır. Bu zorunluluk bazı değer problemlerini beraberinde getirmektedir. Bu problemleri de birlikte çözüp, her kesimin asgari mutluluğunu sağlayacak genel geçerliliği olan ortak değerlerin tespiti, kaçınılmaz ve en iyi alternatif olsa gerek. Sosyal hayat durgun bir yapı değildir. Her anı şartlara bağlı olarak ağır, ya da hızlı bir şekilde değişime maruz kalmaktadır. Bu yeni dünya düzeninde yeni fikirlerin ve yeni değerlerin oluşumu da tabii bir şeydir. Bu yeni oluşum içinde bizim kültürümüz ve dolayısıyla ahlakımız da kendi payına düşeni almaktadır.16 Bu değişikliklerden kaçınmamız mümkün değildir. Her an yeniden oluşmakta olan ahlakî değerlerimize mümkün olduğunca olumlu müdahaleler yapmalıyız. Başka medeniyetlerin etkisinden kaçınmak mümkün değilse, etkilenme sonucu oluşacak yeni ahlakın içinde kendi değerlerimizi hissettirmeliyiz. Nitekim farklı ahlakî değerlerin çatışmasıyla ortaya çıkacak olan yeni ahlak, çatışan değerlerin izlerini taşır. Bunun için biz de ahlakımızla bu çatışmanın içinde olmalıyız. Kültürde ve ahlakta bu değişim ve millilik özelliğini kaybetme tehlikesini fark eden Bediuzzaman, evrensel ilkelerin oluşturulabileceğini kabul etmekle birlikte, örf ve adetler konusunda başka milletleri taklit etmeye karşı çıkmıştır.17 Hemen burada yanlış anlaşılmamak için şunu da belirtmeliyim.
Oluşmakta olan yeni değerler bütünü içinde bizim değerlerimizin yer alması isteği, diğer milletlerin değerlerini asimle etmek isteği değildir. Asıl amaç globalleşme sürecinde insanımızın öksüzleşmemesi, kimliğini kaybetmemesidir. Aynı hakka diğer milletler de sahip olmalıdırlar. Bu yapılırken tek vazgeçilmez şart, benimsetilen her değerin bir milletin değil, bütün insanlığın menfaatine olmasının gözetilmesidir.
Ahlâki değerlerin kaynaklarından biri olan kültür; örf, adet, gelenek ve göreneklerden beslenir. Yukarıda da değindiğimiz üzere, kültür; tarih bakımından mevcudiyeti kesin olarak bilinen bir toplumun sosyal etkileşim yoluyla nesilden nesile gelişerek aktarılan maddi ve manevi yaşam tarzlarının belirlenmesinde etkili rol oynar. Bu suretle, insanlarda benlik ve mensubiyet duygusu, kimlik şuurunun kazanılmasına yardımcı olur. Böylelikle kültür, bütünleşmeyi sağlar ve yaşanan çevreyi ve şartları toplumun hedefleri yönünde değiştirme isteği ve iradesi veren değer, norm ve sosyal kontrol unsurlarının belirlediği bir sistem olur.18 Daha önce de ifade etmiş olduğumuz gibi, bu kültürün genel tanımı içinde milletlere has olan ve onları birbirinden ayıran özgün kültürün yanında, bütün insanlığın ortak olduğu ortak kültür de vardır. İşte her gün biraz daha globalleşen dünyamızda, özgün kültürün sınırları gittikçe daralırken, ortak kültürel değerlerin sınırları genişlemektedir. Genişleyen ortak kültürel değerlerin yeniden oluşumunda, her millete kendi kimliğini ve vazgeçilmez değerlerini erozyona uğratılmadan muhafaza etme fırsatı verilmeli. Yoksa globalleşme uğruna milletlerin vazgeçilemez değerleri korunamaz hale gelir. Vazgeçilmez değerlerini kaybeden milletler aslında kendi öz varlığını kaybetmiş olur. Böyle olunca da küresel kraliyet kurulmuş olur. Dolayısıyla da Dünya demokrasi ile değil krallıkla yönetilmeye başlanacaktır. Kral da şüphesiz en güçlü olan olacaktır. Diğerleri ise kraliyet ailesine hizmet etmekle sorumlu olacaklardır.
