İNSANI TANIMANIN ÖNEMİ

GİRİŞ

Varlıklar içerisinde İlâhî mesaja muhatap olan varlık, insan ve cindir. Her ikisinin de yaratılış gayesi, Yaratıcı'ya kulluktur. 2 İnsanın bu görevini doğru yapabilmesi için kendisine akıl verilmiştir. 3

Aklın temel özelliklerinden birisi de "sebep arama, bir nesneyi ya da bir olayı, başka bir nesne ya da olayla bağ kurarak açıklama'dır. Said Nursî, Allah'ın varlığını ve sıfatlarını ispat ederken, genellikle insanın bu özelliğinden yararlanır. Klâsik misâli de şudur:

"Bir harf kâtipsiz olmaz, bir kanun hâkimsiz olmaz." 4

Yine Allah'ın hikmetle iş gördüğünü ispat için insanda bulunan uzuvların üstünlüğünü, âhengini ve faydalarını misâl getirir. 5

O'nun bu tip misâllere yer vermesi, "akıl eğitimi" için, son derece güzel örnekler teşkil eder. 6

İnsan için tek başına akıl yeterli görülmemiş, bunun yanında peygamber ve kitap gönderilmiştir.

Diğer taraftan insan, âlem-i kebîrin bir musağarıdır. 7 Bununla birlikte bütün kâinat hizmetine sunulmuştur.

İnsan, orijinal ve çok yönlü bir varlıktır. Başta Kur'an ve Hadis, çeşitli yönleriyle bize onu tanıtmaktadı. Ayrıca şimdiye kadar geliştirilen pek çok ilmî disiplinler de insanın tanınmasına yardımcı olmaktadır.

Herhangi bir ham maddeyi mamul madde haline getirmek için onu tanımak ne derece önemli ise, insanı da kulluk gibi yüce bir basamağa yükseltirken çeşitli yönleriyle tanımak, o derece önemlidir.

Risâleler'de 8 insan fıtratına pek çok yerde dikkat çekilmiş, nasıl yönlendirileceği hakkında metodik bilgiler verilmiştir. Hatta Yaratıcı'nın ispatı, ibâdetlerin gerekliliği, 9 insanın çeşitli fıtrî özellikleri hesaba katılarak yapılmaktadır. Bize göre, Risâleler'in eğitici olmasının sebebini de burada aramak gerekir.

Aklın temel özelliklerinden birisi de "sebep arama, bir nesneyi ya da bir olayı, başka bir nesne ya da olayla bağ kurma"dır.

Said Nursî, Risâlelerinin pek çok yerinde tasavvufçular ve kelâmcıların varlık âlemini, dolayısıyla insanı tanımlamasına eleştiriler getirir. Bilhassa tasavvufçuların Tanrı adına varlığı yok saymalarını, yani "La mevcûde illâ Hüve = Allah'tan başka varlık yok, her şey O" ya da "Lâ meşhûde illâ Hüve = Kâinatı unutup nisyân perdesini üstüne çekme" demelerini kesinlikle kabul etmez. 10 Bunun yerine asıl denilecek olan "Lâ Ma'bûde illâ Hüve = Allah'tan başka tapılacak yok" ya da "Lâ maksûde illâ Hüve = Allah'ın rızasının dışında hedef yok", demek gerekir. Asıl mesele, eşyada görülen her özelliğin, Fâilin bir fiili olarak idrâk edilmesidir. Kur'an yolu bu yoldur. 11

Bilhassa bu ifadeler, tevhîd inancı açısından üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir konudur.

İnsanın tanınması, onun ne olması gerektiği hakkında da fikir yürütmemize yardımcı olmaktadır. Öyle sanıyoruz ki, Risâleler'i bu açıdan inceleyenler, hem daha kolay anlayacaklar hem de daha çok istifade edeceklerdir.

RİSALELER DE ELE ALINAN FITRÎ ÖZELLİKLER

A. Çok Yönlü Varlık

İnsanlar diğer canlılar arasındaki en önemli farklardan birisi, insanın bilgisiz olarak dünyaya gelişidir. Diğer canlılar ise, programlanmış olarak gelir, hayatları boyunca da hiç bir ilerleme kaydetmezler.

Ancak insan, bir takım biopsişik kabiliyetler ve çekirdeklerle dünyaya gelir. Elbette ki bu çekirdeklerin geliştirilmesi gerekir. yani insan bir imkânlar varlığıdır.

