Üçüncüsü: Birşeyin hüsün ve cemâli, o şeyin mecmuunda görünür. Cüzlere ayrıldığı vakit, mecmuunda görünen hüsün ve cemâl, parçalarında görünmez. O şeyin umumunda tezahür eden nakış ve güzellik, herbir kısmında aranmaz. Görünmediği vakit, görünmemesi, onun sebeb-i kusuru tevehhüm edilmez. Böyle olmasına rağmen, Kur’ân-ı Hakîmin sûre ve âyetlerinde görünen mu’cize-i nazm, hey’ât ve keyfiyat itibariyle tahlil edildiği vakit, başka bir tarzda yine kendini ehl-i tetkike gösteriyor. İşte bu İşârâtü’l-İ’câz Arabî tefsiri, i’câz-ı Kur’ân’ın yedi menbaından bir menbaı olan nazmındaki cezaleti, en ince esrarına kadar beyan ve izhar ediyor. Kur’ân-ı Hakîmin on, yüz, bin ve binler ve eyyam-ı mübarekede otuz bine kadar semere-i uhrevî veren hurufatının herbirine ait, İşârâtü’l-İ’câz’ın âzamî ihtimamla onlardaki i’câzı göstermeye çalışması, elbette israf değil, ayn-ı hakikattir.

Dördüncüsü: Kur’ân-ı Hakîmin kelâm-ı ezelîden gelmesi ve bütün asırlardaki bütün tabakat-ı beşere hitap etmesi hasebiyle, mânasında bir câmiiyet ve külliyet-i harika vardır. İnsandaki akıl ve lisan gibi, bir anda yalnız bir meseleyi düşünmek ve yalnız bir lâfzı söylemek gibi cüz’î değil, göz misillü muhît bir nazara sahip olmak gibi, kelâm-ı ezelî dahi bütün zamanı ve bütün tâife-i insaniyeyi nazara alan bir külliyette bir kelâm-ı İlâhîdir. Elbette Onun mânâsı, beşer kelâmı gibi cüz’î bir mânâya ve hususi bir maksada münhasır değildir. Bu sebepten, bütün tefsirlerde görünen ve sarahat, işaret, remiz, îma, telvih, telmih gibi tabakalarla müfessirînin beyan ettikleri mânâlar, kavaid-i Arabiyeye ve usul-ü nahve ve usul-ü dine muhalif olmamak şartıyla, o mânâlar, o kelâmdan bizzat muraddır, maksuddur.
Tâhirî, Zübeyir, Sungur,
Ziya, Ceylân, Bayram

• • •
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

beyan etmek : açıklamak
îma : gizli ve ince bir mânâyı işaret etme, gösterme
kavaid-i Arabiye : Arapça dilbilgisi kuralları
maksud : kast edilen, hedeflenen şey
muhalif : aykırı, zıt
murad : irade edilen, istenen
müfessirîn : müfessirler, tefsirciler, Kur’ân’ı açıklayıp yorumlayan âlim kimseler
remiz : gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme
sarahat : açıklık
tefsir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap, eser
telmih : imalı söz söyleme; bir ibarede geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, atasözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etme
telvih : dolaylı anlatım; asıl mânâ ile kinâye yoluyla kastedilen mânâ arasındaki vesilelerin çok olması durumu
usul-ü din : dinin usulü, temel prensipleri; din metodolojisi
usul-ü nahv : Arapça dil bilgisinde, cümle kurgusunu inceleyen bilim dalının kuralları
Arabî : Arapça
ayn-ı hakikat : gerçeğin ta kendisi
âzamî : en büyük, en çok
beşer : insanlar
beyan : açıklama, anlatım
câmiiyet : kapsamlılık, genişlik
cemâl : mânevî, iç güzellik
cezalet : güçlü ve düzgün ifade, güzel anlatım
cüz : bölüm, parça
cüz’î : küçük, ferdî
ehl-i tetkik : gerçeği ilmen derinlemesine inceleyip araştıran ve delilleriyle bilen kimseler
esrar : sırlar, incelikler
eyyam-ı mübareke : mübarek günler
hasebiyle : özelliğiyle, cihetiyle
hey’ât : Kur’ân’ın kelime, cümle ve âyetlerinin aldığı konum, şekil, tarz
hurufat : harfler
huruf-u Kur’âniye : Kur’ân’ın harfleri
hususî : özel
hüsün : maddî, dış güzellik
i’câz : mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
i’câz-ı Kur’ân : Kur’ân’ın benzerini yapmaktan başkalarını âciz bırakan olağanüstülüğü, mu’cizeliği
ihtimam : özen, önem
israf : gereğinden fazla harcama
itibariyle : özelliğiyle, bakımından
izhar etmek : göstermek, açığa çıkarmak
kat’î : kesin, şüphesiz
kelâm : ifade, söz
kelâm-ı ezelî : ezelî söz, bütün zamanları kapsayan Allah’ın sözü; Kur’ân
kelâm-ı İlâhî : Allah’ın kelâmı, konuşması
keyfiyât : Kur’ân’ın âyet ve cümlelerinin oluşturduğu konumlar, keyfiyetler
Kur’ân-ı Hakîm : her bir âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
külliyet : bütünlük, kapsamlılık
külliyet-i harika : bahsettiği konunun bütün fertlerini içine alan harika bir kapsamlılık
lâfz : ifade, söz
lisan : dil
mecmu : bütün
menba : kaynak
mevcudiyet : var olma, bulunma
meyve-i Cennet : Cennet meyvesi
misillü : gibi, benzeri
mu’cize-i nazm : diziliş, tertip ve düzendeki başkalarını âciz bırakan olağanüstülük, mu’cizelik özelliği
muhit : kapsamlı, kuşatıcı
münhasır : ait, mahsus, sınırlı
nakış : işleme, süsleme
nazar : bakış açısı
nazara almak : dikkate almak
nazm : tertip, diziliş, düzen; Kur'ân-ı Kerîmin Allahü Teâlâ tarafından dizilen, tanzim edilen mübârek sözleri, ifadeleri
sebeb-i kusur : kusur sebebi
semere-i uhrevî : âhiret meyvesi, neticesi
sevâb-ı uhrevî : âhiret mükâfatı, sevabı
tabakat-ı beşer : insan tabakaları, sınıfları
tahlil etmek : analiz etmek, incelemek
tâife-i insaniye : insan taifesi, topluluğu
tefsir : Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap, eser
tevehhüm etmek : sanmak, kuruntu yapmak
tezahür etme : görünme, ortaya çıkma
umum : bütün, genel
Yükleniyor...