RİSALE-İ NUR BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ RUS KOLOMİYALİZMİ-ORTA ASYA GERÇEĞİ-KOMÜNİZM VE YENİ TÜRK CUMHURİYETLERİ TÜRKİYE CUMHURİYETİNE DÜŞEN YENİ GÖREVLER

"Ekser-i hükemanın garbda ve AVRUPA'da zuhuru; ve ağleb-i enbiyanın şarkta ve ASYA'da tulu'ları, kader-i Ezelinin bir işaret ve bir remzidir ki; Asyada hakim, galip din cereyanıdır. Elbette Asyanın ileri kumandanı olan bu hükümet-i Cumhuriyet, Asyanın bu fıtrı hasiyetinden ve madeninden istifade edecek. Ve bitarafane prensibini, değil dinsizlik tarafına, belki dindarlık tarafına temayül ettirecek." (Bediüzzaman Said NURSÎ)

Üstad'ın Orta Asya Gerçeği ile İlk Karşılaşması

Gerçekte Üstad'ın Orta Asya gerçeği ile karşı karşıya gelmesi; İstanbul'a geldiği ilk yıllarda (1907) Çarlık Rusya dönemi ve o sıralarda Rusya'dan İstanbul'a gelen Türkçü aydınlarla ilk temasları ve onlardan Çarlık Rusya ve Orta Asya da yaşayan müslümanlar hakkında aldığı köklü bilgilerle başlamış, Çarlık Rusya müslümanların çok yakın ilgi göstermiş ve bu ilgisi onun ölümüne kadar da devam etmiştir.

Zaten Çarlık Rusya hakkında hiç de iyi fikirler beslemeyen Üstad'ın bu durumu fazla sürmemiş, onlar ve özellikle Orta Asya müslümanları için yeni bir fikrî hazırlık içine girmiştir. Bundan sonraki sayfalarda üzerinde duracağımız parlak fikirler işte onun, böyle çok ciddi ve çileli bir arayıştan sonra vardığı neticelerdir.

Ne var ki Bolşeviklerin; yeni bir ihtilal ile Çarlık Rusyasını yıkmaları, komünistlerin iktidarı ele geçirmeleri, (Ekim, 1917) bolşevik liderlerin komünizmi bir rejim ve Üstadın tabiri ile "küfr-ü mutlak" 2 yani, Allahsızlığı bütün Anadolu ve Orta Asya Türklüğüne karşı çarpık bir ideoloji, Hayır! korkunç bir ejderha olarak sunmaları; Üstad'ın Ruslara karşı duyduğu nefreti kamçılamış, bundan da öte onu, amansız bir mücadleye sevketmiştir. Üstad'ın, Anadolu ve Orta Asya Müslümanlığı adına komünistlerle yaptığı bu zorlu mücadeler ne yazık ki çok na' müsait şartlar altında olmuş ve bu, onun tabiri ile "kabir kapısına" 3 kadar da devam etmiştir.

Üstad: Çarlık Rusya ve Osmanlı

Üstad'ın İstanbul'a geldiği yıllar; Çarlık Rusya'nın, hem Osmanlı, hem Balkanlar ve Anadolu, hem de; Orta Asya Müslümanlığına adeta kan kusturduğu bir nevi "Moskoflu yıllar" olarak tarihe geçmiştir. Fransa, İngiltere, Almanya gibi o devirlerin "Düvel-i Muazzaması" sayılan büyük devletler, nasılki; Avrupa'nın dünya çapında sömürgeciliğinin, koloniyalizminin yüzsüz temsilcileri olmuşlarsa, bu Çarlık Rusya için de böyle olmuştur. Çarlık Rusya da; Asya'nın, Türk İslâm dünyasına karşı sömürgeci gücünün zalim, cebbar, korkunç bir temsilcisi olarak ortaya çıkmış ve onun bu hali komünizmin yıkılmasına kadar da da devam etmiştir.

Zaten Ruslar'ın bilindiği gibi en büyük arzusu; Afganistan'ı ele geçirerek Hint Okyanusuna ve Boğazları zorlayarak Akdenize, bir diğer ifade ile sıcak denizlere ulaşmak, dolayısıyla "Kutup Ayısını" sıkışıp kaldığı tabiat kapanından kurtarmaktı. Bu bakımdan, sıcak denizlere inmek, Çarlık Rusya'nın olduğu kadar, Komünist Rusya'nın da tarih boyunca en büyük emeli olmuştur.

Ancak Rusyanın; Anadolu ve Orta Asya Müslümanlığına karşı yürüttüğü bu büyük sömürgeci yayılma politikası ve bunun tarihi sonuçlarının münakaşa yeri burası değildir. Hemen şunu ifade edelim ki, dünyada tarih boyunca Müslüman Türk varlığının iki büyük düşmanı olmuştur. Bunlardan birisi İngilizler, diğeri ise Ruslardır. Bunları ne tarih, ne de müslüman Türk Milleti, dün olduğu gibi, ne bugün ve ne de yarın hiç bir şekilde affetmeyecektir.

İngiltere; Türk'ün İslâmî şahsiyeti ve İslâm dünyasındaki dini varlığını, müessir şahsiyetini tüketmeyi hedef almış ve bunda, neylersiniz ki büyük ölçü de başarılı olmuştur. Rusya ise, asıl Müslüman Türk varlığına, Türklük dünyasına kasdetmiş, onu asimile etmek, dünya tarihinden silmek gibi korkunç bir plan ve hedef gütmüştür.

Bediüzzaman, İngiltere ve Rusya'nın bu hunhar planını devrin en iyi teşhis edebilmiş kimselerinden biridir. Bu bakımdan dünyaya, Üstad Bediüzzaman kadar korkunç, ne İngiliz ve ne de Rus düşmanı bir kimse henüz gelmemiştir? Onların, İslâm Dünyası ve Müslüman olan bu hain ve soysuz emellerini son devir ricalinden en iyi bilen hisseden Üstad olmuş ve onlarla olan bu mücadelesini, hayatının çok önemli bir gayesi haline getirmiştir.4

Üstad'ın Mesajı: Çarlık Rusya Yıkılacaktır.

Üstad'ın, Orta Asya Müslümanlığının ayağa kaldırılması için yaptığı ilk mücadelelere; İstanbul'a teşriflerinden hemen sonra ve Çarlık Rusyaya karşı başlattığını söylemiştik. Üstad; Anadolu İmân Hareketinde olduğu gibi, ne Çarlık Rusya'nın, Türk dünyasına karşı beslediği sömürgeci emeller ve ne de, komünizmin Türk gençliğine vurduğu ağır öldürücü darbelerden hiç bir zaman ümitsizliğe kapılmamış ve Çarlık Rusyasının bir manada mutlaka çökeceğini söylemiştir. Nitekim o, bu ilk mücadele yıllarında neşrettiği kitaplarında şöyle demiştir;

"Beşer esir olmak istemediği gibi, ecir olmakta istemez." 5

Bu bakımdan;

"Beşer esirliği parçaladığı gibi, (bir gün gelecek) ecirliği de parçalayacaktır" 6

Üstad, değil komünizm; hatta Çarlık Rusyanın, bir taraftan Tuna'dan, Osmanlıya karşı Balkanlara indiği, diğer taraftan da korkunç bir ahtapot gibi, Kafkasya ve Müslüman Orta Asya Türklüğüne yöneldiği ve onları böldüğü, parçaladığı ve birer birer o kokuşmuş midesine indirdiği o meşum devirlerde dahi o, yine ufukları aşan gözleri ile hep Asya bozkırlarına, Orta Asya'ya ve İslâm'ın bu topraklardaki istikbaline bakmış ve şu müjdeyi vermiştir; "Asyanın istikbali uzaktan parlak görünüyor" 7 Zira;

"Alem-i İslâm ve Asya muazzam bir camidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat o camideki muhterem cemaattır, (bu dün böyle olduğu gibi, istikbalde de böyle olmaya devam edecektir)" 8

Bediüzzaman; Orta Asya Müslümanlarının maruz kaldığı bunca ağır zulüm ve felaketlere rağmen, onların kurtulması yolundaki bu sonsuz ümidini hiç bir zaman yitirmemiş olduğu görülmektedir. Nitekim o, kısa bir süre uğradığı Tiflis'te, Rus Çarına ulaşmak üzere, kendisine yaklaşan bir Rus polisinin gözüne baka baka şunları söylemiştir; "Şu (Çarlık) perde-i müstebidanesi yırtılacak, takallus edecek (ve sizin silahlarınız geri tepecek)tir" 9

Rus Polisi ile İlginç Bir Konuşma

Bilindiği gibi Üstad, meşhur "Otuzbir Mart" hadiseleri ve bu günlerin tabiri ile "Sıkı yönetim" sorgulamaları ve idamla göz göze, burun buruna gelmesi ve bunu takip eden bir seri bedbaht olaylardan sonra, 10 İstanbul'dan ayrılmış deniz yoluyla Batum'a oradan da Tiflis'e gelmiştir(1910). 11 Maksadı Van'a gitmekti. Burada ve Şeyh Sanan tepisinde Rus polisi ile yaptığı konuşmalar, onun bu yöndeki ümidlerinin hiç sarsılmadığını ve granit kayalar kadar sağlam ve güçlü olduğunu göstermektedir? Mamafih Üstad, Şeyh Sanan tepesinde iken bir Rus polisi ona yaklaşır ve "Niye böyle etrafa dikkatlice bakıp durduğunu" sorar. Üstad ona