Yalnız bu imkânların olduğu gibi bırakılması düşünülemez; geliştirilmesi gerekir. Bunu da eğitim sağlar. Nitekim Kant'ın dediği gibi "insan, ancak eğitimle insan olur."12

Bu gerçek, Risâleler'in bir çok yerinde, çeşitli açılardan ifade edilmiştir. Başta, insanda binlerce hissiyâtın var olduğuna dikkat çekilir ve bunların mutlaka dikkate alınması gerektiği üzerinde durulur:

"İşte tahmin ederim ki, nâsihlerin nasihatları şu zamanda te'sirsiz kaldığının bir sebebi şudur ki: Ahlâksız insanlara derler.' Hased etme! Hırs gösterme! Adâvet etme! İnad etme! Dünyayı sevme! Yâni, fıtratını değiştir gibi zâhiren onlarca mâlâyutak bir teklifte bulunurlar. Eğer deseler ki: Bunların yüzlerini hayırlı şeylere çeviriniz, mecralarını değiştiriniz.' Hem nasihat te'sir eder, hem dâire-i ihtiyarlarında bir emr-i teklif olur."13

İnsaniyetteki meratib-i terakkiyât ve tedenniyât nihayetsizdir. Onun içindir ki, insan şeytan'ın hedefidir. Nitekim meleklerin ve hayvanların mertebeleri sabit olduğu için şeytan musallat olmaz. Ama insanlarda Nemrudlar'dan Firavunlar'dan tut, tâ Sıddıkîn-i Evliyâ ve Enbiyâ'ya kadar uzun bir terakkî mesafesi vardır.14

Said Nursî,cennet'ten kovulma hâdisesini de bu açıdan değelendirir ve şöyle bir izah getirir:

"...Eğer Hz. Adem Cennet'ten kovulmuş olmasaydı, istidât-ı beşeriye inkişâf etmezdi." 15

Said Nursî'ye, "Biz insanı yücelttik, değer verdik..." 16 âyeti ile "Gerçekten insan çok zâlim, çok câhildir!"17 âyetini nasıl bağdaştıracağız, şeklinde bir soru yöneltilir. O da konuyu şöyle cevaplandırır:

"Cenâb-ı Hak; kemâl-i kudretiyle nasıl bir tek şeyden çok şeyleri yapıyor, çok vazifeleri gördürüyor, bir sahifede bin kitabı yazıyor. Öyle de; insanı, pek çok enva' yerinde bir nev'-i câmi' halketmiş. Yâni, bütün envâ'-ı hayvanatın muhtelif derecatı kadar bir tek nev' olan insan ile, o vezaifi gördürmek irade etmiş ki; insanların kuvâlarına ve hissiyâtlarına fıtraten bir had bırakmamış, fıtrî bir kayd koymamış, serbest bırakmış. Sâir hayvanatın kuvâları ve hissiyâtları muhduttur, fıtrî bir kayd altındadır. Halbuki insanın her kuvâsı, hadsiz bir mesafede cevelân eder gibi, gayr-i mütenahî cânibine gider. Çünki insan, Hâlik-ı kâinatın esmâsının nihayetsiz tecellîlerine bir âyine olduğu için, kuvâlarına nihâyetsiz bir istidat verilmiş.

"Meselâ insan, hırs ile bütün dünya ona vesile, "Daha var mı?"18 diyecek. Hem hodgâmlığıyla, kendi menfaatine binler adamın zararını kabul eder. Ve hâkezâ... Ahlâk-ı seyyiede hadsiz derecede inkişafları olduğu ve Nemrudlar ve Fir'avun'lar derecesine kadar gittirler ve sîga-i mübâlağa ile zalûm olduğu gibi, ahlâk-ı hasenede dahi hadsiz bir terakkiyata mazhar olur, Enbiyâ ve Sıddikîn derecesine terakkî eder."

"Hem insan hayvanların aksine olarak hayata lâzım her şeye karşı câhildir, her şeyi öğrenmeye mecburdur. 19 Hadsiz eşyaya muhtaç olduğu için, sîga-i mübâlağa ile cehûldür. Hayvan ise, dünyaya geldiği vakit hem az şeylere muhtaç, hem muhtaç olduğu şeyleri bir-iki ayda, belki bir-iki günde, bazen bir-iki saatte bütün şerâit-i hayatını öğrenir. Güya bir başka âlemde tekemmül etmiş, öyle gelmiş. İnsan ise, bir-iki senede ancak ayağa kalkar, onbeş senede ancak menfaat ve zararı farkeder. İşte cehûl mübâlağası buna da işâret eder." 20

