Sual: Aman, bu kadar istibdadın fena bir zehiri varken, acîbdir ki, biz bu kadar kalmışız!
Cevap: Acîb değildir. İhtilâftan bâzan istifâde olunur. O pis istibdadın taaddüdü için, birbirinin kuvvetini bir derece kırar, tâdil ederdi; yoksa işiniz fena idi.

Sual: İkinci kısım nasıldır?
Cevap: Bir büyük adam, hakka isnad ile aklı istimâl edip muhabbetle milletini kendisine rabt, zîrdostânının omuzları üstüne çıkmaz, altına girer, yükseltir, şevklerini uyandırır, bir iyilik olursa mânen millete tevzî eder, herkese bir parça nâmus düşmekle şevki artırır, hak yerini bulmak için milletini ziya-i mârifete karşı tutar, gonca-misâl olan o milletin hissiyâtına zülâl-i muhabbet ve aklı gönderir, neşvünemâ verirse, 1 سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ hadîs-i şerifte meşrutiyetli reise misâl-i müşahhas olur. Meşrutiyeti gözle görmek istiyorsanız, işte şu aynaya bakınız.

Sual: Demek “büyük” o değil ki, kılıncı keskin olsun, milleti kendine fedâ etsin; belki odur ki, aklı keskin olsun, kalbi millet için fedâkâr olsun.
Cevap: Hâ, şimdi bir ışık buldunuz. Elbette bir doğru şeyhin müridleri, yahut eski âdil beylerin mensuplarıyla, müstebit bir ağa hizmetkârlarının cihet-i irtibatta farklarını bulursunuz. Maatteessüf, büyüklerdeki meziyet, sebeb-i tevâzu iken, vâsıta-i tahakküm oluyor; avamdaki zayıf bir damar, câlib-i şefkat iken, vesile-i esâret oluyor.

Sual: Şu pis istibdat ne vakitten beri başlamış, geliyor?
Cevap: İnsanlar hayvanlıktan çıkıp geldiği vakit, nasılsa bunu da beraber getirmiştir.

Sual: Demek şu istibdat hayvaniyetten gelmedir?
Cevap: Evet... Müstebit bir kurt, bîçare bir koyunu parça parça etmek, daima kavî, zayıfı ezmek, hayvanların birinci düstur ve kavânîn-i esâsiyesindendir.

Sual: Sonra?
Cevap: Şeriat-ı Garrâ zemine nüzûl etti; ta ki, zeminin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etsin, şu insâniyetin siyah lekesini izâle etsin; hem de, izâle etti. Fakat, vâesefâ ki, muhît-i zamânî ve mekânînin tesiriyle, hilâfet saltanata inkılâp edip, istibdat bir parça hayatlandı. Ta Yezid zamanında, bir derece kuvvet bularak, başını kaldırdığından, İmam-ı Hüseyin Hazretleri hürriyet-i şer’iye kılıncını çekti, başına havâle eyledi. Fakat, ne çare ki, istibdadın kuvveti olan cehil ve vahşet, cevânib-i âlemde zaynâb gibi Yezid’in istibdadına kuvvet verdi.