"Medresemin planlarını yapıyorum" der. O zaman aralarında şu ilginç konuşma geçer. Rus Polisi;

- Nerelisin? Üstad;

Bitlisliyim. Rus Polisi;

- Burası Tiflis'tir. Üstad;

Ha Bitlis, ha Tiflis. Bunlar birbirinin kardeşidir. Rus Polisi;

- Bu da ne demek oluyor? Üstad

- Görmüyor musun! Asya da Alem-i İslâmda üç nur birbiri ardısıra inkişafa başlıyor. Sizde ise (tam aksine), birbiri üstüne üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu (Çarlık) perde-i müstebidanesi yırtılacak, takallus edecek, (eskiyip dökülecek) ben de gelip işte burada medresimi açacağım." Rus Polisi yarı alaylı bir şekilde;

- Heyhat! Şaşarım ben, senin bu boş ümidlerine. Üstad gülerek;

- Ben de şaşarım senin boş aklına. Sen bu kışın böyle devam edip gideceğine ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin ise bir neharı vardır. Rus polisi;

- Görmüyor musun İslâm (ülkeleri) parça parça oldu. Üstad;

- Hayır! Onlar tahsile gitmişler. İşte Hindistan; İslâm'ın en kabiliyetli bir genci, İngiliz yüksek mektebinde çalışıyor. Mısır; İslâm'ın zeki bir çocuğu, İngiliz siyasal bilgiler fakültesinde ders görüyor. Kafkas ve Türkistan; İslâm'ın iki kahraman yiğitleri, Rus Harb okulunda eğitim görüyor. Üstad daha sonra devamla;

- Yahu! (Hele bir baksana) Şu asilzâde evlatlar, buralarda eğitimlerini tamamladıktan sonra, her biri, bir (İslâm) ülkesinin başına geçecek ve muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını kemalat ufuklarında öyle bir dalgalandıracaklardır ki; bunlar kader-i ezelinin nazarında, feleğin inadına, insanlığın özündeki ezeli hikmetin sırlarını ilan edecek (ve herkes İslâma baş eğecektir) 12

Hakikat-ı halde, Çarlık Rusya o zamanlar, dünyanın en güçlü devletlerinden, o devirlerin tabiri ile "Düvel-i Muazzama"dan birisi idi. Kendisini, Osmanlı ülkesindeki Ortodoks Hıristiyanların hamisi sayıyor, devletimizin içişlerine karışmak şöyle dursun, Osmanlıya kan kusturuyordu. Diğer taraftan, Kırım, bugünkü Türk Cumhuriyetleri, yani Kafkasya, Azerbeycan, Özbekistan, Kazak, Kırgızistan ve Türkmenistan toprakları da dahil bütün Orta Asyayı ele geçirmiş, Türk dünyasının üstünde batılı sömürgecilerden daha azgın, çok daha güçlü bir imparatorluk kurmuştur.

Ne ilginçtir ki Üstad, böyle Çarlık Rusyanın en güçlü, en kuvvetli olduğu devirlerde dahi, onun cevherine bakmış, özünü okumuş ve hiç kimsenin ihtimal dahi vermediği bir hakikati ortaya koymuştur. O da Çarlık Rusyanın çok yakında yıkılıp çökeceği idi.

Medresetü'z-Zehra: Rusyanın Önüne Çekilen Sed

Ancak Üstad; yukarda da ifade edildiği gibi, başta Çarlık Rusya olmak üzere, emperyalizme çanak tutan batılı sömürgeci ülkelerin İslâm dünyasının mukadderatı ile ilgili, inadına pis ve bir o kadar da kirli emellerinin karşısında durabilmek için, doğuda mutlaka, çok büyük bir İslâm Üniversitesi'nin kurulmasını istiyordu. 13 O, Camiu'l-Ezher ayarında, ve Medresetü'z-Zehra adını verdiği bu Asya İslâm Üniversitesinin, Doğu Anadolu'da, mesela Van'da kurulmasını tasarlamış ve bunun için, İstibdad, Meşrutiyet ve Cumhuriyet devri de dahil, her dönemde birçok ciddi teşebbüslerde bulunulmuştur.

Zira bu bölge; Asya, Avrupa ve Afrika'nın en uç noktalarından geçen çok büyük bir dairenin ortasında bulunuyordu. Burası, ayrıca Avrupa'nın sosyal, siyasî ve fikrî tesir sahasının dışında olduğu gibi, aynı zamanda yine Üstad'ın tabiri ile; "hem İran, hem Arabistan, hem Mısır ve Afganistan, hem Pakistan ve Türkistan ve Anadolunun merkezi hükmünde" 14 bir bölgedir. Yine burası, üç kıtanın hava trafiğini kontrol eden, çok stratejik bir merkez durumunda idi. Ancak bu üniversite, Camiu'l-Ezherden çok daha büyük, çok daha umumi ve çok daha küllî ve teferruatlı olmalı idi. Zira Üstada göre;

"Camiu'l-Ezher, Afrika'da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya, Afrika'dan ne kadar büyükse, daha büyük bir daru'l-fünun, bir İslâm Üniversitesi Asya'da lazımdır. Tâ ki İslâm kavimlerinin, mesela Arabistan, Hindistan, İran, Kafkasya, Türkistan, Kürdistandaki milletleri, menfi ırkçılık ifsad etmesin. Hakiki müsbet ve kudsî umumi mahiyeti hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ve "Müminler kardeştir!" 15 esasının tam inkişafına mazhar olsun." 16

Ne yazık ki, Üstad; hayatının en büyük gayelerinden biri ve böylesine büyük sosyal ve dini fonksiyonları olan, ayrıca Türkiyeyi İslâm dünyasında çok saygın bir yere getirecek olan İslâm milletleri arası, büyük İslâm Üniversitesi'nin kurulmasında başarılı olamayacaktır. Nitekim, bundan çok kısa bir zaman sonra, Avrupada siyasî dengeler değişmiş ve çok sudan bir sebeple I. Dünya Harbi çıkmıştır(1914) 17

Harb, Avrupada başladığı hâlde, alevleri çok geçmeden Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarını sarmış.18

Bundan sonra felaketler birbirini takip etmiş, bu büyük gazi, bir elinde kalem19 bir elinde kılıç at üstünde ve görevi milis alayı komutanı olarak, doğuda Ruslarla ve Ermenilerle yapılan harblere katılmış ve çok büyük bir talihsizlik eseri, Ruslara esir düşmüştür.20

Üstad: Geliyorum Diyen Bolşevik İhtilali

Üstad; Çarlık Rusyanın yıkılması ve Orta Asya Müslümanlarının ayağa kaldırılması gibi yüce emeller peşinde koşarken hiç beklemediği şeyler olmuştur. Zira Bolşevikler; Çarlık Rusya'yı yıkmak için, yeraltı ve yerüstü çok sıkı bir hareket başlatmış bulunuyorlardı. Rusyadaki esaret yıllarında, Çarlık Rusyanın akıbetini görürcesine hisseden Üstad, bunları gözardı etmemiştir. Üstad bütün bu gelişmeleri, muhtemelen "Teşkilat-ı Mahsusa"da bulunduğu yıllarda edinmiş olduğu derin tecrübelerden de yararlanarak 21 Osmanlı devlet ricaline, Enver Paşa'yı göndermiştir.

Onun, Rus esirler kampından, hem de esaretin yüklediği o çok namüsaid şartlar altında, bütün hayati tehlikeleri göze alarak, böyle bir istihbarat raporunu İstanbul'a ulaştırması, her şeyden önce çok büyük bir vatanperverlik örneği olduğu gibi, tarihlere geçmesi gereken müthiş bir "entelijans" olayıdır. Bu rapor Bab-ı Aliye; Ruslara karşı takip ettiği politikada derin bir nefes aldırmış ve onlara yeni bir insiyatif sağlamıştır.

Üstad'ın, geliyorum diye haber verdiği, komünist Bolşevik ihtilali en sonunda gerçekleşmiş, Çarlık Rusya; bu Osmanlı ve gelmiş geçmiş Orta Asya Müslümanlığının en azılı düşmanı yıkılmış ve tarih mezarlığında ona ayrılan yeri almıştır(1917) Çarlık Rusya'nın yıkılmasından sonra, Bolşeviklerin komünizmi, bir devlet idaresi olarak ortaya koymaları, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği adı altında hür dünyaya karşı, Allahsız, inadında güçlü bir blokun ortaya çıkması ve hele hele, Orta Asya ve bu günkü Türk Cumhuriyetlerinin, bu dipsiz Cehennem çukuru içinde boğulup gitmeleri, şüphesiz herkesten ziyade Üstad'ı yaralamıştır.

