KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ VE BEDİÜZZAMAN'IN YAKLAŞIMI

Risale-i Nur'un geneline bakıldığında, bu zamanda dinsizlik fikrinden sonra, en tehlikeli ve zararlı fikrin "menfi milliyetçilik" olduğu çok rahatlıkla anlaşılır. Üstad'ın en sert sözler sarf ettiği ve müsamaha göstermediği fikir, inkarı uluhiyet ve ırkçılık fikridir. Dinimizde ırkçılık haramdır. Samimi bir Müslüman asla ve kata ırkçılık yapamaz, şayet yapıyorsa, samimiyetinde şüphe vardır. Bu genel hükümleri belirttikten sonra asıl konumuza geçelim.

Üstad'ın hayatını ve fikirlerini incelediğimizde İttihad-ı İslam taraftarı olduğu çok açık bir şekilde görülür. Yani Müslümanların bir çatı ve otorite altında olmasını savunuyor. Şimdiki zamanın ve zeminin böyle bir duruma müsait olmadığı, yani İslam ülkelerinin sınırlarını kaldırıp tek otorite ve tek devlet altında toplanmasının zor olduğu da bir gerçektir. Ama İslam birliğinin sağlanacağı başka tarz ve yollar da vardır. Bunların başında farklı devlet ve sınırların oluşturduğu siyasi ve iktisadi bir pakt olabilir. Yani Müslüman ülkeler ortak bir çatı altında birleşip, siyasi ve iktisadi bir güç haline gelebilirler. Zaten bu çağda da İttihad-ı İslam ancak bu tarz ile olabilir.

İslam coğrafyasındaki kavimler iki çeşittir. Birisi köklü ve kesretli olan büyük kavimler, diğeri ise bu köklü ve kesretli kavimlerle etle tırnak gibi olan küçük ve ekalliyetteki kavimlerdir. Büyük kavimler genelde Araplar, Türkler, Farisilerdir. Küçük kavimler ise, yüzlerle ifade edilebilir. Zaten tarihte hilafet de bu büyük kavimlerin elinde, diğer kavimlerin yardımı ve kardeşliği ile sürdürülmüştür. Bu yüzden etle tırnak haline gelen büyük kavimlerle küçük kavimlerin ayrışması hem mümkün değil, hem de akıl karı değildir.

Mesela, Türk Milleti ile Kürt Milleti etle tırnak olmuş iki kavimdir. Bunların ayrışıp, farklı devlet kurmaları mümkün ve vaki değildir. Bin yıl iç içe yaşamış ve akrabalıklar kurmuş bu kavimlerin ayrışması bir felakettir. Zira Kürt kavminin önemli bir bölümü batıya göç etmişlerdir. Mesela Diyarbakır’ın nüfusu yedi yüz bin ise İstanbuldaki, nüfusu bir buçuk milyondur. Yani iki kavmin ayrışması, hem coğrafi olarak hem nüfus olarak hem iktisadi olarak hem kardeşlik bağları olarak hem de İslam açısından mümkün değildir. Üstad da bu fikri asla ve kata kabul etmiyor. Bir avuç dinsiz Türk Milliyetçileri ile Kürt Milliyetçileri istiyor diye bu bağlar koparılmaz.

Cumhuriyet tarihinde bu konuda yapılan bazı ihmaller ve yanlış tedaviler neticesinde ülkemizde etnik çatışmalar alevlenmiştir. Dış düşmanlarımızın da bu meseleyi manipüle etmesini de ilave edersek, sorunun bu raddeye nasıl geldiği az çok anlaşılır.

Kavimlerin kendi dillerini muhafaza etmesi ve bunu konuşması en tabi haklarıdır. Bir çok milletin oluşturduğu bir devlette, resmi bir dilin olması gereklidir. Ama resmi dilin dışında her kavim ve millet kendi dilini konuşup muhafaza edebilir.

Üstad'ın Doğu'da tasarlamış olduğu Medresetü'z-Zehra projesinde okutulacak diller için; Arapça vacip, Türkçe lazım, Kürtçe caizdir, demesinde, Kürtçe'nin resmi bir devlet dili olması anlaşılmaz. Tam tersine olarak caiz diyerek; konuşulması, öğrenilmesi meşru, fakat zorunlu değildir anlamı çıkar. Zira lazım ile vacipte bir zorunluluk manası vardır, ama caiz de ise sadece kişinin kendi tercih manası hükmeder. Yani bu medresede Arapça ve Türkçe zorunlu dillerdir. Kürtçe ise isteğe bağlıdır. Dileyen bu dili kullanıp öğrenebilir.

