SULTAN ABDÜLHAMİT VE BEDİÜZZAMAN

Bediüzzaman Hazretleri 1907 yılının Aralık ayının son günlerinde İstanbul’a ulaştığı hakkında kesin belgelerle sabittir. Onun İstanbul’a gelişinin asıl amacı, Van’da kurmak istediği Medresetüzzehra isimli üniversitenin maddi finansmanı için, Sultan Abdulhamid’le görüşerek temin ve taahhüt altına almaktı. İstanbul’a gelir gelmez padişahla görüşme imkânının yollarını aradı.

1908’in Mart ayı başlarında Mabeyn-i hümayûn’a gitti, padişahla çok önemli bir hususa dair görüşmek istediğini söyledi. Ama maalesef oradaki vazifeli paşalar bu isteği reddettiler. Bediüzzaman’la, o çoğu mason olan paşalar arasında tartışmalar yaşandı. Dolayısıyla o pek mühim görüşme mümkün olamadı. Fakat Bediüzzaman bu görüşme talebinden vazgeçmedi, çare ve imkân yollarını aramaya devam etti. Ferik Ahmet Muhtar Paşa delaletiyle İstanbul Şişli’de Vanlı zengin bir adamın evinde mabeyin paşalarıyla ikinci bir görüşme sağlandı. Burada yine mevzu’ hakkında sert münakaşalar oldu.

Sonuçta ipler koptu ve Bediüzzaman’ın mutasavver olan görüşmeden ümidi kesildi. Son bir çare olarak Padişaha hitaben meramını anlatan bir dilekçe kaleme alarak (dilekçede Şark'ın cehaletten kurtulmasının tek çaresi, bir “Darü'l-Funun”un Van’da kurulmasıdır, diyerek) dilekçeyi Mabeyn-ı humayuna bıraktı. Birkaç gün daha bekledi. Yine bir ses çıkmadığını görünce; Padişah'ın ve devletin nazarını Doğu'nun ahvaline çekmek niyetiyle, Fatih tarafında bulunan Şekerci Hanında bir oda kiralayarak kapısına şöyle bir levha astı:

“Burada her çeşit suale cevap verilir. Her müşkül halledilir. Ama hiç kimseye sual sorulmaz.”

Bu garip ilan üzerine, iki ay süresince her çeşit ilim adamı, her türlü ilme dair -gelip- sualler sordular; bütün gelenler mutlak isabetli cevaplar aldılar. Bu acip hadise üzerine, mabeyn paşalarına bir telaş düştü ve Bediüzzaman’dan kurtulma yollarını aramaya koyuldular. Sonunda şu planı düşündüler: “Şu her şeyi bilen adam deli olmalıdır.” Vicdanı satılmış bir iki doktordan uydurmasyon bir rapor hazırlattırdılar ve masum ve günahsız, ama vatan ve millet aşkıyla tutuşan, hamiyet ve gayret nuruyla feveranda olan Bediüzzaman’ı alıp tımarhaneye koydular.

Birkaç gün sonra, akıl hastanesi Baştabibi vicdanlı, hamiyetli ve basiretli bir zat olduğundan Bediüzzaman’ı karşılıklı konuşarak muayene ettikten sonra meselenin künhüne vukufiyet peyda eyledi ve Mabeyne şöyle bir rapor tanzim eyleyip yolladı: “Eğer Bediüzzaman’da zerre kadar bir cünunluk varsa, o takdirde Dünyada hiçbir akıllı insan yoktur.”

Bunun üzerine Mabeyin paşaları şaşırdılar; ne yapalım, ne edelim de bundan kurtulalım diye çare düşündüler. Sonunda: “Bunu bir süre nezarette bulunduralım Padişah'tan kendisine bir miktar parayı bahşiş ve rüşvet tarzında gönderelim. Herhalde o bu parayı görünce çeker gider.” diye bu tedbiri, Sultan Abdülhamid’e bildirip kabul ettirmeye çalışalım. Tedbir kabul gördü. Padişah adına zaptiye nazırı Şefik Paşa görevlendirildi. 30 altın peşin bahşiş, her ayda 10 altın maaş... ileride bu maaş daha da arttırılacak diye Sultan Abdulhamid'in selamıyla birlikte teklifen götürüldü. Bediüzzaman’ın Şefik Paşa'ya cevabı şöyle oldu: “Ben maaş dilencisi değilim. Bin altın da olsa kabul edemem… ilh.” Uzun bir muhavere …