Büyük insanlar hiç bir zaman yeise ve ümitsizliğe kapılmamışlardır. Bu ermiş Tanrı Kulları; "Herkesin her şey bitti!" dediği ve insanların ümitsizliğin kahredici pençesi altında inlediği zamanlarda bile, onlara bir ışık, bir nur göstermişler ve büyük kitlelere yeni bir yaşama gücü vermişlerdir. Bu, büyük Anadolu Evliyası için de her zaman böyle olmuştur. O, komünizmin en güçlü olduğu devirlerde bile, Anadolu ve Orta Asya Müslümanlarına hayati bir mesaj vermek istemiş ve komünistlerin o hayasız yüzlerine şiddetli bir şamar indirircesine şöyle demiştir;

"Ümidim varki istikbal semavatı zemin-i Asya,
Bahem olur teslim yed-i beyza-ı İslâma." 22

Üstad, bu beytinde, istikbalin kesinlikle İslâm'ın olduğu ve İslâm'ın Asya'da, komünizme teslim-i silah ettireceğini ve netice itibarı ile komünizmin yıkılıp gideceğini haber vermiştir. Üstad'ın "ed-Dai" adında ve hayatının önemli olaylarının adeta bir şifresi olan ve kendi ölümünü bile, en az yarım asır önce kesin tarihi ile haber veren ve komünist ihtilalden sonra, yani 1918'li yıllarda yazdığı "Lemeat" adındaki eserinde yer alan bu şiirinden aldığımız bu beyitleri, dikkatle okunduğunda bir insanın şaşmaması, hayret ve dehşet içinde kalmaması mümkün değildir.

Komünizm Küfr-ü Mutlak ve Türk Dünyası

Mamafih, Üstad çok önceden olduğu gibi, Çarlık Rusya'nın yıkılacağını ve Rus esaretinde yaşayan Orta Asya müslümanlığının kurtulacağını bekliyor ve Orta Asya da, İslâm'ın istikbalinin çok parlak olacağını söylüyordu. Evet, netice itibari ile Çarlık Rusya yıkılmış, bu defa onun beklentilerinin tam aksine, Orta Asya'ya, Üstadın tabiri ile "bolşevik baykuşları" hem, "Allahsız komünist iman düşmanları" ve hem de "küfr-ü mutlak" hâkim olmuştu.

Bu rejimde din yok, bir Yüce Varlığa inanma yok, insanı üstün kılan ahlâkî değerler ve insanî meziyetlere saygı yoktu. Dini; geniş halk kitlelerini uyutmak için bir 'afyon' olarak kabul ediyor ve "ateizm" veya "küfr-ü mutlakı" insanlara yeni bir din, haşa bir "Yüce Varlık" gibi sunuyordu. Bu yeni Allahsızlık dininin, haşa bir manada "peygamberi" C.Marks ve "Mukaddes Kitabı" ise onun kalbine bir zakkum ağacı gibi diktiği "Kapital" adında karalamaları, hezeyanları idi."

Peki komünizm acaba; Orta Asya ve Türk İslâm dünyasına neye mal olmuştur? Bu soruya Risale-i Nurlar ve hele hele Üstadın sorumlu kişiler ve devlet adamlarına yazdığı mektuplarda çok geniş cevaplar verilmiştir. Üstad'ın komünizm ideolojisi ve materyalist diyalektiğin kör temsilcileri ile olan elli yıllık mücadelesi ve onun kalbinin derinliklerinden kopup gelen bu canhıraş feryadlarının, kendi şartları içinde ve gerçek manada bir değerlendirmesi ne yazık ki henüz yapılmamıştır.

Ancak Üstad'ın bu çok samimi beyanlarından da anlaşıldığı gibi komünizm; Türk İslâm Dünyası için büyük bir musibet ve ondan da öte bir bela ve felaket olmuş ve Anadolu insanı da bundan yeteri kadar nasibini almıştır. Utanç duvarı, diğer adı ile "Demir Perde", Doğu ve Batı Almanya arasına yapılmamış, bu duvar sadece, Türkiye ile Orta Asya Türklüğü ve belki dünya Türklüğü arasına örülmüş ve adeta bir Çin seddi gibi olmuştur. Böylece, asırlarca atası bir; Türk, dini bir; İslâm, dili bir; Türkçe ve Mukaddes Kitabı Kur'ân olan bu büyük millet ve vatan coğrafyası, birbirinden ayrı yaşamak zorunda kalmıştır.

Bundan daha da acısı, uzun yıllar süren CHP döneminde, Orta Asya'ya ilgi duyanlar, Anayurdun özlemini çekenler, Müslüman Türk'ün kara bahtı, kem talihi için ağlayanlara başta Üstad Bediüzzaman olmak üzere, her nedense kimse sahip çıkmamış, Arş-ı âlâyı titreten bu acı feryatlara kimse kulak asmamıştır. Müslüman Türk'ün imanını kurtarmaya koşanlar, Nurun ilk mücahitleri hapishanelere tıkılmış, onun kara bahtına ağıt yakanlara ne hazindir ki, netameli gözlerle bakanlar olmuştur.

Komünizmin Türk Dünyasına Vurduğu Büyük Darbe

Bu müddet zarfında Orta Asya Müslümanlığının durumu da hiç iç açıcı değildi. Orada da çok kahredici hadiseler olmuştur. Türk'ün ebedî vatan coğrafyası, bir terzinin, kumaşı makasla küçük büyük parçalara ayıdığı gibi, komünistler tarafından bölünmüş, parçalanmış, bu parçanın kimine Özbek, kimine Kırgız, Kazak denilmiş, küçük küçük lokmalar olarak, daha kolay yutulabilir bir hale getirilmişlerdir.

Çünkü, Orta Asya Müslüman halkının kendine has ifadesi ile "Önce böl! Sonra buyur!" şeklinde formüle edilen bu sömürgeci zihniyet, komünizm için de geçerli olmuştur. Komünizm, bu Türk Cumhuriyetlerini kısa bir zaman içinde, kokuşmuş midesine indirmiş ve sonra da kendi keyfine bakmıştır. Böyle bir idari yapılanmada ne İslâm ve ne de Müslüman Türk'e yer yoktu. Hatta, eğitim ve öğretim sistemlerinde İslâm dini ve Müslüman Türk milletini hatırlatacak en ufak bir mefhuma bile yer verilmemişti. Komünistler; mikro manada ırkçılığı, kavmiyetçiliği, hararetle destekledikleri halde, makro manada İslâm ve Türk milliyetçiliğinin her hal-ü kârda karşısında olmuşlardır. Bu bakımdan, Kazak, Kırgız, Özbek, Azeri, vs gibi Müslüman Türk kavimleri, kendilerini hem İslâm, hem de Türklük ailesinin dışında müstakil bir toplum olarak görmüşler, hatta onlar, komünizmin azgın pençesine ve onun hasis menfaatleri uğruna kardeş, kardeşi vuracak bir hale gelmişlerdir.

Peki; Müslüman Türk Dünyası bu korkunç akıbete nasıl sürüklenmiştir? Şüphesiz cebir, şiddet, sürgün, katliam, alfabe değişikliği, işgal olayları, bihassa Müslüman Türk yerleşim bölgeleri ve başkentlerin komünist Ruslarla doldurulmasıdır. Bu tahribatların en önemlisi şüphesiz alfabe değişikliğidir. Çünkü, bir çok ilim adamlarının da ifade ettiği gibi; dünyada hiç bir dilin birden fazla alfabesi olmadığı halde Müslüman Türklere yirmi çeşitten fazla alfabe kabul ettirilmiştir. Böylece o güzelim dilimiz Türkçe parçalanmış, sunî milletler ortaya çıkmış ve Müslüman Tüklerin hepsi birbirine düşman edilmişlerdir.23

Haddizatında, komünizm en ağır darbeyi Müslüman Türk’ün tarihi şahsiyeti, onun milli manevî değerleri ve kültür ve sanat eserlerine vurmuştur Bu cümleden olmak üzere, her türlü dinî eğitime son verildiği gibi, din eğitimi veren tarihi binalar, medreselerin kapısına kilitler vurulmuş, okullar kapatılmış, cami ve mescidlerde Allah'a kulluk, ibadet yasaklanmış, hülasa; tarihi Orta Asya gerçeği, Müslüman Türk milleti ve onun İslâm'î şahsiyetini hatırlatan ne varsa inkâr edilmiş, zulmün koyu karanlık nisyanına bırakılmıştır.

Komünizmin Yeni Tağutları: Lenin, Stalin

Komünistler bunlarla yetinmemişlerdir. ALLAH (c.c.), kâinatın yüce yaratıcısı kör bir dalalet uğruna inkar edilmiş, dinin meşhur ilim irfan yuvaları, ünü cihanı tutmuş tarihi Buhara ve Semerkant Medreseleri komünizmin azgın zulmü altında, ahlâksızlığın birer propaganda merkezi haline getirilmiştir. Böylece, mazinin istikbale yadı olan muhteşem camiler, medreseler, hanlar, hamamlar, tekke ve zaviyeler ve bunların yaldızlı kubbeleri bir bir yıkılmış, kör yarasalar ve Üstadın tabiri ile “Bolşevik baykuşların” tüneği birer harap virane olmuşlardır.

