KÜRESELLEŞMENİN ARDINDAN İNSANİ DEĞERLERİ YENİDEN GÜÇLENDİRME İHTİYACI, KUR'ÂNÎ REHBERLİK VE ÜSTAD NURSİ'NİN YAKLAŞIMI

Küreselleşme dört asırdan fazla bir süre önce, Kilisenin faizciliği, yani borç verilen ve alınan para üzerinden faiz alma ve vermeyi 1553 yılında meşrulaştırmasıyla başlayan bir değişimin muhtemelen en ileri ve en son aşamasıdır. Bu Calvin fermanıyla başlayan Kilise reformunun bir sonucuydu. Değişimin ikinci halkası sanayi devrimi oldu. Birinci aşama; hayalî para yaratarak insanın satın alma gücünü artırırken, ikincisi piyasayı ikincil veya üçüncül tüketim ürünleriyle doldurdu. Bu kötü oyunun hevesli oyuncuları kendi göreceli nüfuz alanlarının kısa sürede doyuma ulaştığını gördüler. Sürekli artan hayalî para üretimi yeni yatırım alanları ve projeleri istiyordu. Böylece Küreselleşme çağının habercisi olan coğrafî engellerin yıkılışı ve çok uluslu şirketlerin (TNC=TransNationalCompanies)doğuşu ve egemen oluşu gerçekleşti. Küreselleşmenin siyasal, sosyal ve kültürel alanlar dahil, hem ekonomik hem de ekonomik olmayan bütün alanları etkileyen büyük bir değişim gücü olduğu kabul edilmektedir.

Bu makalede, Küreselleşmenin insanî değerler üzerindeki etkisini, önceliklerdeki değişime odaklanarak ele alacağım. Kur'ân'ın bizi kaynaklar ve fırsatların adil ve eşit dağıtımını sağlamak üzere "insan merkezli" bir ekonomik sisteme yönlendiren esaslarını ve son olarak da Üstad Nursi'nin insanlığın yararı için Kur'ân esaslarının yayılması yaklaşımını ele alacağım.

KÜRESELLEŞMENİN ETKİLERİ

(a) Artan Eşitsizlikler:

Üretim küresel düzeyde örgütlenebileceği için, şirketler rutin olarak faaliyetlerini, ucuz işçilik yada hammadde arayışı içinde, ülkeden ülkeye kaydırmaktadırlar. Böylece küreselleşmenin yararları adaletsiz bir şekilde dağıtılmakta, bazı uluslar ve gruplar diğerleri pahasına kalkınmaktadır. Ekonomik ve siyasal gücün Çok Uluslu Şirketler, sermaye piyasaları ve Kuzeyin finans kuruluşlarında yoğunlaşması nedeniyle Küreselleşmenin baş yararlanıcıları sanayileşmiş ülkeler olacaktır. Güneyde bile eşitsizlikler görülmektedir. Bu bölgede değişimden yararlananlar birkaç büyük toprak sahibi ve geniş piyasalara ulaşabilen ihracata yönelen girişimcilerdir. Öbür yandan yoksul ve işçi sınıfı acı çekmeye devam etmektedir. Yerli ve yabancı ihracatçılar küçük toplulukları yerlerinden ettiler. Yerel sanayinin belkemiği olan küçük esnaf hızlı bir ithal ürünü akımıyla marjinalleştirildi.

(b) Kültürel İşgal:

Küreselleşme toplumları ve kültürleri bir çok yönden etkiledi. Sanat, kültür ve medya üzerindeki etkisi; reklamlar, filmler ve piyasa kaygılı programlı haberler dahil televizyon şovlarıyla sağlanmaktadır. Kültürel işgalin büyük bir değişim gücü olabileceği ve bu sektörde gelişmiş kültürlerin egemen olacağı gözden uzak tutulmamalıdır. Böylece gelişmiş ülkeler kültürlerini ve değerlerini yada "değerden yoksun" sistemlerini acımasızla dayatabilmekte ve zenginleştirebilmektedirler. Bunun sonucu; en azından ülkelerin kentleri ve bu saldırıya maruz kalan bölgelerinde kültürel çeşitliliğin azalması olmuştur.

