Zira, itaatsizlik yalnız bir zulüm değil, milyonlarca nüfusun hakkına bir nev’i tecavüz demektir. Bilirsiniz ki, bu zamanda bayrak-ı tevhid-i İlâhî sizin yed-i şecaatinizdedir. O yedin kuvveti de itaat ve intizamdır. Zira bin muntazam ve mutî asker, yüz bin başıbozuğa mukabildir. Ne hâcet, yüz sene zarfında otuz milyon nüfusun vücuda getirmediği böyle pek çok kan döktüren inkılâpları siz itaatinizle, kan dökmeden yaptınız.

Bunu da söylüyorum ki: Hamiyetli ve münevverü’l-fikir bir zâbiti zâyi etmek, mânevî kuvvetinizi zâyi etmektir. Zira şimdi hükümfermâ, şecaat-i imaniye ve akliye ve fenniyedir. Bazan bir münevverü’l-fikir, yüze mukabildir. Ecnebîler size bu şecaatle galebeye çalışıyorlar. Yalnız şecaat-i fıtriye kâfi değil...

Elhasıl: Fahr-i Âlemin fermânını size tebliğ ediyorum ki, itaat farzdır. Zabitinize isyan etmeyiniz. Yaşasın askerler! Yaşasın meşruta-i meşrua!

Demek ki ben, bu kadar âlim varken, böyle mühim vazifeleri deruhte ettiğimden cinayet ettim.

ON BİRİNCİ CİNAYET: Ben vilâyât-ı şarkiyede aşiretlerin hâl-i perişaniyetini görüyordum. Anladım ki, dünyevî bir saadetimiz, bir cihetle fünun-u cedide-i medeniye ile olacak. O fünunun da gayr-ı müteaffin bir mecrâsı ulema ve bir menbaı da medreseler olmak lâzımdır. Ta ulemâ-i din, fünun ile ünsiyet peyda etsin.

Zira, o vilâyatta nim-bedevî vatandaşların zimâm-ı ihtiyarı, ulema elindedir. Ve o saik ile Dersaadete geldim. Saadet tevehhümü ile o vakitte-şimdi münkasim olmuş, şiddetlenmiş olan-istibdatlar, merhum Sultan-ı mahlûa isnad edildiği halde, onun Zaptiye Nâzırı ile bana verdiği maaş ve ihsan-ı şahanesini kabul etmedim, reddettim. Hatâ ettim. Fakat o hatam, medrese ilmi ile dünya malını isteyenlerin yanlışlarını göstermekle hayır oldu. Aklımı feda ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli Sultana boyun eğmedim. Şahsî menfaatimi terk ettim.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

aşiret : birlikte yaşayan, bir soydan gelen insanlar
başıbozuk : düzensiz topluluk; düzensiz sivil savaşçılar
bayrak-ı tevhid-i İlâhî : Allah’ın birliğinin bayrağı
deruhte etme : yerine getirme
dünyevî : dünyaya ait
ecnebî : yabancı
elhasıl : kısaca, özetle
fahr-i Âlem : bütün varlık âleminin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m.)
farz : Allah’ın kesinlikle yapılmasını emrettiği şey
fermân : buyruk, emir
fünun : fenler, bilimler
fünun-u cedide-i medeniye : medeniyetin yeni fenleri, bilimleri
galebe : üstün gelme
gayr-ı müteaffin : kokuşmamış
hal-i perişaniyet : perişanlık hali
hamiyetli : din, aile, vatan gibi değerleri koruma duygusu ve gayreti olan
hükümfermâ : hüküm süren
ihsan-ı şahane : padişahın ihsanı, bağışı
inkılâp : büyük değişim, devrim
intizam : disiplin, düzen
isnad edilme : dayandırılma
istibdat : baskı
itaat : emre uyma
mecrâ : kanal, yol
medrese : din ilimlerini öğreten okul
menba : kaynak
meşruta-i meşrua : dine uygun meşrutiyet; İslâmın öngördüğü meşrutiyet
mukabil : karşılık
muntazam : düzenli, intizamlı
mutî : emre uyan, itaatkâr
münevverü’l-fikir : fikir ve düşüncesi aydın
münkasim : bölünmüş olan, kısımlara ayrılmış
ne hâcet : gereksiz
nim-bedevî : yarı bedevî, yarı şehirli bir anlayışa sahip olan
nüfus : nefisler, kişiler
peyda etme : kazanma
saadet : mutluluk
saik : sebep, neden
Sultan-ı mahlûa : tahtından indirilmiş Sultan; İkinci Abdülhamid
şecaat : yiğitlik, yerinde kullanılan cesurluk
şecaat-i fıtriye : yaratılıştan gelen yiğitlik, cesaret ve kahramanlık
şecaat-i imaniye ve akliye ve fenniye : imandan, akıldan ve fen ve bilimden gelen dengeli cesaret
tebliğ etme : bildirme
tecavüz : haddi aşma, ileri gitme, zulmetme
tevehhüm : zan, olmayan birşeyi var zannetme
ulemâ : âlimler
ulemâ-i din : din âlimleri
ünsiyet : alışkanlık, âşinâlık
vilâyât : iller
vilâyât-ı Şarkiye : Doğu illeri
vücuda getirme : meydana getirme
yed-i şecaat : cesaret ve kahramanlık eli
zâbit : rütbeli asker, subay
zaptiye nazırı : emniyet ve güvenlikten sorumlu üst düzey memur, güvenlik subayı
zâyi etme : kaybetme, yok etme
zimâm-ı ihtiyar : seçim ve tercih ipi, bağı
Yükleniyor...