İnsanın Çok Yönlü Yaratılışının Sebepleri:

1. Allah nimetlerinin bütün nevilerini ve çeşitlerini tattırmak istemektedir.

2. Nimetlerinin her nev'ine insanın müşteri ve tâlib olması için.

3. Hadsiz tecelliyât-ı esmasının, ayrı ayrı zuhurlarını duygularla, hissiyatla ve hassasiyetle Allah'a bildirmesi için. 21

B. İsteme Duygusu Olan Varlık

"Dua ediniz, karşılık vereyim!"22

âyetlerini açıklarken, insandaki "isteme duygusu"na dikkat çeker ve şöyle bir açıklama yapar:

"Denildiği gibi: Eğer vermek istemeseydi, istemek (gibi bir duygu) vermezdi." 23

C. Ölümlü Varlık

İnsanoğlunun zihnini en çok meşgul eden olaylardan birisi, şüphesiz ölüm gerçeğidir.

Başka bir açıdan meseleye baktığımızda, "ölüm düşüncesi" insanların hayat felsefelerini de belirlemektedir.

Ölümü bir yokluk ya da yeni bir hayata geçiş şeklinde anlayanların hayata bakışları, birbirlerinden tamamen farklıdır.

Şu açık bir gerçektir ki, her nefis ölümü tadacaktır. 24 Bunu kabul etmemek zaten mümkün değildir. Asıl mesele, ölümden sonra bir hayatın olup olmamasıdır.

Nitekim modern psikoloji ve insanla ilgilenen diğer ilimler, insanın hayatını, döllenme ile başlatır ve ölümle bitirir. Ürkütücü ve korkutucu olan da burasıdır.

Kur'an'da, insanın ilk yaratılışında kullanılan ana maddenin toprak olduğu, sonraki yaratılışların ise, bir döllenme esasına dayandığı belirtilmektedir. Ve ölüm, bir geçiş devresidir. 25

Bu konu Risâleler'de şöyle izah edilmektedir:

"Mevt; vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvîl-i vucuddur, hayat-ı bâkiyye bir da'vettir, bir mebdedir, bir hayat-ı bâkiyenin mukaddemesidir. Nasıl ki, hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünkü, en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebâtiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i san'at olduğunu gösteriyor. Zira meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti; tefessüh ile çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizâcat-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sünbülün hayatıyle tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sümbülün mebde-i hayatıdır; belki aynı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi, hayat kadar mahlûk ve muntazamdır."

"Hem zîhayat meyvelerin mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı insaniyeye çıkmalarına menşe' olduğundan;'o mevt, onların hayatından daha muntazam ve mahlûk' denilir."

"İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti; böyle mahlûk hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvisi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, Âlem-i Berzahta, elbette bir hayat-ı bâkiye sümbülü verecektir."

Said Nursî, ölümün bir nimet olduğu üzerinde de durur. Ve bunları dört maddede özetler:

1. Ağırlaşmış olan vazife-i hayattan ve tekâlif-i hayatiyeden âzad edip yüzde doksan dokuz ahbabına kavuşmak için, Âlem-i Berzahta bir visal kapısı olduğundan, en büyük bir nimettir.

2. Dar, sıkıntılı, dağdağlı, zelzeleli dünya zindanından çıkarıp; vüs'atli, sürurlu, ızdırapsız, bâki bir hayata mazhariyetle, Mahbûb-u bakînin daire-i rahmetine girmektir.

3. İhtiyarlık gibi şerâit-i hayatiyeyi ağırlaştıran birçok esbab vardır ki; mevti, hayatın pek fevkinde ni'met olarak gösterir. Meselâ: Sana ızdırap veren pek ihtiyar olmuş peder ve vâliden ile beraber, ceddin cedleri, sefalet-i halleriyle senin önünde şimdi bulunsaydı; hayat ne kadar nikmet, mevt ne kadar ni'met olduğunu bilecektin. Hem meselâ: Güzel çiçeklerin âşıkları olan güzel sineklerin, kışın şedâidi içinde hayatları ne kadar zahmet... Ve ölümleri ne kadar rahmet olduğu anlaşılır.