Kültürlerin bir parçası olan "dil" meselesinde de aynı şekilde duyarlı olmalıyız. Dildeki giderek yabancılaşma kültürel ve ahlâki bir problem haline gelmektedir. Düşüncenin temel kaynağı olan dil, Yusuf Has Hacip'in de belirttiği gibi, insanî kıymetlendirir ve insan onunla saadet bulur.19 Yetersiz olan ve öz benliğine uygun olmayan dil ile meydana gelecek olan düşünce eksik olacaktır. Yeni yeni düşüncelerin-fikirlerin üretimi anadil ile olur. Örneğin Türkçe dün doğu dillerinin etkisindeyken, bugün batı dillerinin etkisinde kalmıştır. Bu, belki globalleşen dünyada kaçınılmaz olabilir. Ancak bunun bir sınırı olmalı. Küreselleşen dünyada bazı değerlerin değişmesi, yok olması ve yerlerini yeni değerlere bırakması kaçınılmaz olabilir. Ancak bu yeni oluşum kimlik problemi yaratmayacak şekilde olmalıdır. Daha fazlasına kendimiz için müsaade edilmemesi gibi, diğer milletler için de müsaade edilmemelidir.
Gittikçe daha çok küreselleşen dünya, ahlakî anlamda öz eleştiri yapmalı. Görsel bir hedonizmin insanların hayatında artık sağlam bir dayanak olamayacağı anlaşılmalıdır. Ortak paydaları olmayan ve herkesin kendi gereksinimlerini karşılamayı düşündüğü bir toplum, eninde sonunda mutlu ve mutsuz, bütün fertleri ile yok olmaya mahkûm olacaktır. Bu gerçeği genel anlamda pek çok bilim adamı kabul etmektedir. Hatta bir Amerikalı siyaset bilimcisi, Amerikanın bugünkü tutumunu bu açıdan eleştirerek, yöneticilerinin dikkatini çekmektedir.20
Çağımızın bütün değerlerinin şablonları, yeniden gözden geçirilerek evrensel değerler bulunmadıkça, globalleşen dünyamızın bunalımları devam edecektir. Bu yapılırken, maddeye ve niceliklere, duyuların boyutlarına sıkışıp kalınmamalı. Sübjektif sınırlar aşılıp, insanın ulviliğine-şerefine yaraşacak, yüce ve evrensel çaplı hedefler belirlenmelidir. Bütün insanları kucaklayıcı tipte olmalıdır. Yukarıda zikrettiğimiz üzere, "İnsanların en hayırlısı, insanlara en hayırlı olandır." hadisine uygun bir şekilde hareket ederek soylu, hayırlı, mutlu bir çağ yakalamayı hedeflemeliyiz.
Bu noktada Said-i Nursi, çözümün Kur'an'da ve Hz. Peygamberin uygulamalarında olduğunu belirtmektedir. Çünkü ona göre inançsızlık, vatana, millete ve ahlaka zararlı bir hastalıktır.21 Bediuzzaman, Kur'an'ın insanları mutluluğa ulaştıracak evrensel ahlak ilkelerini içerisinde bulunduran bir kitap olduğunu ifade etmektedir.22 Ayrıca o şu sözleriyle hem Peygamberin, hem de onun koymuş olduğu ahlak ilkelerinin evrenselliğine işaret etmektedir.