Bu kör dalalet, inat ve inkarcılığın Risale-i Nurlarda adı “küfr-ü mutlak” yani “kesin dinsizlik” olarak bildirilmiştir. Bunların öncüleri Nemrudlar, Şeddadlar, Tağutlar ve Firavunlardı. Evet, bunların bir devirde halkı meydanlarda toplayıp, onların dini inançlarını hiçe sayan ve Kur'ânî bir ifade ile bir böğürtü halinde “Ben sizin en yüce rabbinizim!” diyen24 ve en yüksek yerlerden bağıran eski Mısır Firavunlarından ne farkı vardı? Evet komünist liderler çağımızda, hele hele modern ilim zihniyetinin bile bu Yüce varlığı kabul ettikleri bir asırda, o melun Firavunlar zihniyetinin yeryüzünde cebbar bir tağutu, eli kanlı zalim bir Nemrud’u olmuşlar ve her dinden inanç sahiplerini inim inim inletmişlerdir.

Onlara göre, hâşâ Allah (c.c.) yoktu. Ancak bunu iddia eden hain bedbahtların, daha açık bir ifade ile komünist önderlerin mesela; V.İ.Lenin,(1870-1924) ve Y.V.Stalin (1879-1953) vs. nin kendilerini her yerde bir ilâh olarak lanse ettikleri muhteşem heykelleri vardı. Onlar; halkın gönüllerinde açtıkları inkar yarası ve kalblerden silip süpürmeye çalıştıkları bir “Yüce Varlığa inanma” gibi ulvî bir duygunun yerini, işte bu menfur heykel ve mücessem “Put”larla doldurmak, istiyorlardı. Onların çoğu deli saçmasını andıran sözleri, sanki Allah kelâmı ve Kur'ân ayetleri gibi, her yere asılıyor ve herkese ilham kaynağı olması isteniyordu.

Artık asıl bundan sonradır ki momünizm, Orta Asya Müslümanlığı üstüne her türlü felaketin kara habercisi bir kâbus gibi çökmüş ve Türk yurtlarında Cehennemî bir hayat başlamıştır. Komünizm bu geniş topraklarda, insanların et ve kemikleri üzerine bina edilen bir saltanat kurmuştur.

Ne yazık ki, on asır İslâm Kültür ve medeniyetinin feyizli nurlarının fışkırdığı Türkistan, pırıl pırıl güneşi, şırıl şırıl ırmakları, cıvıl cıvıl kuşları, harıl harıl çalışan insanları ile dopdolu olan bu yerler; yine o, yüce insanların ellerini kâinatın yaratıcısına kaldırarak, dünyayı kucaklarcasına dua ettikleri ve kendilerinden sonra gelenlere, yani yüce Müslüman Türk milletine kutsal bir vatan olmasını diledikleri bu mübarek topraklar; Müslüman Türk'ün, Hz. Nuh peygamberden beri Ana yurdu olan Orta Asya; bir asra yakın bir zamandır, Çarlık Rusya ve komünizmin zulmü ve ağır baskılar altında ve bir esaret zinciri içinde inleyip durmuşlardır.

Evet bu izahlar; bizim yukarda da ifade ettiğimiz gibi, Üstad’ın belki idam hükmü ile yargılandığı mahkemelerde yaptığı müdafaalar ve yine onun Risale-i Nur külliyatında komünizm ve komünistlerle ilgili olarak ortaya koyduğu hikemi bilgi ve çok önemli yorumlar ve ilgilileri uyarmak için bütün gücü ile yaptığı canhıraş feryatların bir tahlil ve terkibinden başka bir şey değildir.

Üstad'ın Müjdesi: Komünizm İslâma Boyun Eğecektir:

Ne varki; bütün bu beklenmedik ve Orta Asya Müslümanlığının kara bahtı ve makus tali'ini teşkil eden komünistik uygulamalar Üstadı, hiçbir zaman bir hayal kırıklığına düşürmediği gibi, komünizmin yıkılacağına olan dağlar kadar imanından da hiç bir şey de kaybettirmemiştir. Zira o, yukarda da kaydedildiği gibi, Asya'nın istikbalini parlak görüyordu. İslâm güneşinin önünü kaplayan Çarlık bulutu nasıl dağılıp gitmişse, Kur'ânı örten komünist Rus bulutları da öylece dağılıp gidecek ve İslâm kendi yurdunda yine hür olacaktı.

Nitekim O, komünist ihtilalin hem de en başarılı olduğu ilk yıllarda yazdığı (1918) ve aynı yıllarda "lemeat" adıyla yayınladığı, yarı edebî bir eserinin başına bir imza şeklinde ortaya koyduğu bir şiirinde şöyle söylüyordu; "İstikbal semavatı ve (Orta) Asya zemini, her ikisi mutlaka İslâm'ın güneş gibi parlayan iman ışıklarına teslim olacaklardır.

"Zira yemin-i yümnü imandır,
Verir, emn-ü eman ile enama."
25

Üstad'ın bu sözleri hiç bir zaman bir kavl-i mücerrede kalmamıştır. O, Anadolu İman hareketini bir yönü ile, Anadoludan komünist baykuşların sesini, soluğunu kesmek için yürütmüş, komünizmin, küfr-ü mutlak şeklinde ortaya koyduğu, Allahsızlık ve ateizme karşı Risale-i Nurların iman hakikatları ile en büyük darbeyi vurmuş, ve Anadolu Türklüğünü onların karşısına serapa bir iman kalesi olarak dikmiş ve Anadoluda İslâm'ın mukadderatı ile ilgili olarak tezgahlanan bütün milletlerarası, Üstadın tabiri ile; "zındıka komitesi" 26 ve "Mason ve Farmason" 27 oyunlarını da bozmuştur. bu bakımdan hemen hiç çekinmeden diyebiliriz ki:

Dünyada Üstad kadar; dini, imanî manada, komünizmi çökertmek için hem de en zor ve en güç şartlar altında; bıkmadan, usanmadan, yılmadan, yorulmadan mücadele veren; hapishane koğuşları ve zindanlarda yatan bir kimse, henüz gelmemiştir. Bu manada, dünyada nurdan heykeli dikilecek bir kimse varsa o da, şüphesiz Bediüzzaman Said Nursî'dir.

Ne var ki bizim bu izahlarımızdan, Üstad'ın komünizmle olan mücadelesinin sadece Anadolu insanına sınırlı olarak kaldığı anlamı da çıkarılmamalıdır. O, aynı heyecan ve iman coşkusu ile bu mücadelesini Müslüman Orta Asya halkı adına da yürütmek istemiştir. Fakat o devirlerin CHP hükümetlerinin dış Türklere olan vahşi politikası yüzünden bir çok Müslüman aydın ve mütefekkirleri gibi, o da eli kolu bağlı olarak beklemiştir. O meşum devirler; sadece "Rabbimiz Allahdır!" diyen Nurun ilk mücahitleri ve bütün Müslümanlar için değil, orta Asya Türklüğünü düşünen milliyetçilerin "ırkçı", "Turancı" ve "faşist" olarak suçlandığı ve tabutluklarda yatırıldıkları bir "Milli Şeflik" dönemi idi.

Buna rağmen; dünya siyasî konjonktüründe, özellikle 1940'lı yıllardan sonra meydana gelen yeni siyasî gelişme ve köklü değişiklikler Üstad'ı, Orta Asya Müslümanları hakkında yeni ümitlere, bekleyişlere sevketmiştir. Üstad; bu global siyasî gelişmelerden, Komünist Rusya'nın yıkılacağı yolunda büyük ümitlere kapılmış, hatta çevresinde bulunan aklı başında Nur talebelerine, dinî gerçeklere dayanarak yaptığı keskin yorumlarla bir kamuoyu oluşturmak istemiştir.

II. Dünya Harbi ve Üstad'ın Yeni Beklentisi.

Mamafih, aynı durum, Kırım, Kafkas ve Orta Asya Müslümanları için de söz konusu olmuştur. Zira, II. Dünya Harbinin patlak vermesi, nazi Alman ordularının Rusya'ya ilerlemesi, hatta Moskova’ya dayanması, sadece Rusyadaki Müslümanlara değil, Üstad’a büyük bir ümit kaynağı olmuştur. Belki güneş, bir gün yeniden doğduğunda, Komünist Rusya, çatır çatır yıkılıp gitmiş olacaktı. Üstad; Alman ordularının Rusya’yı, mağlup etmesini bu hususta İngiltere, Fransa, hatta ABD'nin Rusya lehine bir tavır almaları ve onu desteklemelerine karşı çıkıyordu. Nitekim; bu meseleye bir de perdenin arkasından bakan ve olayları maneviyat dürbünü ile seyreden Üstad, konumuza esas olan fikirlerini, bir kısım hadislerde adı geçen “Hz.İsa” ve “Deccal” sembolizmi ile anlatmaya çalışmıştır.

Bu sembolizmde, asıl büyük “Deccal” Rusya ve komünizmdir. Üstad; Almanya’nın komünizmi çökertmek için giriştiği bu mücadeleyi, bir bakıma Hz. İsa’nın manevî vazifelerinden biri olarak yorumlamış ve pek tabii olarak ta bu ciddi meselede, dinsizlik safını tutan İngiltere, Fransa vs. gibi devletleri de “Deccal”ın yanında görmüş ve şu yorumlarda bulunmuştur.