4. Nevm, nasılki bir rahat, bir rahmet, bir istirahattir; hususan musibetzedeler, yaralılar, hastalar için...Öylede: Nevmin büyük kardeşi olan mevt dahi, musibetzedelere ve intihara sevkeden belâlara mübtelâ olanlar için, aynı ni'met ve rahmettir. Amma ehl-idalâlet için, müteaddit sözlerde kat'î isbat edildiği gibi; mevt dahi hayat gibi nikmet içinde nikmet, azab içinde azaptır. O, bahisten hariçtir.26

D. Ebedîlik Duygusu Olan Varlık

İnsan fıtrat itibariyle dâimî bir hayat isteyen, sınırsız emelleri ve elemleri olan bir varlıktır. 27 Aslında o, ebed için yaratılmıştır. 28 Çünkü dünya onun ihtiyacını karşılayacak özellikte değildir. 29 İnsan ebediyet için ayartılmamış olsaydı Allah ona o sıfatı vermezdi. 30

İnsanın bu duygusu Cennet'ten çıkarılış senaryosunda da kendisini gösterir.

Bilindiği gibi Cennet'de Hz. Adem ve Havva'ya, tek bir ağaç hariç, bütün ağaçlardan yemesi serbesttir. Tâ baştan itibaren bu ikisinin yaratılışına karşı çıkan şeytan bir yolunu bulup yasağı deldirmek, utanma duygularını yok etmek ve bu yolla da kendisinden üstün olmadıklarını ispatlamak istiyordu. 31 Bunun için iki kandırma tekniği devreye sokar. Ve şu tekliflerle çıkar onların karşısına:

1. "... Rabbinizin size bu ağaca yaklaşmanızı yasaklamış olması, yalnızca sizin iki melek olmamanız ve ebedî yaşayanlardan kılınmamanız içindir."

2. Bu tekliflerini götürürken yemin eder ve iyilik sever bir tavır sergiler. 32

Melek olmak ve ebedî yaşamak, yüce duygulardır. Şeytan itaatsizlik konusunda vesvese verirken, insanın bu yüce duygularından yararlanmaktadır. Yani ateşi içten tutuşturmaktadır.

E. Acz ve Zaafiyet Sahibi Varlık

Said Nursî, insanın zayıf oluşunu pek çok konuyu açıklamada kullanır. Bunların başında da Allah'ın varlığının ispatı gelir. Şuâlar isimli kitabında konuyla ilgili olarak şöyle bir izah yapar:

"Hayatım, acz ve zaafiyle ve fakr ve ihtiyaciyle Hâlik-ı hayatın kudret ve kuvvetine ve gına ve rahmetine âyinedarlık eder. Evet nasıl ki, açlık derecesiyle yemeğin lezzet dereceleri ve karanlığın mertebeleriyle ışık mertebeleri ve soğuğun mikyasiyle hararetin mizan dereceleri bilinir. Öyle de, hayatımdaki hadsiz acz ve fakr ile beraber hadsiz ihtiyaçlarımı izâle ve hadsiz düşmanlarımı def etmek noktasında Hâlikımın hadsiz kudret ve rahmetini bildim. Sual ve dua ve iltica ve tezellül ve ubudiyet vazifesini anladım ve aldım." 33

F. Vicdan Sahibi Varlık

Vicdan, faydalı bir iş yaptığımızda bizi sevindiren; kötü bir şey yaptığımızda da üzen bir duygudur.34 Vicdanın bir diğer anlamı da "sağduyu"dur.

Vicdan, bizi hayra sevkeden ve kötülüklerden alıkoyan bir sestir. Ahlâkî davranışlarımızın değerlendirmesini de vicdan yapar.

Vicdan, insanın içinde bulunan bir mahkemedir. Bu sayede insan, kötü bir iş yaptığı zaman, derûnî bir azap duyar. 35

Şüphesiz vicdan tek başına doğruyu bulamaz. Mutlaka onun iyi yönde programlanması ve eğitilmesi gerekir. Aksi takdirde insan, yapılan kötülükler karşısında iç çatışma yaşamaz ve vicdan azabı duymaz hale gelebilir.

Vicdanı bir bilgisayar programına benzetebiliriz. Yani neye göre programlarsak, o yönde hareket eder.

Said Nursî, konuyu şöyle dile getirir:

"... Fakat, nihayet derecede alçaklığa düşmüş bir vicdan ki, bilerek dinini dünyaya satar... " 36

G. Nefs Sahibi Varlık

Nefs kelimesi Kur'an'da nötr bir güç olarak "insanın kendisi" 37 anlamına gelir. Nefs için "Ene" 38 tabiri de kullanılır.