"Madem zatında, vazifesinde ve dininde, en yüksek ve en güzel ahlaklar, en ulvi, en mükemmel seciyeler, ve en kıymettar ve makbul hasletler bulunuyor. Elbette o zat, mevcudattaki kemalâtın ahlâk-ı âliyenin misali, mümessili, timsali ve üstadıdır."23
Görülüyor ki, Said-i Nursi insanlığın bunalımlardan kurtulmasının ve mutluluğa ulaşmasının Kur'an'a ve Hz. Peygamber'in ortaya koyduklarına uymakla, onları pratik hayata yansıtmakla mümkün olabileceği görüşündedir. Çünkü İslam'da, pozitif anlamda, sistemlerin en globali ve tüm insanlığın menfaati vardır. İslam'da hiçbir insanın aleyhine hiçbir şey yoktur. Zaten onun evrenselliği de buradan gelmektedir.
Milli sınırların belirsizleştiği çağımızda, problemler de milli sınırlar içinde kalmıyor. Adi suçlar, uyuşturucu, tecavüz, terör gibi aykırılıklar her ülkenin ortak problemi haline gelmiştir. Diğer taraftan bir diğer sıkıntı yalnızlık, ruhsal soğukluk, herkesçe paylaşılabilecek ortak noktaların pek çok olmasına karşın hedonist anlayışın ön plana çıkması insanları karamsarlığa itmektedir. Belki bu yalnızlığı, hedonizmi, biraz olsun azaltabilmek için, ortaya çıkan göz alıcı bir terim olan "globalleşme" olumlu yönde etkili rol oynayabilecek mi? Modern çağın insanımızdan alıp götürdüğü ve yokluğunu derinden hissettiğimiz egoizmin ve bencilliğin zıddı olan diğergâmlığı ifade eden altrüvizme24 ulaşmak için bir vasıta olur düşüncesiyle evrensel ahlâkın oluşturulması çözüm olabilir mi? Biçimsel ya da nesnel, niceliksel bazı ilerlemelerin ötesinde biz insanların birleşebileceği manevi bir ortak payda bulunabilir mi?
Kanaatimizce bir ortak payda bulunabilir. Bu ortak paydanın da ahlâk olması gerekir. Ortak bir dinin olması, hiç bir dindar için düşünülemez. Çünkü inanılan bir değer olarak din, insanın dünyadaki yegâne değerlerinden biridir. Bunun için kimse kimseden dinini değiştirmeyi istemek hakkına sahip değildir. Dolayısıyla en doğru ortak payda ahlâk olabilir. Ahlâk, hem dinden hem de kültürden beslenen değerler topluluğudur. Gerçi ahlâkın ortak payda olması konusunda da bir takım zorluklar olabilir. Ancak bu zorlukların aşılamayacak türden zorluklar olmadığı kanaatindeyiz. Hangi ülke ve hangi millet olursa olsun toplumların meselelerinde ve olanaklarında birbirlerinden farklı oldukları bir gerçektir. Nitekim bu gerçeği İslam,
"Biz bütün insanları farklı milletlere, ırklara ayırdık."25
mealindeki ayet ile desteklemektedir. Örneğin aralarındaki bazı benzerliklere rağmen, İsrail, Yunanistan, Suriye, İran gibi komşuları olan Türkiye, komşularından farklıdır. Her ülkenin insan kaynağı, yeraltı yerüstü zenginlikleri birbirlerinden farklıdırlar. Bununla birlikte bu farklılıkları hazırlayan çevre, din, tarih, turizm ve jeopolitik şartlar gibi pek çok faktörler de vardır.