Kuzey Irak, bölge olarak zaten Türkiye’nin bir parçasıdır. Ama zalim Avrupa devletleri bu bölgeyi hile ve baskılar ile bizden kopardılar. Tarihte Türk ve Kürt unsuru daima beraber olmuşlardır. Şimdi suni ve kasıtlı olarak Kuzey Irak bölgesi Türkiye aleyhine kullanılmaya çalışılıyor. Burada Siyonistlerin ince ve derin hesaplarını görmeyen ve bu bölücü çeteye taraftar olanlar, dolaylı olarak hem İslam’a hem de bin yıllık kardeşliğe ihanet ve vefasızlık göstermiş oluyorlar.

Irkçılık belası batının hastalıklı zihninin insanlığa bulaştırdığı bir mikroptur. Bunun ilacı ise İslam kardeşliği ve İslam milliyetçiliğidir. Dünyada bulunan bütün Müslümanlar bir millettir. Bunun karşısında olanlar da küfür milletidir. Saflarımızı iyi seçmemiz gerekir.

Özet olarak; Üstad'ın fikirleri içinde ayrı bir Kürt devleti yoktur. Türk Milleti ile Kürt milleti bir birine kenetlenmiş ve akraba olmuş iki şerefli millettir. Ayrışmayı ve bölünmeyi istemek ise, Siyonizm’e hizmet, İslam birliğine ihanettir.

Yazar:
Okunma sayısı : 9.164
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

yucel_21
Ayrılmak mümkün deyildir, bu doğrudur. Lakin münazaratın başındaki çadırında oturan doktor bir reçeteyi herkese sunmuş o reçete bazılarına şifa olurken diyerlerine zehir olmuştu çünkü hastalıklar farklıydı bunun adı istibdat.diyer doktorda çadırında oturmuş ama onun yardımcıları memleketin herterafında bulunuyor herkesin yanına gidip hastalıklarını teşhis edip büyük doktora sunuyorlar doktor da herkesin hastalığına uygun bir ilaç yazıyordu. Bunun da adı hürriyetti. Bu örnekten anlaşılan, devlet bir olsa da, eyalet sistemini savunmuştur. Mesela ankarada çıkarılan yasalar, İstanbula şifa olurken, Diyarbakırdakine zehir olabiliyor. Çünkü bu milletin gelenek ve görenekleri nazara alınmamıştır. Aynı zamanda Diyarbakırda yaşayanlar nazara alınıp yasalar çıkarılsa, bu sefer İstanbuldakilere ters etki yapacaktır. ve üstadımız ittihadı islamdan bahs ederken, cemahiri müteferikai amerika tabirini kullanarak, yine eyalet sistemini savunduğu anlaşılmaktadır.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Nur Muhafızı
Sevgili Musa Çoban beye ve site editörlerine hitabtır. "KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ VE BEDİÜZZAMAN'IN YAKLAŞIMI" başlıklı yazınızı okudum, tamamıyla ferdi düşüncelerinizmiş gibi anlattığınız bu yazınıza, keşke Risale-i Nur'dan bir bazı bölümleri de ilave ederek şeref katsaydınız. Kendi düşüncelerinizi kitaba perde yaparken kullandığınız; "Büyük kavimler genelde Araplar, Türkler, Farisilerdir." Cümlesine bizler uzun tetkikatlarımızdan sonra Üstadın ne Risale-i Nurda ne de Eski Said döneminde yazılan eserlerinde rastlayamadık. Aksine başka bir milleti Üstad'ın nazara verdiği gayet açıktır. Risale-i Nur adına Sizden istediğimiz bu cümlenizi neye dayanarak söylediğinizi belirtmenizdir. NOT: Sayın site yöneticilerinin dikkatine; sizden istediğimiz Risale-i Nur'ları muhafaza adına sorduğumuz bu suali lütfen bir an evvel yayınlayıp cevaplamanızdır. Bunun aksi durumu ise Risale-i Nur'lara bir hıyanettir ki, siz sevgili kardeşlerimizi böyle bir hıyanetten tenzih ederiz. Bizim bu notu size göndermekteki amacımız, durumun ciddiyetini iyice kavramanız içindir.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
MUSA ÇOBAN

Hürriyet-i şer'iye ile meşveret-i meşrua, hakikî milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyettir. Ve Hilâfet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibarıyla, o İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kalesi hükmünde Arap ve Türk hakikî iki kardeş, o kale-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar. Hutbe-i Şâmiye

Ey bu camideki kardeşlerim ve kırk-elli sene sonraki âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki ihvanlarım! Zannetmeyiniz ki, ben bu ders makamına size nasihat etmek için çıktım. Belki buraya çıktım, sizden olan hakkımızı dâvâ ediyoruz. Yani, küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hâkim üstadlarla bağlıdır. Sizin tembelliğiniz ve füturunuzla, biz biçare küçük kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz. Hususan, ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan Araplar, en evvel bu sözlerle sizinle konuşuyorum. Çünkü, bizim ve bütün İslâm taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyetin mücahidleri sizlerdiniz. Sonra muazzam Türk milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler. Hutbe-i Şâmiye