İsevîlik dini ve o dinden gelen adat-ı müstemirresinin muhafazası hesabına çalışan bir hükümetle (Almanya); resmi (görünüşü ve bunu çekinmeden) ilanıyla zulmetli pis menfaatı için dinsizliğe ve Bolşevizme yardım edip tervic eden bir hükümet ki (Komünist Rusya); yine hasis menfaati için İslâmlarda (Anadolu) ve Asyada (Orta Asya bu günkü Türk Cumhuriyetlerinde) dinsizliğin intişarına taraftar olan o fitnekar ve cebbar hükümetlerle (İngiltere, Fransa); muharebe eden evvelki hükümet (Almanya)nın, (bu fitnekar hükümetlerin karşısına çıkmaları ile, bir manada komünizmin kuvvet bulmasına yardım ettiklerini ” vurgulamıştır.28

Komünizmin Türk Dünyasından Aldığı Acı İntikam;

Neticede, nazi Almanyası yıkılmıştır, ama bu defa onlar, insanlık ve bütün Müslüman Türk dünyasının başına komünist Rus ejderhasını bela etmişlerdir. Unutulmamalıdır ki; bu Rus ejderhasının, Türk İslâm dünyasından aldığı intikam çok acı olmuş, milyonlarca Müslüman Türk'ün boynu vurulduğu gibi, bir o kadarı da başta Kırım ve Ahıska Türkleri olmak üzere, yurdundan yuvasından sürgün edilmişlerdir.

Bütün bu beklenmedik gelişmelerden üzülen ve İslâm'ın, Orta Asyadaki parlak istikbali hakkındaki ümidleri bir müddet daha geciken Üstad olmuştu. İşte Üstad'ın; "şimdi on senedir, katiyyen dünya cereyanlarından ve vaziyetlerinden, Almanyanın mağlubiyeti ve Bolşeviklerin istilasından başka, hiçbir haber alamayacak derecede beni hayat-ı içtimaiyeden çekmiş" 29 şeklindeki yakınmaları, onun viran olan emellerinin kelimeler şeklindeki ifadelerinden başka bir şey değildir.

Üstad; uzun seneler devam eden CHP hükümetleri zamanında, devletin resmi ipolitikasında Müslüman Orta Asya Türklüğü'nün hiçbir yerinin olmadığını çok iyi bildiği için, onların kurtuluş ümidlerini kalbinin sıcak dünyasına gömmek durumunda kalmış ve onlarla ilgili görüşlerini bir başka bahara saklamıştır. CHP devrinin dış politikası, alışıla gelmiş şekliyle "Yurtta sulh, cihanda sulh" idi.

CHP ve Unutulan Orta Asya Müslümanları.

CHP kadrolarınca bir kere daha yozlaştırılan bu politika icabı, dış Türkler konusu, hele hele milyonlarca Müslüman Türk'ün yaşadığı Orta Asya gerçeği unutulmuş, Orta Doğu ve Müslüman Arap ülkeleri bir kenara itilmiş oluyordu. Yine bu cümleden olmak üzere, Avrupanın karşısında değil, her hal-ü karda onun yanında yer almaya çalışılmış, hatta şeklen dahi Avrupaî yaşayış, bir hayat tarzı olarak milletimize kerhen de olsa kabul ettirilmek istenilmiştir.

Ne yazık ki Türkiye; hiç bir iddiası olmayan bu son derece pasif dışpolitika icabı, senelerce, Orta Doğu, Balkanlar ve Orta Asya'dan elini eteğini çekmiş, buralarda yaşayan Müslüman Türk varlığına en ufak bir ilgi göstermemiş ve meydanı bütünüyle tarihi hasımlarına bırakmıştır. Bundan daha da kötüsü; CHP döneminde müslüman Türk'ün tarihî misyonu ve Orta Asya Müslümanlarına bakışı daha da yozlaştırılmış ve bu bir suç telakki edilmiştir.

Böylece, komünizmin Müslüman Türk Dünyası ile aramıza koyduğu "Demir Kapı" bizim bu çok bilmiş aklı evvel CHP siyaset bilimcileri tarafından, çok daha sağlam bir şekilde kilitlenmiş oluyordu. Bu bir bakıma, sayıları milyonlarla ifade edilen Müslüman Orta Asya halkının, Anadoluya açılan ümit kapılarının da kilitlenmesi idi. CHP başta Üstad ve Nurun ilk mücahitleri olmak üzere, muhafazakar Anadolu insanının desteği ve "46 ruhu" diye anılan kollektif Anadolu heyecanı ile Müslüman halkımızdan çok büyük bir şamar yemiş ve iktidardan bir daha geri gelmemek üzere uzaklaştırılmıştır. (1950) Artık iktidarın yeni sahipleri, Üstad ve Nur Talebelerinin büyük ölçüde desteğini almış cılız, yarı muktedir DP kadroları idi.

Üstad: DP ile Uyanan Yeni Ümitler;

Müslüman Anadolu halkına yeni, sıcak dini mesajlar vererek, hele hele "Ezan-ı Muhammediyi" bir ilâhî ilham şekliyle, Türkçe, Arapça değil, Rabbani olarak okunmasına müsade eden DP üst kadroları, Üstad ve Nur'un ilk mücahitlerini büyük ölçüde ferahlatmış ve sevinçlere boğmuştur. Nitekim Üstad, Nurun ilk mücahitlerine yazdığı bir mektubunda bu sevinçlerini, şu cümlelerle ifade etmiştir.

"Hem sizin, hem bu memleketin, hem Âlem-i İslâmın mühim bayramlarının mukaddemesi olan bu memlekette, şeair-i İslâmiyenin yeniden parlamasının müjdecisi olan Ezan-ı Muhammedi'nin kemal-i ferahla onbirler minarelerde okunmasını tebrik ediyoruz." 30

Bütün bu güzel ve hayırlı gelişmeler, Üstad'ın gönlünde, diğer şeylerle birlikte Komünist Rusya ve Müslüman Orta Asya Türkleri için yeni emeller doğmasına sebep olmuş, yeni bir arayış içine girmiştir. O, bu cümleden olmak üzere, yeni DP kadrolardan, alışılagelmiş dış politika dengelerini yeniden düzenlemelerini, doğuya dönmelerini, özellikle komünist Rusyanın esaretinde bulunan ve o günlerin rakamları ile kırk milyonu aşan Müslüman Türk kavimleri ile, onları hayrına daha aktif bir politika takip etmelerini istiyordu.

Üstad, DP kadrolarından; CHP'nin o, herkesi bıktıran usandıran ve "Laiklik" adı altında dindarlara yapılan baskılara artık bir son verilmesi, biran önce Anadolu insanına din serbestisinin tanınması ve okullarda din derslerinin okutulmasını istiyordu. Hatta o, daha da ileri gidiyor, Rusya Müslümanlarına sahip çıkılmasını, hükümetin, diplomasının kendi şartları içinde bir yolunu bulup, Rusyada yaşayan müslümanlar üzerinde komünizmin ağır baskılarının kaldırılması ve din hürriyetinin bir dereceye kadar onlarada verilmesini savunuyordu.

Şayet bunda bir mesafe alınacak olursa, Rusya artık Türkiye ve Türk dünyası için bir tehlike olmaktan çıkacaktı. Nitekim o; "Dindar ve hamiyetkâr ve vatanperver milletvekillerine bir hakikati ihtar" diye başlayan ve DP milletvekillerine hitaben yazılan bir uzun mektubunda bu görüşlerini şu şekilde dile getirmektedir;

"Kalbime geldi ki; Bu vatan ve İslâmiyetin maslahatı; her şeyden evvel, dindarların serbestiyeti hakkındaki kanunun süratle çıkarılması, (din derslerinin) hem de mekteplerde çabuk tatbik edilmesini gerektirmektedir. Çünkü böyle bir uygulama ile, Rusya'da ki kırk milyona yakın müslüman, (Bügün yüz nilyon civarındadır.) hem dört yüz milyon Âlem-i İslâm'ın (Bügün yeryüzünde yaşayan Müslümanların sayısı artık bir bucuk milyonun üstündedir. Çoğu fakir değil, zengin ülkedir.) manevi kuvvetini bir ihtiyat kuvveti olarak bu vatana kazandırmakla beraber, komünizmin manevî tahribatı ve Rusya'nın bize tecavüz etmesini de önliyecektir." 31

Üstad’a göre; Amerika ve İngiliz’e kafa tutan azgın komünist Rusya'nın, Çin’i ve yarı Avrapayı istila ettiği halde, bize karşı (Türkiye) tecavüz edememesinin bir sebebi de Rusya'daki Müslümanlar ve hakaik-i imaniye ve Kur'âniyedir. Üstad bunların ötesinde bize, Rusya karşısında yeni yeni ufuklar göstermekte ve bir kısım yeni tekliflerde bulunmaktadır. Bizlerin görüş ufkunu aşan bu yaklaşım ve teklifi şudur:

“İki harb-i umuminin neticesinde hasıl olan bir intibah-ı kavi ve beşerin tam uyanması cihetiyle katiyyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rusya'da dinsiz kalamaz. Geri dönüp, Hristiyan da olamaz, olsa da küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklî ve kalbî ikna eden Kur'ân ile musalahaya tâbi olabilir.”32

Bu görüşler; yani, Rusya'daki insanların manevî değerlerinin yeniden yapılanmasında, Kur'ân hakikatlarının esas alınması fikri, çok cesur bir şekilde, Üstad tarafından yarım asır önce ileri sürülmüştür. Bunlar haddizatında, sadece Rus komünist liderler için değil, komünizmin manevî olarak viraneye döndürdüğü bu günkü Orta Asya Türk Cumhuryitelerinin istiklal ve mukadderatı ve onların dizginlerini elinde tutan, idari kadroları fazlasıyla alakadar eden mühim görüşlerdir.