Bunların ışığında konuya bakılacak olursa, toplumların bugünkü problemlerini çözmedeki yolları birbirinden farklı ise de problemler aynıdır. Ayrıca ahlâkın yaptırım ve kontrol etme gücüne sahip olabilmesi için bir yönden de eğitimle ilgili olmasının böyle bir evrensel ahlâkın oluşmasını biraz daha zorlaştırdığının farkındayız.Burada da eğitim bilimcilerine iş düşmektedir. Evrensel bir ahlâkı benimsetmek için yine evrensel bir eğitim metodu geliştirilmelidir. Bu metodun içinde evrensel ahlâki değerler yer alırsa bu zorluk da aşılmış olur. Bir diğer zorluk ise objektiflik konusudur. Objektiflik yalnızca objeyi olduğu gibi görmek değil, aynı zamanda, insanın kendisini de olduğu gibi görmüş olmasını, yani gözlem objesine ilgi duyan bir gözlemci olmak bakımından, içinde bulunduğu özel durumun bilincine varmış olmak gerekir.26 Çünkü evrensel ahlâk için mutlak manada herkes iyiyi bulmak için tam bir objektiflik yakalayabilmelidir. Mutlak manada niyetin iyi olması da yetmez. Eylemin sonucu herkes için iyi olmalıdır. Örneğin, Avrupa'nın karanlık döneminde, İspanyollar Müslümanları ve Yahudileri ruhlarını kurtarmak gerekçesi ile diri diri ateşe atıp yakmışlardır.27 Burada yakanlara göre iyiyi niyetle yapılmış bir eylem var. Fakat yanan insanlar için aynı şeyi söyleyemeyiz. İşte bütün insanlar için sonuçları iyi olan ve herkes için geçerli olan ahlâki davranış örnekleri bulmak zordur. Bütün bu zorluklara rağmen özellikle dünya barışını sağlamak için ortak değerler bulunması gerekir. Bu değerlerden biri de ahlâkta evrensel değerlerin bulunması olmalıdır. Bunun temelinde iki önemli unsur yer almaktadır. Bu unsurlar da kültür ve dindir.
Globalleşen dünyamızda milletler arasında bir ortak kültür oluşmaktadır. Oluşan bu ortak kültürden doğacak olan ahlak da global bir ahlak olacaktır. Bu oluşumun dışında kalmak mümkün değilise, o zamanda bu oluşuma kendi değerlerimizi katmak için azami çaba gösterilmelidir.
Sonuç:
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; istesek de istemesek de gerçek olan şu ki, dünya hızla globalleşmektedir. Mademki bu kaçınılmaz bir realitedir, o halde biz de, diğer milletler de, bu süreçte yerimizi almalıyız. Söz konusu durum bugünkü haliyle bizim ve pek çok milletin aleyhine gibi görünse de, ondan uzak duramayız. Öyleyse her millet "BİZ" kalarak bu süreçte kültürüyle, diniyle, ahlakıyla, kısacası milli ve manevi değerleriyle yerini almalıdır. Özellikle Müslüman olarak öteden beri, dinimizin evrensel boyutlu, bütün insanlığı kucaklayabilecek, herkes tarafından kabul edilebilecek nitelikte olduğunu savunmaktayız. Bunu en güzel örneğini şu ayet, özellikle temel hak ve hürriyetler konusunda hiçbir ayırım yapmadan, herkese aynı mesafede olduğunu vurguluyor.
"Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınızın aleyhine olsa da, Allah için şahit olarak adaleti gözetin."28
Ayrıca şu ayet de inanmayanlara dahi iyi davranmayı emreder ve İslam'ın evrenselliğini açıkça ortaya koyar.
"... İnanmayanlara karşı bir sorumluluk yoktur, diyenler bir suç işlemekte, yalan söylemektedirler."29
İşte, bu inancımızı uygulamaya koymak için gerekli çabaları göstermeliyiz. Bunun da en güzel yolu, ahlaki ilkelerden yola çıkmakla olacağı kanaatindeyim. Ahlaki değerlerimizi koruyup evrensel nitelikte olan bu ilkeleri gerektiği gibi sunmak gerekir. Bu açıdan baktığımızda da özellikle İslam'ın diğer milletlere nazaran daha avantajlı olduğu ortaya çıkacaktır. Bunun için ilahiyatçılar, felsefeciler, sosyologlar, psikologlar ve eğitimciler kısaca, gerek sosyal gerekse fen bilimciler olarak, bu konuya eğilmeliyiz. Bu yapılırken ana temadan sapmadan, yeni yorumlar getirilmeli ve en batıl kabul edilen bir din bile hor görülmeyecek derecede objektif olmaya çalışılmalı, görüşler indi fikirlerle olarak değil, mantık zemininde yargılayarak ortaya konulmalıdır.