İşte tımarhane, nazarethane derken 24 Temmuz 1908 günü II. Meşrutiyet Padişah'ın fermanıyla ilan edildi. Bediüzzaman Hazretleri ya Meşrutiyet'in ilanı gününde ya da bir-iki gün önce serbest bırakıldı. İstanbul’da, Selanik’te Hürriyetçilerin tertipledikleri nümayişlere Bediüzzaman da katıldı. Meşrutiyeti İslami şeriata tatbik eden uzun nutuklar irad etti. Onun hürriyet ve meşrutiyeti şeriata tatbik eden bu nutukları ta o günlerde kitaplaştırılarak yayınlandı.

Böylece Bediüzzaman Hazretleri bütün gücüyle meşrutiyet ve hürriyeti İslam Şeriatına tatbik ederek icraata konması için çalıştı, çabaladı. İttihat –Terakki Cemiyeti içindeki, Ahrar Fırkası ileri gelenleri ile görüşmeler yaptı. Üç dört ay onlarla beraber göründü. Lakin İttihat ve Terakki’deki hâkim olan farmason, aynı zamanda ırkçı gurup, Bediüzzaman’ın katıksız İslamcılık ve Şeriatçılığını hazım edemeyip ondan ayrıldılar ve düşman kesildiler.

İttihatçıların içinde gerçek milliyetçi olan ümmetçi gurubu da bu farmasonlardan aleni olmasa da fikir ve düşünce sahasında ayrılmışlardı. Bu arada müspet-menfi cemiyetler, kulüpler de açılmış ve açılıyordu.

Derken, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti kuruldu. Bu cemiyetin kurucuları bilaistisna Müslümanların itimatlarını kazanmış âlim ve fazıl şahsiyetlerdi. Ancak Volkan adlı gazetesiyle birlikte gelip bu cemiyete üye olan Derviş Vahdeti müstesna. İşte bu cemiyet kurulduktan bir müddet sonra, Bediüzzaman’da ona dâhil oldu. Ve ittihatçılardan (Mason ve Farmason gurubundan)tamamen yüz çevirip ayrıldı. Ve İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinin bir naşir-i efkarı olmuş olan Volkan gazetesinde, hem İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinin kuruluş gayesini, hem de Meşrutiyeti İslam Şeriatına uygunluk tarafını izah eden kaideli ilmi beyanlarını, gayet pervasızca makalelerle yayınlamaya başladı.

Aynı günlerde yayın hayatına başlayana “Sırat-ı Müstakim” ve sonra “Sebilü'r-Reşad” dergisiyle Bediüzzaman’ın bir muarefesi olmadı. Dolayısıyla bu dergide ta 1911’lere kadar Bediüzzaman’ın herhangi bir makalesi yayınlanmadı. Bu derginin başmuharriri Mehmet Akif Beydi. Gerçekten M. Akif Bey'in Sultan Abdulhamid’i eleştiren sert ve kırıcı yazı ve şiirleri yayınlanıyordu. Yani Sebillü'r-Reşad dergisi ve onun sahibi Eşref Edip ve başmuharriri M. Akif Bey bağımsız ve kendi başlarına hareket ediyorlardı. Bediüzzaman ise, İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti'nin bir üyesi olarak makaleler neşrediyordu...

Bediüzzaman’ın bütün nutuk, kitap ve makaleleri hiçbiri zayi olmadan zabt ve kaydedilmiş, mahfuzdurlar. Onun hiçbir yazısında, merhum Sultan Hamid’in şahsiyetini ve halifelik makamını tezyif edici hiçbir şey yoktur. Vardır diyen varsa, tarihi belgeleri ile ispat etmelidir. Evet, Bediüzzaman’ın o günkü kitap, nutuk ve makalelerinde; Abdülhamid Hanın etrafında çöreklenmiş kısmen mason paşaları eliyle, ama onun namına yapılmış yanlış icraatlarını tenkit edici ifadeleri olmuştur. Lakin bu tenkitler içerisinde itidale çağırıcı, çözümler önerici pek çok ilmi tahkikli nasihatle beyanatları da beraber olmuştur.