(c) Artan Tüketim Kültürü:

Sürekli büyüme ve üretim modern ekonomik sistemin ana unsurudur. Bu sistem yalnızca kendi ürünlerini tanıtmak için değil, aynı zamanda daha bilinçli ülkeler tarafından reddedilen ürünlerine yeni pazar bulmak için, daha fazla tüketiciye ve yeni pazarlara ihtiyaç duymaktadır. Farklı tüketim maddeleri medya yoluyla saldırganca pompalanmakta ve 'statü sembolleri' yada yaşam tarzı ve sosyal konumu yükselmek için zorunlu bir ihtiyaç gibi lanse edilmektedir. Bu ikincil ve üçüncül tüketim ürünleri, yeni piyasalara kültürel devrim ve 'liberalleşme' sembolleri olarak sürülmektedir. Ünlüler değişimi ilan edecek "Marka elçileri" olarak istihdam edilmektedir. Toplumun bunun bedelini ödeyebilecek sektörleri tarafından artırılan tüketim düzeyi, yalnızca toplumda sosyal gerilimi artırmakla kalmamakta, aynı zamanda mevcut kaynaklar üzerinde de baskı oluşturmaktadır. Bu iki yönlü bir silahtır: bir yanıyla kişiyi hile yoluyla daha fazla kazanmaya zorlamakta, diğer yanıyla ise aynı hilelerle kişiyi, yiyecek bulmak için mücadele veren diğer insanlara aldırmaksızın, kişisel lüksü ve yaşam tarzı için daha fazla harcamaya ikna etmektedir.

KUR'ÂN'IN İNSAN MERKEZLİ SİSTEMİ:

İnsanlık tarihinde, son dört yüz yıldaki kadar radikal biçimde insanlığı etkileyen bir zenginlik arayışı dürtüsü görülmemiştir. Zenginlik arayışı daima insan davranışının ortak dürtüsü olmuştur. Modern dürtüyü bu kadar tahrip edici kılan, dayandığı ekonomik ideolojinin herhangi bir değer kaygısından yoksun olmasıdır. Bu ideoloji; müsrif ve açgözlü bir toplum yaratmıştır.

Buna tamamen karşıt olarak Kur'ân bu gezegendeki insanları "Halife" olarak ilan etmektedir:

"O (Allah) sizi yeryüzünün halifeleri yaptı. Bazınızı derecelerle bazınızın üstüne çıkardı. Şunun için ki: Size verdiği şeylerde sizi imtihan etsin.Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve yine şüphesiz ki O, yegâne bağışlayıcı, çok merhametlidir."205

Kur'ân yeryüzündeki bütün kaynakların bütün insanlar için yaratıldığını belirtmektedir:

"Yerde olan şeylerin hepsini sizin istifadeniz için yaratan O'dur".206

Bu nedenle Halifenin (Kur'ân'ın rehberliğinde); bütün bu kaynakları herhangi bir ayrım yapmaksızın bütün insanlara dağıtmak üzere adil bir sistem kurması beklenmektedir. Ancak eğer bu kaynaklar sınırlanır yada biriktirilirse, adalet kaybolacak; açgözlülük ve israf hasletleri gelişecektir. Kur'ân'ın kesinlikle yasakladığı da budur:

"(Kim) ki mal toplamış ve onu saymıştır. Zanneder ki malı, kendisini ebedî yaşatacaktır. Hayır ! Yemin olsun Hutame'ye atılacaktır. Hutame nedir bilir misin? O, Allah'ın yakılmış ateşidir".207

"... Yeyin, için, ama israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez".208

ÜSTAD NURSİ'NİN KURÂNÎ MESAJIN YAYILMASINA YAKLAŞIMI:

Said Nursi'ye (1877-1960) yaşamının oldukça erken bir döneminde onun olağanüstü yeteneğini gören hocaları tarafından gayet uygun bir şekilde 'Bediüzzaman" (Zamanın Harikası) ünvanı verilmiştir. Talebeleri, hayranları ve müritleri onu saygılarından dolayı "Üstad" olarak adlandırırlar. Zamanının din âlimlerinin uygulamasının aksine, Nursi fen ve matematik bilimleri ve felsefe öğrenmiştir. Bunun İslam teolojisini yenilemek ve yeniden yorumlamak ve İslam ve Kur'ânî ideolojinin düşmanlarının meydan okumasına cevap vermek için tek yol olduğuna inanıyordu. Onu çağının diğer âlimlerinin büyük bir kısmından ayıran bir başka kişilik özelliği de; taklidi reddetmesidir. İmanın yayılmasının taklid yoluyla değil tahkik yoluyla gerçekleştirilmesi gerektiğine inanıyordu. Allah'ın yarattığı mevcudatı ve bu mevcudatın sergilediği fenomenleri mü'minler için bir işaret ve kılavuz ışığı olarak görüyordu.