Yine ilim ve teknolojinin ürünü olan ve hemen hemen herkesin takip ettiği iletişim araçlarını İslam'ın sevgi, kardeşlik ve barış mesajlarını taşımak için kullanılmalı. Bunu Batıda kilise son derece yaygın bir şekilde yapmaktadır. Örneğin Amerika'da 1300'den fazla radyo ve televizyon istasyonu dini yayın yapmaktadır.
Ayrıca dinimizin ve ahlakımızın evrensel boyutlarını tespit ederken, inanan ya da inanmayan ayrımı yapmadan verilmiş mesajlardan hareket edilmeli. İslam'da bu tür mesajlar o kadar çoktur ki, İslam ahlâkı o denli hümanisttir ki, bütün dünyanın ahlâkı olabilecek niteliktedir.
Dini metinlerde geçen "Ey insanlar" şeklindeki hitaplar ile "Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma.", "İnsanların size karşı nasıl bir tavır takınacakları, büyük ölçüde sizin onlara karşı nasıl davranacağınıza bağlıdır.", "Benim için istediğinin iki misli senin olsun." şeklindeki ifadeler, bizim önemli hareket noktalarımız olabilir.
Şunu da unutmamalıyız ki, globalleşme teknolojinin, ekonominin, siyasetin dayatması olarak değil, meşru diyaloglar çerçevesinde gerçekleşmesi halinde, insanlığa faydalı olacaktır. Dolayısıyla eğer globalleşmenin insanlığın faydasına işleyen bir süreç olmasını istiyorsak, o zaman onu insanlığın temel dinamikleri olan kültür, din, ahlak, medeniyet, eğitim ve adalet gibi değerlere dayandırmalıyız.
Sabrınız için teşekkür eder, hepinizi saygıyla selamlar, teşekkür ederim.
Kaynakça
2 Kur'ân-ı Kerîm, Teğâbün Sûresi, 64/1.
3 Bkz. Kur'ân-ı Kerîm, En'âm Sûresi, 6/130.
4 Said-i Nursi, Sözler, Envar Neşriyat, İstanbul 1995, s. 237.
5 Aclunî, Keşfu'l-Hafâ, Daru'l-Kutubu'l-İlmiyye, Beyrut 1988, I/393, Hadis No: 1254.
6 Bkz. H. N. Erkızan, "Küreselleşmenin Tarihsel ve Düşünsel Temelleri Üzerine," Doğu Batı, yıl 5, sy. 18, 2002, s. 69, 70.
7 Taşkın Takış, "Fantastik Bir Festival: Küreselleşme," Doğu Batı, yıl 5, sy. 18, 2002, s. 5; H. N. Erkızan, "Küreselleşmenin Tarihsel ve Düşünsel Temelleri Üzerine," Doğu Batı, yıl 5, sy. 18, 2002, s. 65.
18 S. Tural, Kültürel Kimlik Üzerine Düşünceler, s. 109, 139.
25 Kur'ân-ı Kerîm, Hucurat Sûresi, 49/13. Aclunî, Keşfü'l-Hafâ, Daru'l-Kutubu'l-İlmiyye, Beyrut 1988. Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 2000. Erich Fromm, Erdem ve Mutluluk, İş Bankası Yay., 1994. Erol Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, İstanbul 1997. ***
Taşkın Takış,"Fantastik Bir Festival:Küreselleşme", Doğu Batı, yıl.5, sy. 18, 2002. Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig II,çev. RaşidRahmeti Arat, 6.baskı,Ankara 1994. Zbigniew Brzezinski,Kontrolden Çıkmış Dünya, çev. Haluk Menemencioğlu, İş Bankası yay. 1994.