Diğer taraftan nefs, "ruh, aşağı duygular, kulun kötü huyları ve çirkin vasıfları vb." anlamlara da gelmektedir. 39 Nefsin pek çok hevâ ve hevesleri vardır. Kur'an, çeşitli vesilelerle, bunların "Tanrı edinilmemesi" konusunda uyarır. 40

Nefsin Tanrı edinilmesi, kayıtsız şartsız, nefsin isteklerine teslim olmak demektir. 41

İslâm'a göre îmandan sonra en değerli amel, cihâddır. 42 Kur'an ve Hadisler'de pek çok yerde buna temas edilmiştir. 43

Hz. Peygamber'in belirttiğine göre, cihâdın en fazîletlisi de, nefisle yapılan mücâdeledir. 44

Tabiî ki nefisle cihâd zor bir mücadeledir.

Said Nursî, "Nefislerinizi tezkiye etmeyin." 45 âyetini açıklarken konuya şu şekilde dikkat çeker:

"... Zira: İnsan, cibilliyeti ve fıtratı hasebiyle nefsini sever. Belki, evvelâ ve bizzat yalnız zâtını sever, başka her şey'i nefsine fedâ eder. Mâbud'a lâyık bir tarzda nefsini medheder. Mâbud'a lâyık bir tenzih ile nefsini meâyibden tenzih ve tebrik eder. Elden geldiği kadar kusurları kendine lâyık görmez ve kabul etmez; nefsine perestiş eder tarzında şiddetle müdafaa eder. Hattâ fıtratında tevdi' edilen ve Mâğbud-u Hakîkînin hamd ve tesbihi için ona verilen cihâzat ve istîdâdı, kendi nefsine sarfederek, 'Şimdi sen, kendi hevâsını ilâh edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbi üzerine damga vurduğu ve gözü üstüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz' 46 âyetinin sırrına mazhar olur. Kendini görür, kendine güvenir, kendini beğenir. İşte şu mertebede, şu hatvede tezkiyesi, tathiri; onu tezkiye etmemek, tebrik etmemektir." 47

"Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, Rabbimin kendisini esirgediği dışında var gücüyle kötülüğü emreder... " 48

âyetini açıklarken de şöyle bir açıklama yapar:

"Evet, nefsini beğenen ve nefsine itimat eden bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören, bahtiyârdır. Bazen olur ki nefs-i emmâre, ya levvâmeye ve mutmainneye inkılâb eder; fakat silahlarını ve cihâzâtını âsaba devreder. Âsab ve damarlar ise, o vazifeyi âhir ömre kadar görür. Nefs-i emmare çoktan öldüğü halde, onun âsârı yine görünür, çok büyük Asfiya ve Evliya var ki, nüfusları mutmainne iken nefs-i emmareden şekvâ etmişler. Kalbleri gayet selim ve münevver iken emrâz-ı kalbden vâveylâ etmişler. İşte bu zatlardaki, nefs-i emmare değil, belki âsaba devredilen nefs-i emmarenin vazifesidir. Maraz ise, kalbî değil, belki maraz-ı hayâlîdir."49

Said Nursî, bu problemin çözümü için, şu şekilde düşünülmesini ister:

"Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Halbuki ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımni bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün'im-i hakikiye ait şükrü, senâyı, zahiri esbaba verir hata eder." 50

I. Rızk'a Hadim ve Musahhar Varlık

İnsan ve hayvan aleminin merkezini "rızık" oluşturur. Adeta insan ve hayvan rızk'a aşık ettirilmiş, genel olarak da rızka hadim ve müsahhar kılınmıştır. Yani onlara hükmeden rızıktır.

Rızıkta çok zengin ve geniş bir hazine vardır. Hadsiz nimetleri cami'dir. Hatta rızkın çok envaından yalnız bir nev'inin tatlarını tanımak için, lisanda kuvve-i zaika namında bir cihaz ile mat'umat (yenecek şeyler) adedince manevî ince mizancıklar konulmuştur.

Görüldüğü gibi rızık çok geniş bir çerçevede takdim edilmiştir. Dikkat nazarıyla bakıldığında, kâinat içinde en acib, en zengin, en garib, en şirin, en camiî ve en bedî hakikatın rızıkta olduğu görülmektedir.