Üstad'ın Türk Cumhuriyetleri Hakkında Yeni Sinyalleri

Bu yeni insiyatifin altında; bugün bir vakıa haline gelmiş olan Türk Cumhuriyetlerinin güçlenmesi, kuvvetlenmesi ve dimdik ayakta kalabilmesi için, komünizmin bıraktığı imansızlık tortularının silip süpürülmesi, onların yeniden dinî ve İslâmî şahsiyetlerine kavuşturulması, komünizmin fosilleşmiş ideolojilerinin Kur'ânla doldurulması fikri yatmaktadır. Üstad bu görüşleri, yarım asır önce, sanki bugünleri görürcesine söylemiştir. Ayrıca 1950'li yıllarda bunları görmek ve bir devlet politikası olarak ilgililere tavsiye etmek, Üstad’ın, bugünlerin tabiri ile, ne kadar “vizyon” sahibi bir kimse olduğunu ortaya koymaktadır.

Ancak, bizim burada asıl üzerinde durmak istediğimiz çok ilginç bir husus daha vardır. O da, Üstad'ın 1327/1909 yılında Şam'da, Ümeyye Camiinde bir cuma günü, irticalen söylediği meşhur hutbesinde dile getirdiği hakikatlardır. Üstad, daha o zamanlarda, başta Araplar olmak üzere, İslâm âleminin ecnebi esaretinden kurtulacağını söylemiştir. Bu hutbe, o sıralarda Arapça olarak yayınlanmış ve aydın çevreler arasında çok büyük bir ilgi görmüştür.

Ancak Üstad, bu mühim eserinin Türkçesini, 1951 yılında, DP'nin iktidara gelmesinden sonra yeniden yayınlarken, bu görüşlerini bir kere daha tekid etmiş ve İslâm âleminin ecnebi esaretinden kurtulacaklarını ve yeni yeni devletler kuracaklarını haber sayan Müslümanlardan başka kimse kalmadığına göre, Üstadın bundan maksadının Rusya olduğu aşikardır. Üstad'ın bu istihbaratı ve yeni yeni İslâm devletlerinin kurulacağını söylemesi, bugün Orta Asya'da yeniden ayağa kalkan Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan gibi yeni Türk Cumhuriyetlerinden başkası değildir. Gönlümüz, Çin'in insanlık dışı ağır zulmü altında yaşayan müslüman Uygur Türklerinin de en kısa zamanda hürriyetlerine kavuşması ve yeni kurulan bu Türk Cumhuriyetleri arasındaki şerefli yerini almasıdır.

Senin de Bir Zelzelelik Canın Var:

Gel gör ki; Üstad'ın bunları söylediği yıllar, komünistlerin ABD'de dahil dünyaya meydan okuduğu, komünist liderlerin dünyayı sanki avuçlarının içinde bir portakal gibi küçük gördüğü yıllardı. Mamafih, insanlık tarihi çok ilginç olaylar ve beklenmedik gelişmelerle doludur. Son on yılda cereyan eden olaylar ve kaydedilen gelişmeler, hele hele komünizm açısından bunun en çarpıcı örneklerini oluşturmaktadır. Onun en tantanalı ve kuru bir şamata, baş döndürücü propaganda makinası ile bütün dünyayı meşgul ettiği devirlerde bile ümidini kesmeyen ve inleyen feryadları arş-ı âlâya kadar ulaşan bir "Bayrak Şairi"nin;

"Senin de bir zelzelelik canın var!"

diyerek horladığı bu komünist rejim, öyle bir sarsılmış, öylesine bir vaveyla ile yıkılmıştır ki; bugün onun kokuşmuş cesedi bile bütün insanlık için çekilmez bir yük ve bir büyük bela haline gelmiştir.

Dünün başı göklerde dolaşan komünist liderleri, bugün yine batıya el açmakta ve komünizmin ninnisi ve herkese ayrı bir Cennet vaadiyle uyuttukları masum halkı, açlık ve sefaletten kurtarmak için, hür dünyadan yardım istemektedir. Evet olaylar, bu büyük Tanrı Kulu'nu bir kere daha ve bütün heybeti ile haklı çıkarmış, onun yarım asır önce çelik ve irade beyanı ile ortaya koyduğu görüşler bir bir gerçekleşmiştir. Rusya ve hele komünizm, onun tâ 1918'li yıllarda haber verdiği gibi bir daha dirilmemek üzere çökmüş ve zavallı insanların kanı canı, eti, kemiği ve cesedi üzerine kurulan bu zulüm sistemi yıkılıp gitmiştir.

Bu ne ulvî bir tecellidir ki; Sovyet Rusya'nın yıkılacağı ve Orta Asya müslümanlarının bir gün mutlaka hürriyet ve özgürlüklerine kavuşacağı yolundaki "İhtiyar Çınar"ın gördüğü tatlı rüya, onun ölümünden otuz sene geçmeden, bugün artık bir gerçek olmuştur. Komünizm yıkılmış, senelerdir komünizmin zulmü altında yaşayan ve bugün sayıları yüz milyonu aşan müslüman Türk varlığı, bir tek damla dahi kan akıtmadan hürriyet ve istiklaline kavuşmuş ve yeni yeni bir çok Türk Cumhuriyetleri ortaya çıkmıştır. Bunlar; Azerbeycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan Cumhuriyetleri idi. Kırım Türkleri ise ayağa kalkıyordu.

Çöküş'ün Hazırlıksız Yakaladığı Türk Aydını:

Komünizmin, hiç beklenmedik bir zamanda, büyük bir vaveyla ile yıkılması, Türk aydınları, devlet kadroları iktidar ve muhalefetiyle kim olursa olsun, herkesi ne yazık ki, yine hazırlıksız yakalamıştır. Çünkü, hiçbir kimse, şayet bir gün; komünizmi yıkıldığı takdirde Orta Asya Müslümanlarının durum ve Türkiyenin, din, dil ve asırlarca kader birliği içinde olduğumuz bu kan ve can kardeşlerimize karşı sorumluluğumuzun neler olabileceği yolunda hiç bir plan ve program yapmamıştı.

Öyle ya; Moskova'dan, Anadolunun bağrına esen senelerce devam eden soğuk savaş rüzgarlarının, Orta Asya Müslüman Türk varlığına karşı; kör, sağır ve dilsiz haline getirdiği bu insanlar, özel ücretli kalem ve köşe yazarları, Sovyetlerin yıkılması, gelişen ve değişen dünya nizamı karşısında adeta şaşırıp kalmışlardır. Halbuki Üstad; bunlara ilk hedefi 1951'li yıllarda göstermiş ve Sovyet Müslümanlarının kendi kaderlerine terkedilmemelerini, Türk Hükümetlerinin (DP) onlara dinî yakınlık göstermelerini dile getirmiş ve onların Türkiye'yi bir ümit, bir ışık kapısı olarak görmelerini istemiştir. 33

Diğer taraftan komünizm; sadece ekonomik bir felaket getirmemiş, onun ötesinde toplumun moral gücünü, millî ve manevî değerlerini de yıkmıştır. O, tıpkı hayvanların haralarda yaşadığı gibi, insanları da "kolhozlarda" yaşayan ikinci sınıf bir hayvan sürüsü haline getirmiştir. Şimdi asıl mesele, komünizmin yıktığı bu millî manevî değerler nasıl tamir edilmeli, nereye ve hangi zemin üstüne inşa edilmeli idi? Yeni kurulan bu Türk Cumhuriyetlerinin, asıl kimliği ne olacaktı? Onlarda bizim gibi, bu geçiş döneminde bir kimlik bunalımına sürükleneceklermi idi? Bu sorular maalesef, hiç kimseyi rahatsız etmemiştir.

Evet, insanların olduğu gibi, büyük milletlerin hatta büyük kıtaların da Asya, Avrupa ve Amerika gibi bir kaderi bir alın yazısı vardır. Orta Asya hakkında şöyle veya böyle söz söylemek veya karar vermek mecburiyetinde olanlar, önce Asya'nın tarihi geçmişine ve bir kaderi ilâhî olan alın yazısına bakmaları gerekmektedir. Aksi takdirde herkes iş işiten geçtikten sonra şair Ziya Paşa'nın dediği gibi;

"Eyvah bu baziçede biz yine yalnız kaldık,
Zira ziyan ortada bizler ne kazandık"

diye feryad edeceklerdir.

Burada, hemen şunu ifade edelim ki; Müslüman Türk Milletinin kaderi gibi, Orta Asya’nın kaderini de, tarih boyunca en iyi, en güzel en doğru bir şekilde ancak bir kimse okumuş ve okuduklarını da yazmıştır. O da şüphesiz; Allah (c.c.) tarafından Türk milletinin imanına hizmet misyonu ile gönderilen Bediüzzaman Said Nursî’dir.

