Evet, mâşukun hüsnü, âşıkın nazarını istilzam ettiği gibi, Nakkaş-ı Ezelînin rububiyeti de insanın nazarını iktizâ eder ki, hayret ve tefekkür ile takdir ve tahsinlerde bulunsun.

Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin? Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.

Kezâlik, bu âlemi şu kadar ziynetlerle, nakışlarla tezyin eden Mâlikü’l-Mülk, elbette ve elbette o harika, antika, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, âşık ve müştaklardan, ârif dellâllardan hâli bırakmayacaktır. İşte, câmiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi, halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Eşya arasındaki tevafuk, Sâniin Vâhid, Ehad olduğuna delâlet ettiği gibi, aralarında bulunan muntazam tehalüf de, Sâniin Muhtar ve Hakîm olduğuna şehadet eder. Meselâ, hayvanların, bilhassa insanların esas âzâlarındaki tevafuk, bilhassa çift âzâlardaki temasül, Hâlıkın vahdetine burhan olduğu gibi, keyfiyetler ve şekillerdeki tehalüf de Hâlıkın ihtiyar ve hikmetine delâlet eder.

İ’lem eyyühe’l-aziz! Mahlûkatın en zâlimi insandır. İnsan kendi nefsine olan şiddet-i muhabbetten dolayı kendisine hizmeti ve menfaati olan şeyleri hem sever, hem kıymet verir. Semeresinden istifade gördüğü şeylere abd ve köle olur. Aksi halde ne sever ve ne kıymet verir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Zühre / Sonraki Risale: Şemme
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abd : kul
âlem : dünya, kâinat
ârif : bilgide ileri olan, bilen
âzâ : organlar
bilhassa : özellikle
burhan : güçlü ve sarsılmaz kesin delil, kanıt
câmiiyet : kapsamlılık
delâlet etmek : delil olmak, göstermek
dellâl : duyurucu, ilân edici
Ehad : her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen ve bütün kemâl sıfatların sahibi olan bir Allah
eşya : şeyler, varlıklar
Hakîm : herşeyi hikmetle belirli fayda ve gayelere yönelik olarak mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
hâlî : boş, ıssız
halk-ı eflâk : feleklerin, kâinatın yaratılışı
halk-ı kâinat : kâinatın yaratılışı, yaratılması
hikmet : amaç, gaye, hedef; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapılması
i’lem eyyühe’l-aziz : “Ey aziz kardeşim bil ki!”
icad : var etme, yaratma
ihtiyar : dileme, istek, irade
iktizâ etmek : gerektirmek
ille-i gaiye : asıl gaye; elde edilmesi için çalışılan gaye
insan-ı kâmil : mükemmel, olgun insan
istifade : faydalanma, yararlanma
istihsan : beğenme, güzel bulma
keyfiyet : durum, nitelik
kezâlik : bunun gibi
mahlûkat : yaratılmışlar, yaratılmış varlıklar
Mâlikü’l-Mülk : görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah
mu’cize : bir benzerini yapmakta başkalarının aciz kaldıkları olağanüstü şey
Muhtar : ihtiyar ve irade sahibi Allah
muntazam : düzenli
müşahit : gören, seyreden, seyirci
müştak : aşık, çok arzulu ve istekli
nakış : işleme
nazar : bakış, dikkat
nefis : bir kimsenin kendisi
rububiyet : Rablık; her bir varlığın yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeylerin verilmesi, onların terbiye edilip idare ve egemenlik altında bulundurulması
Sâni : her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
semere : meyve, netice
şehadet etmek : şahitlik etmek, delil olmak
şiddet-i muhabbet : aşırı sevgi
tahsin : beğenme, birşeyin güzelliğini dile getirme
takdir etme : beğeniyi dile getirme
tefekkür : Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde etraflıca düşünme
tehalüf : birbirinden farklı olmak
temasül : birbirine benzeme
tevafuk : uygunluk, denk gelme
tezyin etme : süsleme
vahdet : birlik, teklik
Vâhid : Zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı, benzeri ve dengi olmayan ve herşeyi birliğiyle kuşatan Allah
zâlim : zulmeden, acımasız, başkasının hakkına tecavüz eden
Zât : kimse, Allah
ziynet : süs
Yükleniyor...