Envâ'ı zîhayat içinde en ziyade rızkın envaına muhtaç, insandır. Cenab-ı Hak insanı bütün Esmasına camiî bir ayine ve bütün rahmetinin hazinelerinin müddeharatını tartacak, tanıyacak cihazata malik bir mucize-i Kudret ve bütün Esmasının cilvelerinin vaziyetlerinin inceliklerini mizana çekecek aletleri havi bir halife-i Arz suretinde halk etmiştir. Onun için hadsiz bir ihtiyaç verip, maddi ve manevi rızkın hadsiz envaına muhtaç etmiştir. İnsanı, bu camiiyete göre en âlâ bir mevki olan ahsen-i takvime çıkarmak vasıtası, şükürdür. Şükür olmazsa, esfel-i safiline düşer; bir zulm-ü azimi irtikab eder. 51

İnsana o kadar çok nimet verilmiştir ki; bu hem verenin büyüklüğünün hem de bundan istifade edecek olan insanın özelliklerini gösterir. 52

Acz ve fakr, insanı nihayetsiz kudret ve rahmete rabteder. Diğer taraftan bu acz ve fakr, Kadir-i Rahim'in Dergâhında en makbul bir şefaate vesile olur. 53

J. Temsillerde Kullandığı Bazı Karakter Örnekleri

Said Nursi, çeşitli konularla ilgili temsili örneklerini verirken, çeşitli insan tipleri üzerinde durur. Bazen de zıd karakter örneklerini bir arada verir. Bu insan tiplerini şöyle sıralayabiliriz:

1. Hodbîn, talihsiz adam.

2. Hudâbin, bahtiyâr insan.

3. Asi ve hevaya tabi insan. 54

4. Muhtaç varlık. 55

5. Bedbaht tip. 56

6. Şikemperver (Karnına düşkün) 57

7. Mağrur (nefsi Firavunlaşmış) tip. 58

8.Ayyaş tip.59

SONUÇ:

Said Nursî'nin eserleri hakkında pek çok yönlerden inceleme yapılmış, çeşitli eserler kaleme alınmıştır. Bize göre O'nun en önemli yönü, ilhâmını Kur'an'dan alması, devrini ve problemlerini tanıması, iyi gözlemci olması ve meselelerini insan gerçeğine dayandırmasıdır. Öyle sanıyorum ki ilerde, bu tip araştırmalara ağırlık verilmesi gerekecektir.

Bu mütevâzi çalışmada, sadece, konu üzerinde düşünülmesinin gerekliliğine işaret etmeye çalıştık. Ama bu konuda araştırma yapacaklara tavsiyemiz, Risâleler'i incelerken, insanı tanıtan diğer ilmî disiplinlerin verilerini göz önünde bulundurmalarıdır.

Risâlelerde yapılan yönlendirmelerin açık hedefi, insana insanı tanıtmaktır. Bu konudaki tavsiyesi oldukça manidardır:

"Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku... Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var!... " 60

Dipnotlar:

Prof. Dr. Abdullah ÖZBEK

1 1950 yılında ORDU - Kumru'da doğdu. İlkokulu Kumru'da, orta tahsilini de Samsun'da tamamladı. 1975 yılında Konya Yüksek İslâm Enstitüsü'nü bitirdi.

1975 yılı ORDU - Gölköy Lisesi Din Dersi öğretmenliğine tayin oldu. 1976 yılı Kumru İmam Hatip Lisesi'ni kurdu ve müdürlüğünü yaptı.

1977 yılı Konya Yüksek İslâm Enstitüsü'ne asistan oldu.

1978 yılı Devlet Lisan okulu (İng) bitirdi.

1980 yılı Milli Eğitim bakanlığınca Irak'a gönderildi.

1985 yılında Din Eğitimi dalında doktor, 1989 yılında doçent, 1996 yılında da profesör oldu.

1993-94 Öğretim yılı Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü kurucu müdürlüğünü yaptı.

1996-1998 yılları arası (iki yıl) Selçuk Üniv. İlâhiyat Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevinde bulundu.

Eğitim ve Din Eğitimi konularında, yurt içi ve yurt dışında konferanslar verdi, seminer ve sempozyumlara katıldı.

Halen, Selçuk Üniv. İlâhiyat Fakültesi İlköğretim Öğretmenliği Bölümü ve Din Eğitimi Anabilim Dalı başkanlığı'nı yürütmektedir.

Eserleri:

Bir Eğitimci Olarak Hz. Muhammed

Ahlâk Eğitimi (basılmadı)

Bir Eğitimci Olarak Yunus (Basılmadı)

Bir Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca

Bir Eğitimci Olarak Âkif

Kur'an'da Tevhid Eğitimi

Ayrıca Din Eğitimi ve Eğitim sahasında birçok tebliğ ve makaleleri yayınlanmıştır.

2 Zâriyât, 51/56.

3 Akıl insan için bir alettir. Onun nefsinin hesabına çalıştırırsa, zarar eder. Bak: Said Nursi, Sözler, (tarihsiz), s. 28.

