Yoksa, sarhoş ve divane olan ve şişeleri ve buz parçalarını elmas fiyatıyla alan cevherci bir Yahudi gibi, beş paraya değmeyen fâni, zâil, muvakkat, ehemmiyetsiz umur-u dünyeviyeye, güya ebedî dünyada durup ebedî beraber kalacak gibi şedit bir hırsla ve daimî bir kinle, mütemadiyen bir adâvetle mukabele etmek, sîga-i mübalağa ile, bir zalûmiyettir veya bir sarhoşluktur, bir nevi divaneliktir.

İşte, hayat-ı şahsiyece bu derece muzır olan adâvete ve fikr-i intikama, eğer şahsını seversen yol verme ki kalbine girsin. Eğer kalbine girmişse, onun sözünü dinleme. Bak, hakikatbîn olan Hâfız-ı Şirazî’yi dinle:

دُ نْيَا نَه مَتَاعِيسْتِى كِه اَرْزَدْبَنِزَاعِى


Yani, “Dünya öyle bir metâ değil ki bir nizâya değsin.” Çünkü, fâni ve geçici olduğundan kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz’î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın.

Hem demiş:

آسَايِشِ دُوگِيتِى تَفْسِيرِ اِينْ دُو حَرْفَسْتْ

بٰا دُوسِتَانْ مُرُوَّتْ بۤا دُشْمَنَانْ مُدَارَا


Yani, “İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.” 1

Eğer dersen: “İhtiyar benim elimde değil; fıtratımda adâvet var. Hem damarıma dokundurmuşlar, vazgeçemiyorum.”

Elcevap: Sû-i hulk ve fena haslet eseri gösterilmezse ve gıybet gibi şeylerle ve muktezasıyla amel edilmezse, kusurunu da anlasa, zarar vermez. Madem ihtiyar senin elinde değil, vazgeçemiyorsun. Senin, mânevî bir nedamet, gizli bir tevbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman, onun şerrinden seni kurtarır. Zaten bu Mektubun bu Mebhasını yazdık, tâ bu mânevî istiğfarı temin etsin; haksızlığı hak bilmesin, haklı hasmını haksızlıkla teşhir etmesin.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Divân-ı Hâfız, s. 14 (5. Gazel)
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Birinci Mektup / Sonraki Risale: Yirmi Üçüncü Mektup
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adâvet : düşmanlık
amel etmek : hareket etmek, iş yapmak
cihan : dünya
cüz’î : küçük, ferdî
daimî : devamlı, sürekli
divanelik : delilik, akılsızlık
ebedî : sonsuz
ehemmiyetsiz : önemsiz
fâni : geçici, yok olucu
fıtrat : yaratılış, mizaç
fikr-i intikam : intikam düşüncesi
gıybet : birinin ardından hoşlanmayacağı şekilde çekiştirmek veya konuşmak
hak : doğru, gerçek
hakikatbîn : hakikati gören
hasım : düşman
haslet : huy, karakter
hayat-ı şahsiye : kişisel, özel hayat
hırs : aç gözlülük, aşırı isteklilik
hükm : yargı, karar
ihtiyar : irade, dileme, tercih
istiğfar : af dileme
mebhas : bahis, konu
metâ : kıymetli eşya, mal
muaşeret : birlikte yaşayıp, geçinme
mukabele etmek : karşılık vermek
mukteza : birşeyin gereği
muvakkat : gelip geçici
muzır : zararlı
mürüvvetkârâne : iyilikle, iyilikseverlikle
mütemadiyen : sürekli olarak
nedâmet : pişmanlık
nevi : tür, çeşit
nizâ : kavga, çekişme
selâmet : esenlik, güven
sîga-i mübalâğa : mübalağa sigası; birşeyin pek mühim veya çok fazla olduğunu ifade eden kelime hâli
sû-i hulk : kötü ahlâk
sulhkârâne : barışık, barış içinde
şedit : şiddetli
şer : kötülük, fenalık
tefsir etme : açıklama, yorumlama
teşhir : ilân etme, duyurma
tevbe etmek : pişmanlık duyup bağışlanma dilemek
umûr-u dünyeviye : dünya işleri
zalûmiyet : şiddetli zalimlik
zımnî : gizli, örtülü
Yükleniyor...