Evet, ben bin gafil ve âmi Kürdü, bir Türk olan Hulûsi'ye karşı tutmadığımı ve bin cahil Kürdü, birer Türk olan Âsım ve Refet'e mukabil göremediğimi ve bir genç olan Hüsrev'i bin âmi Kürtle değişmediğimi ehl-i dikkat ve benim ahvâlime muttali olanlar tasdik ettikleri halde, frengîlik namına ve ilhad hesabına, Türkçülük perdesi altında, sahtekâr bir milliyetperverlik suretinde ve hodfuruşluk cihetinde bana tecavüz edenler ve Türk milletini ve milliyetini zehirleyen mülhidler bilsinler ki, ben millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücahid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğimi binler Türk şahittirler. İşte bana Kürt diyen ve itham eden, zahir hamiyetperverlik gösteren sahtekârlar, bu millete ne gibi hizmet ettiklerini göstersinler. Barla Lâhikası

Bu sene Mekke-i Mükerremede gayet büyük bir âlim hem Hind lisanına, hem Arab lisanına Nurun büyük mecmualarını tercüme edip Hindistan'a ve Arabistan'a göndererek "En kuvvetli nokta-i istinadımız olan vahdet ve uhuvvet-i İslâmiyeyi temine çalıştığı gibi, Türk milletinin daima dinde ve imanda ileri olduğunu Nur Risaleleri ile gösteriyor" demişler. On Dördüncü Şua

Sekizincisi: Geçen sene Ruslar, çoklukla hacıları hacca gönderip, onlarla propaganda yapıp ki, Ruslar başka milletlerden ziyade Kur'ân'a hürmetkâr diye, âlem-i İslâmı din noktasında bu vatandaki dindar millet aleyhine çevirmeye çalıştığı aynı zamanda, Risale-i Nur'un büyük mecmuaları hem Mekke-i Mükerremede, hem Medine-i Münevverede, hem Şam-ı Şerifte, hem Mısır'da, hem Halep'te âlimlerin takdirleri altında kısmen intişarlarıyla o komünist propagandasını kırdığı gibi, âlem-i İslâma gösterdi ki, Türk milleti ve kardeşleri eskisi gibi dinine ve Kur'ân'ına sahiptir ve sair ehl-i İslâmın dindar büyük bir kardeşi ve Kur'ân hizmetinde kahraman kumandanıdır diye o ehemmiyetli, kudsî merkezlerde o Nur mecmuaları bu hakikati gösterdiler. Acaba Nurun bu kıymettar hizmet-i milliyesi bu tarz işkencelerle mukabele görse, zemini hiddete getirmez mi? On Dördüncü Şua

Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten şanlı bir surette kurtulmasına büyük bir vesile olan Türk milleti ve Türkleşmiş olanların din kardeşleri! Eğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur'ân'a ve hakaik-i imana sahip çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet eskide yanlış bir surette ve din zararına medeniyetin propagandası yerinde doğrudan doğruya hakaik-i Kur'âniye ve imaniyeyi tervice çalışmazsanız, size kat'iyen haber veriyorum ve kat'î hüccetlerle ispat ederim ki, âlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret; ve kahraman kardeşi ve kumandanı olan Türk milletine bir adavet; ve şimdi âlem-i İslâmı mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki anarşiliğe mağlûp olup, âlem-i İslâmın kalesi ve şanlı ordusu olan bu Türk milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîden çıkan dehşetli ejderhanın istilâ etmesine sebebiyet verecek. Emirdağ Lâhikası-1

Yukarıda Risale-i Nurlardan verdiğimiz muhtelif pasajlar, gayet açık ve net bir şekilde, İslam milletleri hakkındaki müspet tasnifimizi ispat ediyor. Bizim küçük kavimden kast ettiğimiz mana; bir tahkir, bir küçük görme değil, gerçeklerin beyanıdır. İslam tarihine dikkat ile bakıldığında, hilafetin ekseri Araplar ve Türklerin liderliğinde, diğer taife ve kavimlerin yardımı ile olduğu çok aşikar olarak görülür, bu hakikatin ispata bile ihtiyacı yoktur. Risale-i Nurların haricinde ya da Risale-i Nurlarda bulunmayan şeylerin söylenmesi ya da yazılması meşru değilmiş gibi taassubi bir yaklaşıma kapılmak, ilim ve vicdan ile bağdaşmaz. Üstadın, Risale-i Nurların birçok yerinde farklı eserleri ve fikirleri referans vermesi ve onlardan az da olsa alıntılar yapması, bu tavrın yanlışlığını gösterir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...