وَجِهَةُ اْلأَمَامِ الَّذِى يَتَوَجَّهُ اِلٰى تِلْكَ الْجِهَةِ كُلُّ ذَوِى الْحَياَةِ مُسْرِعَةً قَافِلَةً خَلْفَ قَافِلَةٍ، تَغِيبُ تِلْكَ الْقَوَافِلُ فِى ظُلُمَاتِ الْعَدَمِ بِلاَ رُجُوعٍ

وَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَتَكَشَّفُ تِلْكَ السِّياَحَةُ عَنْ اِنْتِقَالِ ذَوِى الْحَياَةِ مِنْ دَارِ الْفَََناَءِ اِلٰى دَارِ الْبَقآءِ، وَمِنْ مَكَانِ الْخِدْمَةِ اِلٰى مَوْضِعِ أَخْذِ اْلأُجْرَةِ، وَمِنْ مَحَلِّ الزَّحْمَةِ اِلٰى مَقاَمِ الرَّحْمَةِ وَاْلاِسْتِرَاحَةِ. وَأَمَّا سُرْعَةُ ذَوِى الْحَََياَةِ فِى أَمْوَاجِ الْمَوْتِ، فَلَيْسَتْ سُقُوطاً وَمُصِيبَةً، بَلْ هِىَ صُعُودٌ بِاِشْتِيَاقٍ وَتَسَارُعٍ اِلٰى سَعَادَاتِهِمْ

وَجِهَةُ الْخَلْفِ اَيْضاً مُظْلِمَةٌ مُوحِشَةٌ فَكُلُّ ذِى شُعُورٍ يَتَحَيَّرُ مُتَرَدِّداً وَمُسْتَفْسِراً بـ (مِنْ أَيْنَ؟ إِلٰى أَيْنَ؟) فَـِلأَنَّ الْغَفْلَةَ لاَ تُعْطِى لَهُ جَوَاباً، يَصِيرُ التَّرَدُّدُ وَالتَّحَيُّرُ ظُلُمَاتٍ فِى رُوحِهِ

فَبِنِعْمَةِ اْلاِيمَانِ تَنْكَشِفُ تِلْكَ الْجِهَةُ عَنْ مَبْدَإِ اْلاِنْسَانِ وَوَظِيفَتِهِ

AÇIKLAMA

Ön cihet: Felsefeci bir adam bu cihete bakarsa görür ki, bütün canlı mahlûkat -insan olsun, hayvan olsun- kafile-bekafile, büyük bir sür’atle o cihete gidip kaybolurlar. Yani, ademe gider, yok olurlar. Kendisinin de o yolun yolcusu olduğunu bildiğinden, teessüründen çıldıracak bir hale gelir.

Fakat iman nazarıyla bakan bir mü’min, insanların o cihete gidişleri, seyahatleri adem âlemine değil, göçebeler gibi bir yayladan bir yaylaya bir intikaldir. Ve fâni menzilden bâki menzile, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler memleketine göç etmek olup, adem âlemine gitmek değil diye bu ciheti memnuniyetle karşılar. Fakat yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibarıyla saadetlerdir. Çünkü, nuranî âlemlere giden yol kabirden geçer ve en büyük saadetler büyük ve acı felâketlerin neticesidir. Meselâ, Hazret-i Yusuf, Mısır azizliği gibi bir saadete, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla nâil olmuştur.

Ve kezâ, rahm-ı mâderden dünyaya gelen çocuk, mâhut tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmet neticesinde dünya saadetine nâil oluyor.

Arka cihet: Yani geride gelenlere felsefe nazarıyla bakılsa, “Yâhu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünya memleketine gelmişlerdir?” diye edilen suale bir cevap alınamadığından, tabiî, hayret ve tereddüt azabı içinde kalınır.

Fakat nur-u iman gözlüğüyle bakarsa, insanların kâinat sergisinde teşhir edilen garip, acip kudretin mu’cizelerini görmek ve mütalâa etmek için Sultan-ı Ezelî tarafından gönderilmiş mütalâacı olduklarını anlar.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Birinci Bab / Sonraki Risale: Üçüncü Bab
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : hayret verici, şaşırtıcı
adem : hiçlik, yokluk
âlem : dünya, evren
azizlik : bakanlık
bâki : devamlı, kalıcı, ölümsüz
cihet : şekil, yön
fâni : geçici olan, ölümlü
iman : Allah’a inanma
intikal etme : geçme, yer değiştirme
kafile bekafile : kafileler halinde
kâinat : evren
kezâ : bunun gibi
kudret : güç, iktidar
mahlûkat : yaratıklar
mâhut : anılan, bilinen
menzil : durak, yer, mekân
meşakkat : güçlük, sıkıntı
mu’cize : benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağan üstü şey
mü'min : Allah’a inanan
mütalâa etmek : tetkik etmek, araştırmak
mütalâacı : etraflıca inceleyip düşünen
nâil olmak : bir nimete kavuşmak
nazar : bakış
nazarıyla : gözüyle, bakışıyla
netice : son, sonuç
nuranî : nurlu, aydınlık
nur-u iman : iman ışığı, aydınlığı
rahmet : ihsan, bağış
rahm-ı mâder : ana rahmi
saadet : mutluluk
Sultan-ı Ezelî : hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah
sür'at : hız
teessür : üzülme, etkilenme
teşhir edilen : sergilenen
zahmet : zorluk
Yükleniyor...