Onun yaşadığı devir bilim ve teknolojinin yeni çığırlar açtığı bir devirdi. Materyalist ilerlemenin etkisiyle, genelde insanlar ve özelde aydınlar Yaratıcıyı inkar ediyor ve her şeyi tesadüfe ve tabiata mal ediyorlardı. Bu materyalist akımlara karşı çıkmak için, aynı derecede güçlü bir inançla "İslamî Dünya Görüşü"nü sunmak mutlak bir zorunluluk haline gelmişti. Allah (C.C.) İslam'a bu büyük hizmeti yapması için Üstad Nursi'yi seçti. Nursi, aklın rolünü ve Kur'ân'ın mesajıyla uyumluluğunu vurguladı ve Hıristiyanların din adamlarını körü körüne izlemesi ve taklit etmesini yanlış yola sapmalarının temel nedeni olarak gördü.

"Nasârâyı ve emsalini havalandırarak dalâlet derelerine atan, yalnız aklı azil ve burhanı tard ve ruhbanı taklit etmektir".209

Buna karşın Müslümanların yaklaşımı akla dayanmaktadır:

"Kur'ân'ın talebesi olan biz Müslümanlar delili takip ederiz. İman hakikatlerine akıl, fikir ve kalplerimiz vasıtasıyla yaklaşırız. Diğer dinlerin bazı mensupları gibi din adamlarını körü körüne taklit etmek için delili terk etmeyiz. Bu sebeble akıl, ilim ve teknolojinin yaygın olacağı istikbalde dahi Kur'ân hakim olacaktır".210

Onun gözlemi çok açık ve net bir şekilde Kur'anî mesajı açıklamaktadır:

"Onlar ki, Rablerinin âyetleriyle va'z-u nasihat edildikleri vakit, onlara karşı sağır ve kör (gibi) yıkılıp yatmazlar".211

Bu kadar harika bir rehberlik ve eğitimi kitabının emanetinde olmalarına karşın Müslümanların bu kadar geri kalmış olmaları ironiktir. Bediüzzaman bunu onların Kur'ân'dan uzaklaşmalarına bağlamaktadır:

"Hem tarih şahittir ki, ehl-i İslâm ne vakit dinine tam temessük etmişse, o zamana nisbeten terakki etmiş; ne vakit salâbeti terk etmişse, tedennî etmiş. Hıristiyanlık ise bilâkistir".212

Güncel Küreselleşme dalgası bizi insanların gıda, sağlık yada eğitim cephelerinde acı ve yokluklarını sömürme ve bundan para kazanma eğilimi taşıyan bu şer güçlerle karşı karşıya bıraktı. Üstad Nursi'nin öğretilerinin Kur'ân'ın mesajının yayılmasını kolaylaştıracak "Nur'unu yaymanın ve alternatif (Kur'ânî) kalkınma ve ilerleme modeli geliştirmenin zamanı geldi.

BEDİÜZZAMAN'IN İLERLEME VE KALKINMA KONSEPTİ

Burada belirtmek istiyorum ki; burada Üstad Nursi'nin görüşlerini sunarken, kendi sözlerimi kullanmayacak ve ondan doğrudan alıntı yapacağım. Kendimi onun sözlerini, daha ikna edici ve açık bir tarzda, yeniden ifade etme veya yeni kelimelerle yazmaya yetkin bulmuyorum. Yetersizliğini ve başarısızlığımı kabul etmeyi, mesajın anlamını zayıflatmaya tercih ederim.

Üstad Nursi'nin ilerleme ve kalkınma konsepti böyle bir sunumun zaman ve mekan bakımından olan sınırları içinde üç alt başlıkta ele alınabilir:

(i) Kişisel Çıkara karşı Kişisel Fedakârlık

(ii) İsrafa karşı İktisat

(iii) Hırsa karşı Şükür

(i) Kişisel Çıkara Karşı Kişisel Fedakârlık:

Mevcut ekonomik düzen, en alt düzeyinden Çok Uluslu Şirketlere kadar, benlik merkezli iken, Üstad Nursi kişisel fedakârlık kavramını savunmaktadır. Nursi ilerlemenin sırrının kişisel fedakârlıkta ve ulusun menfaatini kişisel çıkarların üstünde tutmakta olduğuna inanmaktadır. Her Müslüman ait olduğu toplum için bütün çaba ve enerjisini harcamalıdır. Onun bu çabaları Cenab-ı Hak tarafından yalnızca bu dünyada değil, aynı zamanda ahirette de mükafatlandırılacaktır.