Üstad: Orta Asyanın Alın Yazısını Okuyan Adam:

Orta Asya'nın alın yazısına gelince; bu bahtiyar fani, belki bir asra varan ömrü boyunca bu kader çizgisi ve alın yazısının şifrelerini çözmek için sarfetmiş, harf ve kelimelerini hecelemek için uğraşmış, didişmiş ve en sonunda bunları herkesin okuyabileceği kadar büyük harflerle şöyle ifade etmiştir;

“Hem ekser enbiyanın Asya’da zuhuru, ağleb-i hükemanın Avrupa’da gelmesi, kader-i ezelinin bir remzi bir işaretidir ki; Asya akvamını intibaha getirecek terakki ettirecek, idare ittirecek, din ve kalpdir. Felsefe ise kalbe yardım etmeli, yerine geçmemelidir.”34

Şu bir gerçektir ki din; Asya'nın mayasında her zaman önemli bir faktör olmuştur. Ari ve Sami dinler, hatta Hint ve Çin menşeli dinlerin hepsinin beşiği Asya'dır. Hristiyanlık ve daha sonra İslâmiyet gibi üniversal dinlerin tümü Avrupa'ya, ya din adamları veya Fatihler vasıtasıyla Asya'dan gitmişlerdir. Şarkın; Asya'nın fazilet dolu kemalat sahibi yüce Peygamber ve Evliyalarının karşısına batı; Avrupa, eski Yunanlılardan itibaren devam edip gelen, ekserisi dinsiz olan filozofları, mütefekkirleri, aydın ve ateistleri ile çıkmıştır.

Sosyalizm, pragmatizm, nasyolalizm, emperyalizm, koloniyalizm ve dinsizliği, ateizmi nerede ise bir ilim haline getiren komünizm dahil sonu "izm" le biten bütün fikir cereyanlarının istisnasız hepsi Avrupanın pis kokuşmuş, karanlık fikir muhitlerinden çıkmış ve insanlığın başına bela olmuşlardır. Bu "izm"lere Üstad bir yenisini yani, "anarşizm ve terörizmi" ilave etmekte ve şöyle demektedir;

"Evet, İhtilal-i Fransevide, hürriyetperverlik tohumuyla sosyalitlik türedi. Ve sosyolistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrip ettiğinden Bolşevikliğe inkılap etti. Ve Bolşeviklik dahi, çok mukaddesat-ı ahlâkıyeyi ve insaniyeyi bozduğundan elbette ektikleri tohumlar, hiç bir kayıd ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsülünü verecektir." 35

Evet, o zamanlar, bundan elli sene önce, Avrupa'da lafı bile edilmeyen "anarşi" ve "terörizm" çok geçmeden ulu Anadolu Evliyası'nın söylediği gibi doğmuş ve bugün bir gerçek haline gelmiştir. Bundan da öte, kızıl bir ateş gibi düştüğü ülkelere kan kusturmaktadır. Evet, bu manada insanlığın bir tek mücrimi vardı; o da, Avrupa'dır. Bu bakımdan "Ey bu vatanın gençleri! Sakın Avrupa'yı taklid etmeyiniz." 36 diye bu sözleri boş boşuna söylememişlerdir.

Asya'yı Ayağa Kaldıracak Dindir:

Avrupa'nın kendi topraklarında, değil hak din, şimdiye kadar bâtılda olsa fazileti, imânî değerlerin yücelmesini esas alan hiçbir din ve insanlığa kendini kabul ettirmiş hiç bir nurlu faziletli tarikat ortaya çıkmamıştır. Bütün bu izahlar; Asya'nın, kader çizgisi ile ilgili olarak söz konusu görüşleri ileri sürenlerin bu fikirlerinde ne kadar güçlü ve haklı olduklarını ortaya koymaktadır.

Bu bakımdan Üstad'ın genel olarak Asya ve Müslüman Orta Asya Türklüğünün kaderi, alın yazısı olarak tesbit ettiği ve İstibdat, Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet, İnkılaplar dönemi, CHP vev DP iktidarı ileri gelenlerine, hemen her devirde, her vesile ile ve sonsuz bir sorumluluk duygusu içinde söylediği bu hikmetli sözün bir başka versiyonunu, burada bir kere daha tekrar etmek istiyoruz. Evet:

"Ekser-i hükemanın garbda ve Avrupa'da zuhuru ve ağleb-i enibyanın şarkta ve Asya'da tulu'ları, kader-i Ezelinin bir işareti ve remzidir ki: Asya'da hakim, galip, din cereyanıdır." 37

Ancak Üstad'a göre; Asya'da uyanan akvam ve bu arada Orta Asya'nın siyasî manada yeniden yapılanmasında Türkiye'ye büyük görevler, düşmektedir. Çünkü, Müslüman AnadoluTürklüğü asırlar boyunca, Avrupa'ya karşı Asya'nın kumandanı, önderi olmuş ve onun üstünlüğünü temsil etmiştir. Artık Türkiye şimdi, Asya'da yeni yeni ayağa kalkan Türk kavimlerinin de önderliğini yapmalı ve devlet tecrübesini onlara götürmelidir. Ne varki Üstad, DP'nin önde gelenlerinden, Türkiye'nin kendisi "Laik" olsa dahi, Orta Asya'da laikliği, İslâmiyetin lehine olarak kullanmasını tavsiye etmektedir. Üstad'ın bu hususta, çok daha geniş yorumlar yapılması gereken görüşlerinin özü şudur:

"Elbette, Asya'nın ileri kumandanı olan bu (Türkiye) hükümet-i Cumhuriyesi Asya'nın bu fıtrî hasiyetinden ve madeninden istifade edecek. Ve bîtarafâne (Laiklik) prensibini, değil dinsizlik tarafına, belki dindarlık tarafına temayül ettirecektir." 38

Üstad'ın Yeni Türk Cumhuriyetlerine Mesajı:

Üstad'ın bu arada bugünkü Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin sorumlu devlet adamlarına da çok önemli mesajları vardır. Onlardan Üstad; kendileri fazla dindar, olmasalar dahi, halkın dinî duygu ve düşüncelerine saygılı olmalarını istemektedir. Zira Asya'da aslolan dindir. Bu bakımdan Üstad, adeta onlara konuşurcasına şu hayati tavsiyelerde bulunmakta ve şöyle demektedir;

"Asya'da din hakimdir. Felsefe ikinci derecededir. Bu remz-i kadere binaen Asya'da hüküm sürenler dindar olmasalar dahi, din lehine çalışanlara (katiyyen) ilişmemeli, belki (bütün güçleri ile) teşvik etmelidir." 39

Görülüyorki bütün bunlar Üstad'ın; kendi devrini aşan ufukların ötesi için söylemiş olduğu sözlerdir. Üstad bu fikirlerini, karanlıklı ve görüş mesafesinin nerede ise sıfır olduğu bir dönemde, sanki bu günleri görürcesine ileri sürmüştür. Bu görüşleri bugün, bizim şerefli bayrağımızın yanında göndere bayraklarını çekmiş olan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nin yarınları ile ilgili temel görüşlerdir. Üstad'ın bu tesbitlerini, otuz sene önceki şartlar içinde ve komünizmin en güçlü olduğu devirler açısından değerlendirdiğimiz takdirde, bir insanın şaşmaması, hayret ve dehşetler içinde kalmaması mümkün değildir.

Zira Üstad'ın senelerce önce söylediği gibi, "Asya tarlasının çiçekleri, ziya-ı İslâmiyetle neşv-ü nema bulacaktır." 40 Üstad, her zaman batıya değil, doğuya bakmış ve onun alın yazısını şu cümlelerle okumuştur:

"Âlem-i İslâm ve Asya muazzam bir camidir. Ve içinde ehl-i iman ve ehl-i hakikat o camideki muhterem cemaattır." 41

O cemaat ve camileri aydınlatacak ve başta Ahmet Yesevi olmak üzere Asya Türklüğüne feyiz, nur ve bereket veren evliyaları, bugün ise Risale-i Nurla'rın iman hakikatlarıdır.

Bu bakımdan Üstad; Asya'da uyanan akvamı, bunlardan mesela, Kırgız, Kazak, Özbek, Türkmen vs. gibi Türk kavimlerinin Avrupa'yı körü körüne taklit etmemelerini söylemekte, onların bir çok mukaddes değerlerini Avrupaî bir hayat tarzı için feda etmelerinden büyük endişeler duymaktadır. O, bu hususta haklı olarak şöyle demektedir:

“Asya'da uyanan akvam Türk Cumhuriyetleri), menfi fikr-i milliyete sarılıp, aynen Avrupa'yı her cihetle taklit ederek hatta çok mukaddesatları, o yolda feda ederek hareket ediyorlar. Halbuki, her milletin, kamet-i kıymeti, başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa, tarzı ayrı olmak lazım gelir. Bir kadına, bir jandarma elbisesi giydirilmez. Bir ihtiyar hocaya tango, bir kadın libası giydirilmediği gibi körü körüne taklit dahi çok defa maskaralık olur."

