Şu hakikati izah edecek şu hikâye-i temsiliyeyi dinle. Şöyle ki:

Bir zaman ehl-i kalb iki çoban varmış. Kendileri ağaç kâsesine süt sağıp yanlarına bıraktılar. Kaval tabir ettikleri düdüklerini, o süt kâsesi üzerine uzatmışlardı. Birisi “Uykum geldi” deyip yatar. Uykuda bir zaman kalır. Ötekisi yatana dikkat eder. Bakar ki, sinek gibi birşey, yatanın burnundan çıkıp süt kâsesine bakıyor ve sonra kaval içine girer, öbür ucundan çıkar, gider, bir geven altındaki deliğe girip kaybolur. Bir zaman sonra yine o şey döner, yine kavaldan geçer, yatanın burnuna girer; o da uyanır. Der ki:

“Ey arkadaş, acip bir rüya gördüm.”

O da der: “Allah hayır etsin, nedir?”

Der ki: “Sütten bir deniz gördüm. Üstünde acip bir köprü uzanmış. O köprünün üstü kapalı, pencereli idi. Ben o köprüden geçtim. Bir meşelik gördüm ki, başları hep sivri. Onun altında bir mağara gördüm, içine girdim, altın dolu bir hazine gördüm. Acaba tabiri nedir?”

Uyanık arkadaşı dedi: “Gördüğün süt denizi, şu ağaç çanaktır. O köprü de şu kavalımızdır. O başı sivri meşelik de şu gevendir. O mağara da şu küçük deliktir. İşte, kazmayı getir, sana hazineyi de göstereceğim.” Kazmayı getirir. O gevenin altını kazdılar, ikisini de dünyada mes’ut edecek altınları buldular.

İşte, yatan adamın gördüğü doğrudur. Doğru görmüş; fakat rüyada iken ihatasız olduğu için tabirde hakkı olmadığından, âlem-i maddî ile âlem-i mânevîyi birbirinden fark etmediğinden, hükmü kısmen yanlıştır ki, “Ben hakikî, maddî bir deniz gördüm” der. Fakat uyanık adam, âlem-i misal ile âlem-i maddîyi fark ettiği için, tabirde hakkı vardır ki, dedi: “Gördüğün doğrudur, fakat hakikî deniz değil. Belki şu süt kâsemiz senin hayaline deniz gibi olmuş, kaval da köprü gibi olmuş ve hâkezâ...“

Demek oluyor ki, âlem-i maddî ile âlem-i ruhanîyi birbirinden fark etmek lâzım gelir. Birbirine mezc edilse, hükümleri yanlış görünür. Meselâ, senin dar bir odan var. Fakat dört duvarını kapayacak dört büyük âyine konulmuş. Sen içine girdiğin vakit, o dar odayı bir meydan kadar geniş görürsün. Eğer desen, “Odamı geniş bir meydan kadar görüyorum”; doğru dersin. Eğer “Odam bir meydan kadar geniştir” diye hükmetsen, yanlış edersin. Çünkü âlem-i misali âlem-i hakikîye karıştırırsın.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Yedinci Mektup / Sonraki Risale: On Dokuzuncu Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : hayret verici, şaşırtıcı
âlem-i hakikî : gerçek âlem
âlem-i maddî : maddî âlem, görünen âlem
âlem-i mânevî : mânevî âlem, madde ötesi âlem
âlem-i misal : bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem
âlem-i ruhanî : maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemi
âyine : ayna
ehl-i kalb : kalb ehli, kalp yoluyla mânen ilerlemiş olan
ehl-i keşif : maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar
geven : çalı, diken
hâkezâ : bunun gibi, böylece
hakikat : doğru, gerçek
hakikî : asıl, gerçek
hikâye-i temsiliye : analojik, kıyaslamalı benzetme şeklinde hikâye
hüküm : yargı, karar
ihata : kavrayış
izah : açıklama
Kitap : Kur’ân-ı Kerim
küre-i arz : yerküre, dünya
mes’ut : mutlu
mezc etme : karıştırma
Sünnet : Peygamberimizin söz, emir ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
tabakat-ı seb’a : yedi tabaka
tabir : açıklama, yorum
Yükleniyor...