İşte, Bediüzzaman’ın adı geçen makale, kitap ve nutuklarında, istikamet çizgisini gösteren pusula mesabesindeki ilmi hakikatlerden ötürü pişman olmamış ve o yüzden de siyasetten çekilmemiştir. Bilakis adı geçen makale ve nutukları 1950 den sonra da siyaset erbabına iletilmek üzere neşrettirmişlerdir. Bütün bu nutuklar, makaleler ve kitaplar bilahare tarafımızdan “Asar-ı Bediiye” adlı bir kitapta bir araya getirilip yayınlanmıştır, görülebilir.

Buna göre Bediüzzaman Hazretlerinin tarafgirane siyasetçilikten nefret edip yüz çevirme hadisesi 1919’larda vuku bulduğunu onun net ifadesiyle sabittir ki, Risale-i Nur'dan Yirmi İkinci Mektub'un Dördüncü Veçhinde kayıtlıdır.

İttihatçılardaki farmason gurubun hedefinde İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinin üyelerinin ve özellikle Bediüzzamanı: “Sultan Abdulhamidci ve Mürteci kimseler” olarak tanımlayarak onu idam ettirmek için ellerinden geleni diriğ etmiyorlardı. Nitekim hareket ordusu gelip İstanbul’u kuşattığı Rumi 11 Nisan 1325 / Miladi 24 Nisan 1909'da İttihad-ı Muhammedi üyelerini yakalamaya başladıkları günlerde, Bediüzzaman Hazretleri hayatını boşa sarf etmemek ve koruma altına almak niyetiyle İstanbul’dan ayrılıp İzmit’e gelmiştir. Bediüzzaman’ın İzmit’te beklediği günlerde Miladi 27 Nisan 1909 Sultan Abdulhamidin hal’ı gerçekleştirilmiş oluyordu. Miladi 30 Nisan 1909’da da Bediüzzaman Hazretleri İzmit’te yakalanıp tevkif edilerek İstanbul’a götürülmüş, 23 gün Harbiye nezaretinde tutuklu bulundurulmuş 2 nolu Divan-ı Harb mahkemesinde sorgulandıktan sonra tahliye edilmiştir. Bir gün sonra da 1 nolu Divan-ı Harp mahkemesinde yargılanmış, gayet merdane ve pervasızca müdafaaları sonunda beraat almıştır.

Okunma sayısı : 27.062
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

yuvam
RİSALELERDE ŞÖYLE BİR CÜMLE VAR MI? " 28 SENEDİR ÇEKTİĞİM CİLELERİN İKİ SEBEBİ VAR,BUNLARDAN BİRİSİ O ŞEFKATLİ SULTANA BOYUN EĞMEYİŞİMDİR" üSTAD BURADA NE DEMEK İSTEMİŞTİR.LÜTFEN BİZİ BİLGİLENDİRİNİZ
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (editor)
Risalelerde böyle bir ifade yoktur.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
kalem88
ya siz bu kadar şeyi nerden biliyorsunuz ... bizim de hakiki talebe olmamız için ne yapmamız gerekiyor bir de onu söyleseniz...birikim işimi yoksa
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (editor)
Bir nur talebesinin risaleleri anlamak için yapacağı iki şey vardır. Biri fiili dua, diğeri ise kali duadır. Fiili duada araştırma, okuma, anlama mücadeleri vardır.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
nurrumuz
Kendini tekrar tekrar, zevkle ve şevkle okutan bu şaheser külliyatını okudukça anlayışınız ziyadeleşecektir. Anlamanın tek çaresi: Nurlarla başbaşa kalıp, zihnî cehd sarfederek tekrar tekrar okumak sevgisiyle payidar olmaktır. (Gençlik Rehberi)
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
SANCAKBEYİ
Allah razı olsun.Beni bu konuda aydınlattığınız için.Demek ki Bediüzzaman hazretleri hayatı boyunca hiç gülememiş.O dünyasında bir şey kazanamamışken ahirette ise yüksek derecelere ulaşacağından şüphem yoktur.Allah ondan razı olsun.Allah rahmet eylesin..
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...