Sual: Şimdiki meşrutiyet, istibdat nerede? Onların harekâtı nerede? Hilâfet, saltanat nerede? Nasıl tatbik ediyorsun? Yekdiğerine musâfaha ve temas ettiriyorsun, aralarında karnlar ve asırlar var?
Cevap: Meşrutiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esâsı, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbî edebilir, hak kuvvetin mağlûbu. Fakat, bu iki ruh her zamanda birer şekle girer, birer libas giyer. Bu zamanın modası böyle giydiriyor. Zannolunmasın, istibdat galebe ettiği vakit tamamen hükmünü icrâ etmiş, meşrutiyet mağlup olduğu vakit mahvolmuş. Kellâ! Kâinatta gâlib-i mutlak hayır olduğundan, pekçok envâ ve şuubât-ı heyet-i içtimâiyede meşrutiyet hükümfermâ olmuştur. Cidâl berdevam, harb ise sicaldir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Milletin efendisi, onlara hizmet edendir.” el-Mağribî, Câmiu’ş-Şeml, 1:450, hadis no: 1668; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acîb : acayip, tuhaf
bîçare : çaresiz, zavallı
cihet-i irtibat : alâka, bağlantı yönü
etbâ : halk, yönetilenler
fena : kötü, çirkin
gonca-misâl : gonca gibi
hadîs-i şerif : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek sözü
hissiyât : hisler, duygular
hizmetkâr : hizmetçi
ihtilâf : anlaşmazlık, uyuşmazlık
inkişaf : açığa çıkma
isnad : dayandırma
istibdat : baskı, diktatörlük, despotluk
istidâdât : yetenekler
istimâl : kullanma
mâhiyet : esas nitelik, temel özellik
mensup : bağlı
misâl-i müşahhas : somut örnek
müdâhene : dalkavukluk, aldatma, iki yüzlülük
müntafî : sönen
mürid : Allah’ın rızasına kavuşmayı isteyen, bir mürşidin talebesi
müstebit : istibdatçı, diktatör, baskıcı, despot
müşahhas : somut, maddî varlığa sahip
neşvünemâ verme : gelişip büyümesini sağlama
neşvünemâ : büyüme ve gelişme
rabt : bağlama
riyâ : gösteriş
sa’y : çalışma, emek
sa’y-i insânî : insanın emeği, insanın çalışması
seyyie : kötülük, günah
suhre : zoraki iş, angarya
şeyh : tarikat dersi veren mânevî lider, mürşid
taaddüd : çeşitlenme, birden fazla olma
tâdil etme : düzeltme
taksim olunma : bölüştürülme, paylaştırılma
tevzî : dağıtma
zira : çünkü
zîrdostân : makam, mevki gibi noktalardan aşağıda bulunan dostlar, halk
ziyâ : ışık; parlaklık
ziyâ-i mârifet : mârifet ışığı; ilim ve irfan ışığı
zülâl-i muhabbet : tatlı sevgi suyu
avâm : halk tabakası, sıradan insanlar
berdevam : devam üzere, daim, devamlı
bîçare : çaresiz, zavallı
câlib-i şefkat : şefkati celbeden, şefkati çeken
cevânib-i âlem : dünyanın dört bir yanı
cidal : mücadele, kavga
düstur : kâide, kural
envâ : çeşitler
galebe etme : üstün gelme
gâlib-i mutlak : mutlak gâlip, tam olarak galip
harekât : hareketler
havale etmek : göndermek
hilâfet : halifelik; bir kimsenin yerine geçme, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) vekili olarak Müslümanların din ve dünya işlerinin tedbirini gören genel başkanlık makamı
hükümfermâ : hüküm süren, egemen
hürriyet-i şer’iye : şer’î hürriyet; sınırlarını İslâmın çizdiği hürriyet, özgürlük
icrâ etmek : uygulamaya koymak, bir hükmü yerine getirmek, tatbik etmek
İmam-ı Hüseyin Hazretleri : ]
inkılâp : büyük değişim, dönüşüm
istibdat : baskı, diktatörlük, despotluk
izâle etmek : gidermek, ortadan kaldırmak
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
karn : asır, yüzyıl
kavânîn-i esâsiye : ana yasalar, ana kanunlar
kavî : güçlü, kuvvetli
kellâ : asla, öyle değil
libas : elbise
maatteessüf : ne yazık ki…
mağlup : yenilmiş
meziyet : üstün özellik
muhît-i zamânî ve mekânî : zaman ve mekân itibariyle oluşan şartlar, ortam, çevre
musafaha ettirme : el sıkıştırma, bir araya getirme
müstebit : baskıcı, despot, istibdatçı, diktatör
nüzûl etme : inme
saltanat : egemenlik, hâkimiyet, sultanlık
sebeb-i tevâzu : alçak gönüllülük sebebi
sical : bazen aleyhte bazen lehte
Şeriat-ı Garrâ : nurlu ve parlak şeriat, İslâmiyet
şuubât-ı heyet-i içtimâiye : sosyal yapının dalları, toplumsal yapıyı oluşturan kesimler
tâbi etme : bağlama, bağlı kılma, uydurma
vâesefâ : esefler olsun
vâsıta-i tahakküm : dayatma ve baskı aracı
vesile-i esâret : kölelik aracı, sebebi
yekdiğer : bir diğeri
zemin : yer, dünya
zeynâb : su arklarının toplandığı havuz
Yükleniyor...