Sual: Nasıl anlayacağız? Biz câhiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklit ederiz.
Cevap: Çendan câhilsiniz, fakat âkılsınız. Hanginizle zebib, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil... İşte, müştebih ağaçları gösteren semereleridir. Öyleyse, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız. İşte birisinde istirahat ve itaattir. Ötekisinde ihtilâf ve zarar saklanmıştır.

Size bir misâl daha söyleyeceğim: Şu sahrâda bir nar görünür. Ben derim nurdur; nar olsa da, eski nardan kalma zayıf, yukarı tabakasıdır. Geliniz, etrafına halka tutup temâşâ edelim. İstifaza edip, ta tabaka-i nâriye yırtılsın, istifade eyleyelim. Eğer dediğim gibi nur ise, zaten istifade edeceğiz. Eğer onların dedikleri gibi nar olsa, karıştırmadık ki bizi yaksın. Onlar diyorlar ki: “Ateş-i sûzandır.” Eğer, nur olursa kalb ve gözlerini kör eder. Eğer nar dedikleri nur-u saadet HAŞİYE dünyanın hangi tarafına çıkmış ise, milyonlarla insanın tulum gibi kan suyu üzerine boşaltılmış ise söndürülmemiş. Hatta bu iki senedir mülkümüzde iki-üç defa söndürülmesine teşebbüs edildi. Fakat söndürmek isteyenler kendileri söndüler.

Sual: Sen dedin ateş değil; şimdi ateş nazarıyla bakıyorsun.
Cevap: Evet, nur, fenalara nardır.

Sual: O fırkadan ehl-i fazl kısmına ne diyeceğiz? Onlar iyi adamlardır.
Cevap: Çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar.

Sual: Nasıl iyilikten fenalık gelir?
Cevap: Muhali talep etmek, kendine fenalık etmektir. Zerrâtı günahkârlardan mürekkep bir hükûmet tamamıyla mâsum olamaz. Demek, nokta-i nazar, hükûmetin hasenâtı, seyyiatına tereccuhudur. Yoksa, seyyiesiz hükûmet muhal-i âdidir. Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi—Allah etmesin—bin sene yaşayacak olsa, âdetâ mümkün hükûmetin hangi sûretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meylü’t-tahrip ile, o sûreti bozmaya çalışacak. Şu halde, böylelerin fena zannettikleri Jön Türklerin nazarlarında dahi, mel’un, anarşist ve iğtişaşçı fırkasından addolunurlar. Meslekleri ihtilâl ve fesattır.

Sual: Belki onlar eski hali istiyorlar?
Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: İşte, eski hâl muhal; ya yeni hâl veya izmihlâl...

Sual: Acaba daha Sultan Hamid gibi padişah tahta çıkmayacak mıdır? Eski hâl hiç olmayacak mıdır?
Cevap: Acaba sizin şu siyah çadırınız parça parça edilip yandırılırsa, külü havaya savrulursa, o külden yeniden çadır edip içinde oturmak kâbil midir?

Sual: Neden?
Cevap: Zira eskiden bin adamdan yalnız onu mütenebbih iken, istibdat o dehşetli kuvvetiyle karşısında duramadı, parçalandı. Şimdi, istibdadın kuvveti binden bire indi; tenebbüh ve iltihâb-ı ezhân birden bine çıktı.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Burada dahi Risale-i Nur’u hissetmiş; fakat siyaset perdesiyle bakmış, hakikatin şekli değişmiş.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âkıl : akıllı, akıl sahibi
ateş-i sûzan : yakıcı ateş
cehl : cahillik, bilgisizlik
çendan : gerçi, her ne kadar
ehl-i fazl : fazilet sahibi olanlar
ehl-i ilm : ilim sahibi kimseler
hakikat : gerçek
hasenât : iyilikler, sevaplar
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hülya : hayal
ihtilâf : ayrılık, uyuşmazlık
istifade : faydalanma, yararlanma
istifaza etme : feyizlenme, mânevî olarak gıdalanma
istirahat : rahat, huzur, dinlenme
itaat : emre uyma
libas : elbise
meylü’t-tahrip : bozma, yıkma eğilimi, tahrip arzusu
misâl : örnek
muhal : imkânsız, olmayacak şey
muhal-i âdi : herkesin anlayabileceği imkânsızlık
mürekkep : birden fazla unsurdan meydana gelmiş, karışım
müştebih : birbirine benzer, benzeyen; şüpheli
nar : ateş
nazar : bakış, düşünce
nazarıyla : gözüyle, bakışıyla
nokta-i nazar : bakış açısı
nur-u saadet : mutluluk nuru
sahrâ : ova
semere : meyve
seyyiât : günahlar
seyyie : kötülük, günah
tabaka-i nâriye : ateş tabakası
talep etmek : istemek
temâşâ etme : seyretme
tereccuh : üstün gelme, ağır basma
teşebbüs : başvurma
zan : kanaat
zebîb : kuru üzüm
zekâvet : zeki oluş, kurnazlık
zerrât : atomlar, en küçük madde parçaları
zira : çünkü
addolunmak : sayılmak, kabul edilmek
din-i İslâm : İslâm dini
düstur : kâide, kural, yasa
fesat : bozgunluk; fitne, nifak
fırka : grup
hilâf-ı şeriat : şeriata aykırı, zıt
iğtişaşçı : karışıklık çıkaran, hilekâr
ihtilâl : ayaklanma, karışıklık; mevcut düzeni zor kullanarak değiştirme
ilcâ-i zarûret : zaruretin zorlaması
iltihâb-ı ezhan : zihinlerin uyanıp alevlenmesi, tutuşması
imtisâl : uymak, yerine getirmek
irtikâb : yapma, işleme
istibdad : baskı, zulüm, despotluk
izmihlâl : yıkılma, yok olma
kabil : mümkün, olabilir
lezzet-i menhuse : kötü, çirkin lezzet
mahâl : yer
maye-i hayatiye : hayat mayası
mel’un : lanetlenmiş
millet-i hâkime : hâkim millet, egemen millet
muhal : imkânsız, olmayacak şey
muhâlif : aykırı, zıt
muhâlif-i hakikat-i şeriat : şeriatın gerçeğine ve ruhuna aykırı
mütenebbih : uyanık, uyanmış
nazar : bakış, düşünce
siyaset-i ecânib : yabancıların siyaseti
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
Şeriat-ı Garrâ : nurlu ve parlak şeriat, İslâmiyet
taallûk etme : ilgili olma
tahakküm : baskı ve zorbalık
tefer’un : firavunlaşma, kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme
tehevvüs-ü nemrudâne : Nemrut gibi heveslenme
tenebbüh : uyanma, uyanış
üssü’l-esas-ı siyaset : siyasetin gerçek temeli
vikaye etmek : korumak, arka çıkmak
Yükleniyor...