"Çünkü; evvela, Avrupa bir dükkan bir kışla ise, Asya; bir mezraa, bir cami hükmündedir. Bir dükkancı dansa gider, bir çiftçi gidemez, kışla vaziyeti ile mescid vaziyeti olmaz." 42

Bu bakımdan, Üstadın Anadolu gençleri için söylediği şu sözler bize göre, Orta Asya Müslüman Türk gençleri için de geçerlidir:

"Ey bu vatanın gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Âya, Avrupa'nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra, hangi akıl ile onların safına iltihak edip, kendi kendinizi ve kardeşlerinizi idam ediyorsunuz. Agâh olunuz ki, siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz. Çünkü, şu suretle ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır." 43

Bunun için Üstad, ilim, teknik ve fen bakımından yeni yeni uyanmaya başlayan Asya kavimlerinin, medeniyet yolunda ilerleme, ilim, fen ve teknik yönden gelişmelerinde Avrupa'yı değil, kendi örf ve adetlerinden hiç bir şey kaybetmeden gelişip ilerleyen Japonya'yı örnek almalarını söylemektedir. Zira;

"Medeniyet yolunda Japonlara uymamız, onlar gibi hareket etmemiz lazımdır. Onlar Avrupa medeniyetinin güzelliklerini, teknik buluşlarını almışlardır. Fakat her milletin devam ve bekasının temeli, mayası, esası olan millî âdetlerini muhafaza etmişlerdir." 44

Asya'nın Geleceği Şûra ile Açılacaktır:

Üstad, uyanan Asya kavimlerinin idari yapılanmalarında, demokratik fikrî tartışmalara açık parlamenter cumhuriyet şeklini öngörmektedir. Üstad'a göre buna giden yol da "Şûra" ve "Meşverettir". Haddizatında Üstad'a göre; "en büyük kıta olan Asya'nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûray-ı hakikiyeyi yapmamasıdır" 45 Bu sayede Asya zulüm ve istibdadın çelik zincirlerini kıracak, gerçek hürriyete kavuşacak ve Avrupa'nın karşısında durabilecektir. O, bu hususa esas olan fikirlerinde şöyle demektedir:

"Asya kıtasının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı şûradır. Yani nasıl fertler birbiriyle meşveret eder, taifeler, kıtalar dahi o şûrayı yapmaları lazımdır ki, üçyüz belki dört yüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını zincirlerini açacak, dağıtacak." 46

Üstad şûrayı; Orta Asya Türk Cumhuriyetleri için idari yapılanmada vazgeçilmez bir esas olarak görmektedir. Bu bir manada halka açık, meclisleidir. Bu meclislerde, fikirler açıkça tartışılacak, millet ve memlekete en yararlı olan ne ise, o yapılacaktır. Bu günlerin tabiri ile bu katılımcı demokrasiden başka birşey değildir. O, bunun zaruretine ait bir suali yine kendisi sormakta ve şöyle demektedir:

"Eğer desen: Neden şûraya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya'nın hayatı ve terakkisi şûra ile olabilir?"

"Evet, haklı Şûra ihlâs ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüzonbir olduğu gibi ihlâs ve tesanüdü hakiki ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve On adamın, hakiki ihlâs ve meşveretin sırrı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor." 47

Üstad, böyle meşveret ve şûra ile idare edilen demokratik ve insan haklarına saygılı, dinî hürriyetin âdilâne yaşandığı takdirde uyanan Asya kavimleri, bu arada Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin, ilim, fikir, edebiyat, felsefe ve sanatta ilerleyecekleri, fen ve teknikte geleceklerini, hulâsa istikballerinin parlak olacaklarını görmekte ve şöyle demektedir:

"İbn-i Sinaları ve Bismarkları, Dekartları, Taftazanileri, inşaallah geri bırakacak. Bu kuvvetli Asya ve Rumeli tarlası çok şubban-ı vatan mahsülü vereceğinden ümitvarız."

DİPNOTLAR:

** Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesinde öğretim üyesidir.

2 Bu konularda geniş bilgi için bkz. Nursî, S.Emirdağ Lahikası, En, I, s. 154-207. Nursî Ş.Şua'lar, En.s. 231-309-280-237-351.
3 Nursî, S.a.g.e.s.497.
4 Bu konularda geniş bilgi için bkz. Nursî, s.Sünuhat, YAS. s. 97-106 Üstad işgal yıllarında İngilizlere meydan okumuş, onlar hakkında "Hutuvat-ı Sitte" adındaki eserini yazmış ve halkı İngilizlere tavır almaya çağırmıştır.
5 Nursî, S. Sünuhat, YAS. s. 57. Tarihçe-i Hayat, EN. s.131
6 Nursî, S. Sözler, EN. s.709 Üstad bu konulardaki ilk fikirlerini 1918 yılında neşrettiği Lemeat adındaki eserinde zikretmiştir.
7 Nursî, S.Muhakemat, EN. s.42.
8 Nursî, S. Mektubat, EN. s. 413.
9 Nursî, S.Sünuhat, s.85.
10 Bu konularda geniş bilgi için bkz. Nursî, S.Divan-ı Harb-i Örfi, YAS. İstanbul 1995
11 Şahiner.N.a.g.e.s.132.
12 Geniş bilgi için bkz. Sünuhat, YAS. s.84. Bu konuşmalarda, Üstadın ifadeleri kısmen sadeleştirilmiş ve bir üslup zenginliği verilmiştir.
13 Nursî, S.Emirdağ Lahikası, EN. II.s.223.
14 Nursî, S.a.g.eI.s.185.
15 Kur'ân-ı Kerim, el-Hucurat;11
16 Nursî, S. a.g.e.II.s.223.
17 Nursî, S.Hutbe-i şamiye, YAS s.126 "Sırb bir neferin, Avusturya veliahdine attığı bir tek gülle eski harb-i umumiyi patlattırdı, otuz milyon nüfusun mahvına sebeb oldu."
18 Bilgi için bkz. Nursî, S.Şua'lar, EN s.316, 521,639,697. Kastamonu lahikası, ENs.75,93,186,187, Emirdağ Lahikası, EN.s.I.247, II, s.72,82,85 Sikke, EN s.25 lemalar, EN.,s.231,448.
19 Üstad, meşhur İşaratü'l-İcaz tefsirini işte, bu harbler esnasında yazmıştır. Nitekim o, şöyle demektedir. "İşaratü'l-İcaz tefsiri, eski Harb-i Umuminin birinci senesinde, me'hazsız ve kitap mevcud olmadığı halde telif edilmiştir." Geniş bilgi için bkz. Nursî, S.İşaratü'l-İcaz, YAS.s.9.
20 Nursî, S.Mektubat, EN.s.75 Emirdağ Lahikası, EN. I.s.76,156. II, s.13. Şua'lar, s.496, 526 Tarihçe-i Hayat, s.116 daha geniş bilgi için bkz. Şahiner, N.a.g.e.s.158 vd. Said Nursî Tarihçe-i Hayat, EN.s.116.
21 Bu konularda geniş bilgi için bkz. Kutay, C.Tarih Sohbetleri, İstanbul, 1966. II. s.205.
22 Nursî, S.Sözler, EN.s.694.
23 Bu konuların genel bir değerlendirmesi için bkz. Kitapçı, Z.Orta Asya Türklüğünün Büyük İslâm Kültür ve Medeniyetindeki Yeri, s.20.
24 Kur'ân-ı Kerim; en-Naziat, 23.
25 Nursî, S.Sözler, EN. s.694.
26 Nursî, S.Emirdağ Lahikası, I. s.79.II.s.17-19 Nursî, S.Sikke, s.212.
27 Nursî, S.a.g.e.II.s.25. Nursî, S.Şua'lar, s.300, 425,596,735.
28 Nursî, S.Kastamonu Lahikası, EN.s.81.
29 Nursî, S.Şua'lar, s.358.
30 Nursî, S.Emirdağ Lahikası, II.s.20,24,186. Krş. Kastamonu Lalikası, s.191, 293 Tarihçe-i Hayat, s.616,639.
31 Nursî, S.Emirdağ Lahikası, II.s.71.
32 Nursî, S.a.g.e.II.s.72.
33 Nursî, S.Emirdağ Lahikası, s.71.
34 Nursî, S. Mektubat, EN,s.325. krş. Emirdağ Lahikası, EN.II.s.224.
35 Nursî, Şua'lar, EN, s.588.
36 Nursî, S. Lemalar, YAS. s.120.
37 Üstad bu cümleleri meşhur "Eskişehir Müdafaası"nda söylemiştir. Geniş bilgi için bkz. Said Nursî .Tarihçe-i Hayat, EN. s.241
38 Geniş bilgi için bkz. Said Nursî Tarihçe-i Hayat, s.241.
39 Nursî, S.Şua'lar, EN. s.375.
40 Nursî, S.Hutbe-i Şamiye, YAS s.9 Krş. Nursî, S.Divan-ı Harb-i Örfi, YAS. s.63.
41 Nursî, S. Mektubat, EN. s.413.
42 Nursî, S. Mektubat, EN.s.324-325.
43 Nursî, S. Lemalar, YAS, s.124.
44 Nursî S.Divan-ıHarb-iÖrfi,EN. s.71Şahiner,a.g.e.s.337.
45 Nursî, S. Hutbe-işamiye,YAS. s.65.
46 Nursî, S.a.g.e.YAS. s.66.

47 Nursî, S.a.g.es.67.

Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI

Kategorileri:
Okunma sayısı : 12.476
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...