"Bunu da teessüf ve teellümle size beyan ediyorum ki: Ecnebîlerin bir kısmı, nasıl kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar, onun bedeline çürük bir fiyat verdiler. Aynen öyle de, yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye temas eden seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar, terakkilerine medar ettiler. Ve onun fiyatı olarak bize verdikleri, sefihane ahlâk-ı seyyieleridir, sefihane seciyeleridir."

"Meselâ, bizden aldıkları seciye-i milliye ile, bir adam onlarda der: "Eğer ben ölsem milletim sağ olsun. Çünkü milletimin içinde bir hayat-ı bakiyem var." İşte, bu kelimeyi bizden almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas da budur. Bizden hırsızlamışlar. Bu kelime ise, din-i haktan ve iman hakikatlerinden çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır. Halbuki, ecnebîlerden içimize giren pis ve fena seciye itibarıyla bir hodgâm adam bizde diyor: "Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer ben görmezsem bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun." İşte bu ahmakane kelime dinszlikten çıkıyor, âhireti bilmemekten geliyor. Hariçten içimize girmiş, zehirliyor".213

Nursi, Japonların Batının kalkınma modelini almalarına karşın kültürlerine sahip çıkmada gösterdikleri muhafazakârlığı takdir etmektedir.

"Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki, onlar Avrupa'dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin mâye-i bekası olan âdât-ı milliyelerini muhafaza ettiler".214

(ii) İsrafa Karşı İktisat

Dünyanın ekonomik düzeni kuşakların birbirini beslediği döngüsel bir tarzda hem kâr hem de müşteri üretmektedir. Bu düzen müsrif yada tutumsuz bir yaşam tarzına inanmakta ve uygulamakta; "Sahip Oldukları" için "Kullanmayı" kendi hakları olarak görmektedir. Bu Kur'ân'ın itidal, sadelik ve iktisat modeline tamamen zıttır. Kendi şeffaf ve ikna edici tarzıyla Üstad Nursi mesajını beliğ bir şekilde anlatmaktadır:

"Hâlık-ı Rahîm, nev-i beşere verdiği nimetlerin mukabilinde şükür istiyor. İsraf ise şükre zıttır, nimete karşı hasâretli bir istihfaftır. İktisat ise, nimete karşı ticaretli bir ihtiramdır."

"Evet, iktisat hem bir şükr-ü mânevî, hem nimetlerdeki rahmet-i İlâhiyeye karşı bir hürmet, hem kat'î bir surette sebeb-i bereket (tir). ktisat etmeyen, zillete ve mânen dilenciliğe ve sefalete düşmeye namzettir. Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazan mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Eğer iktisat edip hâcât-ı zaruriyeye iktisar ve ihtisar ve hasretse, "Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah'tır" âyetinin215 sırrıyla, "Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki; ona rızık vermek Allah'a ait olmasın" âyetinin216 sarahatiyle, ummadığı tarzda, yaşayacak kadar rızkını bulacak. Çünkü şu âyet taahhüt ediyor."

"Evet, rızık ikidir: Biri hakikî rızıktır ki, onunla yaşayacak. Bu âyetin hükmü ile, o rızık taahhüd-ü Rabbânî altındadır. Beşerin sû-i ihtiyarı karışmazsa, o zarurî rızkı herhalde bulabilir. Ne dinini, ne namusunu, ne izzetini feda etmeye mecbur olmaz."

"İkincisi, rızk-ı mecazîdir ki, sû-i istimâlâtla hâcâtı gayr-ı zaruriye hâcât-ı zaruriye hükmüne geçip, görenek belâsıyla tiryaki olup, terk edemiyor. İşte bu rızık taahhüd-ü Rabbânî altında olmadığı için, bu rızkı tahsil etmek, hususan bu zamanda çok pahalıdır. Başta izzetini feda edip zilleti kabul etmek, bazan alçak insanların ayaklarını öpmek kadar mânen bir dilencilik vaziyetine düşmek, bazan hayat-ı ebediyesinin nuru olan mukaddesât-ı diniyesini feda etmek suretiyle o bereketsiz, menhus malı alır."

"Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm, o gayr-ı meşru bir surette kazandığı parayla aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor. Böyle acip bir zamanda, şüpheli mallarda, zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır. Çünkü "Zaruret mecburiyetin boyutuna göre belirlenir" sırrıyla, haram maldan, mecburiyetle zaruret derecesini alabilir, fazlasını alamaz. Evet, muztar adam, murdar etten tok oluncaya kadar yiyemez. Belki ölmeyecek kadar yiyebilir. Hem, yüz aç adamın huzurunda kemâl-i lezzetle fazla yenilmez."217

(iii) Hırsa Karşı Şükür

"İsraf, hırsı intaç eder. Hırs üç neticeyi verir:

"BİRİNCİSİ: Kanaatsizliktir. Kanaatsizlik ise sa'ye, çalışmaya şevki kırar. Şükür yerine şekvâ ettirir, tembelliğe atar. Ve meşru, helâl, az malı terk edip, gayr-ı meşru, külfetsiz bir malı arar. Ve o yolda izzetini, belki haysiyetini feda eder."

"HIRSIN İKİNCİ NETİCESİ: Haybet ve hasârettir. Maksudunu kaçırmak ve istiskale mâruz kalıp teshilât ve muavenetten mahrum kalmak, hattâ "Hırs, hasâret ve muvaffakiyetsizliğin sebebidir" olan darbımesele mâsadak olur."

"ÜÇÜNCÜ NETİCE: Hırs, ihlâsı kırar, amel-i uhreviyeyi zedeler. Çünkü, bir ehl-i takvânın hırsı varsa, teveccüh-ü nâsı ister. Teveccüh-ü nâsı mürâât eden, ihlâs-ı tâmmı bulamaz. Bu netice çok ehemmiyetli, çok câ-yı dikkattir."

"Elhasıl: İsraf, kanaatsizliği intaç eder. Kanaatsizlik ise, çalışmanın şevkini kırar, tembelliğe atar, hayatından şekvâ kapısını açar, mütemadiyen şekvâ ettirir.Hem ihlâsı kırar, riyâ kapısını açar. Hem izzetini kırar, dilencilik yolunu gösterir".218

SONUÇ:

Hızla yayılan Küreselleşme fenomeni tabiatın, toplumun ve ahlâkın bozulma hızını artırdı. Aynı zamanda Bilim ve teknolojinin küresel egemenliği ve bilimsel görünüşün doğuşu, sosyal görünüşü akla, hakikate ve kanıta yöneltti. Bu nedenle hakikati, yani Kur'anî mesajı ve içindeki İlahî rehberliği yaymanın tam vaktidir. Kur'ân, kendi etik kodu ve rehberliğiyle, bize doğru yolu gösterebilir. Ancak eğer bu değerler bireylerin kendi içinden gelmek yerine, onlara empoze edilirse, başarısız olmaya mahkumdur. Farklı toplumlarda bu gibi bir çok girişimde bulunulmuştur ve bunların sonuçları bu "etkisiz"liğe tanıktır. Bir kişinin Kur'ân öğretilerine ihtiyacını görmesini ve bu öğretilerin önemini anlamasını sağlamak için, öncelikle o kimsenin Kur'ân'ı doğru perspektiften anlaması temin edilmelidir. İşte bu bağlamda Üstad Nursi'nin yaklaşımı çok büyük önem kazanmaktadır. Onun Kur'ân esaslarını anladığı, yorumladığı ve açıkladığı tarz tamamen ona hastır ve çağımızın insanı tarafından bir model olarak benimsenmeyi hak etmektedir.

Dipnotlar:

204 Dr. Mohammad Aslam Parvaiz: Direktör, Islamic Foundationfor Science & Environment (Hindistan, İslamî Bilim ve Çevre Vakfı) 665/12, Zakir Nagar, New Delhi - 110 025 (India) Tel/Faks : (0091-11)-692-4366 E-mail : [email protected]

205 Kur'ân, 6:165
206 Kur'ân, 2 :29
207 Kur'ân, 104: 2-6.
208 Kur'ân, 7:31.
209 Nursi, Bediuzzaman Said, Muhakemat, Sözler Yayinevi, Istanbul 1977, 34
210 Sunuhat, Sozler Yayinevi, Istanbul 1977, 18.
211 Kur'ân, 25:73.
212 Nursi, Bediuzzaman Said, Mektubat, 451.
213 ---------- , Tarihce-i-Hayat, 80.
214 ---------- , Divan-i-Harb-i-Örfi, Sözler Yayinevi, Istanbul 1978, 62.
215 Kur'ân, 51:58.
216 Kur'ân, 11:6.
217 Nursi, Bediuzzaman Said,Lem'alar, On Dokuzuncu Lem'a.
218 Nursi, Bediuzzaman Said, Lem'alar, On Dokuzuncu Lem'a.
Kategorileri:
Okunma sayısı : 4.354
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...