4 S. N. sözler, s. 61.

5 S.N.Sözler, s. 68.

6 Bak: S.N. Sözler, s. 61-69.

7 Bak: S.N. Sözler, s. 61-69.

8 "Risâleler" Bak: S.N.Sözler,s.61-69züyle,Said Nursî'nineserleri kasdedilmektedir.

9 Bak: Said Nursî, Sözler,s. 23.

10 Bak: Said Nursî, Sözler,s. 23.

11 Bak: Said Nursî,age., s. 341-342.

12 Bak: Said Nursî,age., s. 341-342

13 Said Nursî,Mektubat, (tarihsiz) s. 33-34.

14 S. N. age, s. 43-44.

15 S. N. age, s. 42-43.

16 İsra,17/70.

17 Ahzab, 33/72,

18 Kur'an'da bu ifade Cehennem için kullanılır. "O gün Cehennem'e doldun mu?" diyeceğiz. O da "daha var mı?" diyecek. Kaf, 50/30. Adetâ Cehennem'in günahkârlara karşı olan hırsı ile insanın mala karşı olan hırsı arasında bir benzerlik kurulmuştur,

19 Bu yönüyle insan öğrenen varlık'tır

20 S.N. age, s. 340,

21 Geniş bilgi için bak: S.N. Şualar, (tarihsiz), s. 57-58,

22 Furkan, 25/77,

23 S.N. age, s. 310,

24 Âli İmran, 3/185,

25 Mü'minun, 23/16. Ayrıca bak: Hac, 22/5,

26 S.N.age, s. 7-8,

27 S.N. Şualar, (tarihsiz), s. 85,

28 S.N. Sözler, s. 92

29 S.N. Sözler, s. 69,

30 S.N. Sözler, s. 91,

31 Bakara, 2/34-35; Araf, 7/20,

32 Bak: Araf, 7/19-22

* Günümüzde de insanlar saptırılırken, hep yüce duygular kullanılmaktadır. Çünkü bu yolla insanı saptırmak daha kolaydır. Aslında şeytan'ın hileleri zayıftır. (Nisa, 4/76) Bir an için insanın iradesine sahip olamaması, bu zayıf tuzağa düşmesine yol açar,

33 S. N. Şualar, s. 61-62,

34 Vicdan nefsin bir özelliğidir. Vicdan, insan yanlış bir iş ya da düşünceye niyet ettiği zaman, o kişiyi bu yüzden kınar ve azarlar. Buna nefs-i levvame de denir. Geniş bilgi için bak: Mevdudi, Tefhimu'l-Kur'an, Terceme: Heyet, İnsan Yay, İst. 1987, c. 6, s. 486-487,

35 Mahmud mehdi El-İstanbuli, Keyfe Nurabbi Etfalena, 2. Baskı, Beyrut, 1985, s. 54,

36 S.N. Mektubat, s. 372,

37 Enam, 6/164,

38 S.N. Şualar, s. 57,

39 Nefs'le ilgili bazı temel kavramları şöyle sıralayabiliriz.1. Nefs-i cemadî: Maddi nefis, maddeyi bir arada tutan ve dağılmasına engel olan güç. 2. Nefs-i nebatî: bitkisel nefs ,üremeyi, büyümeyi ve beslenmeyi sağlayan güç. 3. Nefs-i hayvanî: Hayvani nefs. His ve iradeli hareketlere sahip olma gücü.4. Nefs-i insanî: İnsan nefsi. İnsandaki küllileri kavrama ve akıl yürütme gücü. 5. Nefs-i natıka: İnsan ruhu, insanın canlılar arasındaki yerini belli eden cevher. 6. Nefs-i kudsiye: Kutsal nefs.Türk için mümkün olan her şeyi elde etme melekesine sahip nefs. Alemin canı, kainatın ruhu. Alem bir insan gibi kabul edilir ve onun da bircanı olduğuna inanılır. 7. Nefs-i Küll (Bütün nefis): Arş-ı ala'dan kinayedir. (bak: Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet yay.İst.1991 s. 368-369; Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, ilgili maddeler.)

Nefsin makamları ise şöyle sıralanmıştır:

1. Nefs-i emmare: Nefsin kötü huyları. İnsanı kötülük yapmaya teşvik eden nefis. Üzeri yoğun ve kalın perdelerle örtülü nefis.

