Kalbin sadefinde din-i hakkın cevheri bulunmazsa, beşerin başında maddî, mânevî kıyametler kopacak ve hayvanatın en bedbahtı, en perişanı olacak.

Hâsıl-ı kelâm: Beşer bu asırda harplerin ve fenlerin ve dehşetli hâdiselerin ikazatıyla uyanmış ve insaniyetin cevherini ve câmi istidadını hissetmiş. Ve insan, acip cemiyetli istidadıyla yalnız bu kısacık, dağdağalı dünya hayatı için yaratılmamış.

Belki ebede meb’ustur ki, ebede uzanan arzular mahiyetinde var. Ve bu dar, fâni dünya, insanın nihayetsiz emel ve arzularına kâfi gelmediğini herkes bir derece hissetmeye başlamış.

Hatta insaniyetin bir kuvâsı ve hâdimi olan kuvve-i hayaliyeye denilse, “Sana dünya saltanatı ile beraber bir milyon sene ömür olacak; fakat sonunda hiç dirilmeyecek bir sûrette bir idam senin başına gelecek.” Elbette hakikî insaniyetini kaybetmeyen ve intibaha gelmiş o insanın hayali, sevinç ve beşarete bedel, derinden derine teessüf ve eyvahlarla saadet-i ebediyenin bulunmamasına ağlayacak.

İşte bu nükte içindir ki, herkesin kalbinde derinden derine bir din-i hakkı aramak meyli çıkmış. Herşeyden evvel, ölüm idamına karşı din-i haktaki bir hakikati arıyor ki kendini kurtarsın. Şimdiki hal-i âlem bu hakikate şehadet eder.

Kırk beş sene sonra, tamamıyla beşerin bu ihtiyac-ı şedîdini, dinsizliğin zuhuruyla küre-i arzın kıt’aları ve devletleri birer insan gibi hissetmeye başlamışlar. Hem âyat-ı Kur’âniye başlarında ve âhirlerinde beşeri aklına havale eder, “Aklına bak” der. “Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki bu hakikati bilesin” diyor.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : acayip, şaşırtıcı
âhir : son, en son
âyat-ı Kur'âniye : Kur’ân’ın âyetleri
bedel : karşılık
beşaret : müjde
beşer : insanlık
câmi : kapsamlı (bk. c-m-a)
cehl-i mürekkeb : bilmediğinden habersiz olma, bilmediğini de bilmeme hâli
cemiyetli : geniş, kapsamlı (bk. c-m-a)
cevher : esas, öz, değerli şey
dağdağalı : çalkantılı, sıkıntılı
din-i hak : hak din, İslâm (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
divanelik : akılsızlık
ebed : sonsuzluk (bk. e-b-d)
emel : arzu, istek
fâni : geçici olan (bk. f-n-y)
fenler : maddî ilimler
hâdim : hizmet eden, hizmetçi
hâdisat-ı âlem : dünyada meydana gelen olaylar (bk. ḥ-d-s̱)
hakikat : asıl, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî : asıl, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hal-i âlem : dünya hâli, dünya insanlığının genel hâli
harp : savaş
hâsıl-ı kelâm : sözün kısası (bk. k-l-m)
havale etme : gönderme, yönlendirme
ibret alma : ders çıkarma, ders alma
idam : yok oluş
ihtiyac-ı şedîd : çok şiddetli ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
ikazat : ikazlar, uyarılar
insaniyet : insanlık
intibaha gelme : uyanma
istidad : kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
istikamet yolu : hak ve hakikate ulaştıran yol; İslâm dini
kâfi : yeterli
kıt'a : dünyanın kara parçalarından her biri
kuvâ : duyu, his, güç
kuvve-i hayaliye : hayal duyusu, gücü
küre-i arz : yerküre, dünya
mahiyet : ana yapı, esas
meb'us : gönderilen (bk. b-a-s)
meşveret : danışma
meyil : arzu, istek, eğilim
nihayetsiz : sınırsız, sonsuz
nükte : ince anlam
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sergüzeşt-i hayat : hayat hikâyesi, hayat serüveni (bk. ẕî; ḥ-y-y)
sûrette : şekilde (bk. ṣ-v-r)
şehadet etme : şahitlikte bulunma (bk. ş-h-d)
taakkul : aklını kullanma, düşünme
tahattur etme : hatırlama
teessüf : eseflenme, üzülme
tefekkür : bir mesele hakkında derinlemesine düşünme (bk. f-k-r)
zuhûr : ortaya çıkma, görünme (bk. ẓ-h-r)
Yükleniyor...