2 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ثَوَابَاتِ قِرَاۤئَةِ حُرُوفَاتِ الْقُرْاٰنِ الَّتِى قَرَاْتُمُوهَا بِنِيَّتِنَا فِى رَمَضَانَ 3

Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim; Hâfız Ali’nin bu defaki mektubunda çok mübarek duaları beni ve bizi en derin ruhumuzdan mesrur edip şükre sevk etti. Ve her musibetzedeye ve hüzün ve kederlere düşenlere, mânâ-yı işârîsiyle mededres ve halaskâr ve şifa ve medar-ı sürur olan 4 اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ ve 5 اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا her musibetzedeye baktığı gibi, bu geçen hastalık cihetiyle bize de baktığını yazıyor.

Evet, Hâfız Ali o noktayı tam görmüş. Ben de tasdiken derim ki: Eğer o hastalık yirmi derece tezâuf etseydi, bizlere kazandırdığı neticeye nispeten yine ucuz düşerdi ve rahmet olurdu. Fakat Hâfız Ali’nin kendi üstadı hakkında, benim haddimden pek çok ziyade isnat ettiği meziyet ve mâsumiyeti, onun mâsum lisanıyla hakkımda medih olarak değil, belki bir nevi dua olarak tasavvur ediyoruz.

Hem Hâfız Ali’nin, Sav gibi yerler, karyeler ve Isparta birer medrese-i Nuriye hükmüne geçmesi ve Risale-i Nur’un sadık şakirtleri harikulâde olarak günden güne yükselmeleri ve tenevvür etmeleri, bizleri, belki Anadolu’yu, belki âlem-i İslâmı mesrur ve müferrah eden bir hakikatli haber telâkki ediyoruz.

Âhir fıkrasında, Muhbir-i Sâdıkın haber verdiği “Mânevî fütuhat yapmak ve zulümatı dağıtmak zaman ve zemin hemen hemen gelmesi” diye fıkrasına, bütün ruh u canımızla rahmet-i İlâhiyeden niyaz ediyoruz, temenni ediyoruz. Fakat biz Risale-i Nur şakirtleri ise, vazifemiz hizmettir; vazife-i İlâhiyeye karışmamak ve hizmetimizi onun vazifesine bina etmekle bir nevi tecrübe yapmamak olmakla beraber, kemiyete değil, keyfiyete bakmak, hem çoktan beri sukut-u ahlâka ve hayat-ı dünyeviyeyi her cihetle hayat-ı uhreviyeye tercih ettirmeye sevk eden dehşetli esbap altında Risale-i Nur’un şimdiye kadar fütuhatı ve zındıkların ve dalâletlerin savletlerini kırması ve yüz binler biçarelerin imanlarını kurtarması ve herbiri yüze ve bine mukabil yüzer ve binler hakikî mü’min talebeleri yetiştirmesi, Muhbir-i Sâdıkın ihbarını aynen tasdik etmiş ve vukuatla ispat etmiş ve ediyor, inşaallah daha edecek. Ve öyle kökleşmiş ki, inşaallah hiçbir kuvvet Anadolu’nun sinesinden onu çıkaramaz. Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde, asıl sahipleri, yani Mehdî ve şakirtleri Cenâb-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlettirir ve o tohumlar sümbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah’a şükrederiz.

Hâfız Ali’nin kıymettar bir kardeşimiz olan Aydınlı Hasan Âtıf hakkında medhi ve tafsili bizi minnettar etti. O kardeşimiz de haslar içinde her sabah yanımızdadır.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3 : Ramazan’da okumayı niyet ettiğimiz şekilde okuduğunuz Kur’ân harflerinin kıraatinin sevapları adedince Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
4 : “Biz senin göğsüne genişlik vermedik mi?” İnşirah Sûresi, 94:1.
5 : “Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” İnşirah Sûresi, 94:6.
Önceki Risale: ( 71 ) / Sonraki Risale: ( 73 )
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i İslâm : İslâm dünyası
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
cihet : yön, taraf
had : yetki, sınır
hakikat : gerçek, doğru
halâskâr : kurtarıcı
harikulâde : olağanüstü, şaşırtıcı şekilde
isnat : dayandırma
karye : köy
keder : sıkıntı, üzüntü
lisan : dil
mânâ-yı işârî : asıl anlamın dışında işaret edilen diğer anlam
mâsumiyet : mâsumluk, günahsızlık
medar-ı sürur : sevinç ve neşe vesilesi
mededres : imdada yetişen
medih : övgü, şükür
medrese-i Nûriye : nur saçan medrese, okul
mesrur : sevinçli, mutlu
meziyet : üstün özellik
musibetzede : belâya, sıkıntıya düşmüş olan kimse
musibetzede : felâkete uğrayan
mübarek : bereketli, hayırlı
müferrah : ferahlamış, huzurlu
nevi : tür, çeşit
nisbeten : kıyasla, oranla
rahmet : ihsan, bağış
sadık : bağlı, doğru
sıddık : çok doğru ve sadık
şakirt : talebe, öğrenci
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tasavvur : düşünme
tasdiken : tasdik ederek, doğrulayarak
telâkki : anlama, kabul etme
tenevvür : nurlanma, aydınlanma
tezâuf : katlanma; artma
ziyade : çok
âhir : son
âhirzaman : dünya hayatının kıyamete yakın son devresi
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
biçare : çaresiz
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
cihet : yön, taraf
dalâlet : hak yoldan sapkınlık
delâlet : işaret
ebeden : sonsuza kadar
esbap : sebepler
fıkra : bölüm, kısım
fütuhat : fetihler, zaferler
hafız : Kur’ân’ı ezberleyen
hakikaten : gerçekten
hakikî : asıl, gerçek
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hayat-ı uhreviye : âhiret hayatı
hıfz : ezber, ezberleme
ihbar : haber verme
inşaallah : Allah izin verirse
kemiyet : çokluk, nicelik
keyfiyet : durum, nitelik
kıymettar : kıymetli, değerli
medh : övgü
minnettar : iyilik yapan birisine karşı duyulan teşekkür hissi
Muhbir-i Sadık : doğru sözlü haber verici Peygamberimiz (a.s.m.)
mukabil : karşılık
müdakkik : dikkatli, inceden inceye araştıran
münasebet : ilgi, bağlantı
nevi : tür
niyaz : dua, yalvarıp yakarma
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın herşeyi kuşatan sonsuz rahmeti
savlet : hücum, saldırı
sehiv : yanılma, unutarak yanlışlıkla yapılan hata, kusur
sıddık : çok doğru ve sadık
sine : göğüs, kalb
sukut-u ahlâk : ahlâkî alçalış, çöküntü
şakirt : talebe, öğrenci
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tafsil : ayrıntı, detay
tasdik : doğrulama, kabul etme
temenni : dileme, arzu etme
vazife-i İlâhiye : Allah’ın vazifesi
vukuat : vâkıalar, olaylar
zemin : yer, dünya
zındık : dinsiz
zulümat : karanlıklar, dinsizlik, küfür
Yükleniyor...