2. Nefs-i levvame: Yanlış bir iş ve düşünceye niyet ettiği zaman, o kişiyi kınar ve azarlar.(Ayrıca bak: 22. dipnot.)

3. Nefs-i mutmainne: Bu kavram, Fecr, 89/27 ayetinde geçmektedir. Doğru yol üzerinde sebat ederek sapık yollardan sakınmak suretiyle tatmin olan nefistir. Hiçbir şüphe ve tereddüt taşımadan, itminan-ı kalble ve Allah'ı Rabb kabul edip O'nun peygamberlerinin getirdiğidini hak din bilerek Allah'a ulaşan insandır. O insan, Allah'ın Rasulü'nün getirdiği her akide ve ameli hak olarak kabul eden ve Allah'ın dininin yasakladığından mecburen değil, seve seve kaçınarak uzak durandır. Kısaca İslâm'ın sunduğu her şeyden kalbi mutmain olan kişidir. (Ayrıca bak: Fecr, 89/72 ayetin tefsirleri)

4. Nefs-i raziye ve marziye: Bu kavram, Fecr, 89/28. ayetinde geçmektedir. Adı geçen surenin 27. ve 28. ayetlerinde, "Ey mutmain olan nefis! Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabb'ine dön!" denilmektedir. Bu söz insana ölüm anında söylenecektir. Kıyamet günü tekrar diriltilip haşr meydanına gittiğinde, Allah'ın mahkemesinin her merhalesinde ona itminan verilecektir. Çünkü o Allah'ın rahmetine yaklaşmaktadır. Bunlara ilave olarak bazı tasavvuf kitaplarında Nefs-i mümhime (ilham bu gibi kavramlara, daha ziyade batını manalar verilmiştir.

40 Furkan, 25/43; Casiye, 45/23.

41 bak: mevdudi, age, c, 5, s. 308-309.

42 Arapça'da cihad kelimesi mana itibariyle kapsamlı bir kelimedir. Her tür çaba, çalışma, çatışma ve savaşı ihtiva eder. Allah uğrunda cihad etmek. O'nun yolunda, O'nun rızasını kazanmak için, başkalarını onun yoluna uymaktan alıkoyanlara karşı çıkmak anlamına gelir. Cihad ilk önce kişinin kendi nefsine boyun eğdirebilmesi için onunla savaşmasını gerektirir. Çünkü kişi kendi nefsinin kötülüklerine karşı savaşmadıkça, arzu ve isteklerini Allah'a itaat şeklinde ortaya koymadıkça gerçekbir cihadyapmışolmaz.

43 Bakara, 2/218; Âli İmran, 3/142; Enfal, 8/74; Tevbe, 9/16,19; Hac, 22/78; Ayrıca bak: Buhari, Hac, 4; Cihad, 1; Müslim, iman, 80.

44 Hz. Peygamber bu tür bir cihadın gerekliliğini zaman zaman vurgulamıştır. Bak: Tirmizi, Fedailu'l-Cihad, 2; Ahmet b. Hanbel, c, 6, s, 20-22. Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: İslâm nefisle mücadeleyi, yani onu terbiye etmeyi öngörüyor. Kesinlikle nefsi öldürme ve baskı altına alma diye bir şey yoktur.

45 Necm, 53/32.

46 Casiye, 53/32.

47 S.N.Mektûbat,s. 474.

48 Yusuf, 12/53. Bu sözü, birçok imtihanlardan geçtikten sonra, Hz. Yusuf söylemişti.

49 Bak: S.N.Mektûbat,s. 337.

50 S.N.Mektûbat,s. 14.

51 Bak: S.N. age, s. 375-377. Said Nursî'ye göre,en âlâ ve en yüksek tarik olan tarik-ı ubûdiyet ve mahbubiyetin dört esasından en büyük esası şükürdür ki; o dört esas şöyle tabir edilmiş:

"Der tarik-ı acz-mendi lazım amed çar-ı çiz: Acz-i mutlak, Fakr-ı mutlak, Şevk-i mutlak, Şükr-ü mutlak ey aziz... "

52 Bak:S.N.Sözler,s. 69.

53 S.N.Sözler, (tarihsiz), s. 6.

54 S. N.Sözler,s. 19.

55 S. N. age, s. 19, 24, 25

56 S. N. age. s. 21.

57 S.N. age, s. 23.

58 S. N. age, s. 27.

59 S. N. age, s. 27.

60 Bu ifade Yunus'un şu dörtlüğünü hatırlatmaktadır: 'İlim ilim bilmektir./ İlim kendin bilmektir. / Sen kendini bilmezsen, / Bu nice okumaktır... "

Kategorileri:
Okunma sayısı : 7.943
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...