Ehl-i hakikatın, nihayetsiz işârât-ı Kur’âniyeden had ve hesaba gelmeyen istihracatlarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez. Amma, benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istib’ad edip böyle itiraz eden zât, eğer buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halk eylemek azamet ve kudret-i İlâhiyeye delil olduğunu düşünse, elbette bizim gibi acz-i mutlak ve fakr-ı mutlakta ve böyle ihtiyac-ı şedit zamanında böyle bir eserin zuhuru, “vüs’at-i rahmet-i İlâhiyeye delildir” demeye mecbur olur.

Ben, sizi ve muterizleri Risale-i Nur’un şeref ve haysiyetiyle temin ediyorum ki, bu işaretler ve evliyanın imalı haberleri, remizleri beni daima şükre ve hamde ve kusurlarımdan istiğfara sevk etmiş. Hiçbir vakitte, hiçbir dakika, nefs-i emmareme medar-ı fahr ve gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediğini, size bu yirmi sene hayatımın gözünüz önünde tereşşuhatıyla ispat ediyorum.

Evet, bu hakikatle beraber, insan kusurdan, nisyandan hâli değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, risalelerde bazı hatalar olmuş. Fakat, Kur’ân’ın hurufât-ı kudsiyesinin yerine, beşerin tercümesini ikame perdesi altında, noksan huruflarla, yeni hat altında, tahrifkârâne, ehl-i dalâletin tevilât-ı fâsideleri âyâtın sarâhatini incitmelerine bakmıyor gibi; biçare, mazlum bir adamın, kardeşlerinin imanını kuvvetlendirmek için, bir nükte-i i’câziyeyi beyan ettiği için, hizmet-i imaniyesine fütur verecek derecede itiraz, elbette değil ehl-i hakikat zâtlar, belki zerre miktar insafı bulunan itiraz edemez.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acz-i mutlak : sınırsız derecede âcizlik, güçsüzlük
âyât : âyetler, deliller
azamet : büyüklük, yücelik
beşer : insanlar
beyan : açıklama, izah
biçare : çaresiz
dalâlet : hak yoldan sapkınlık
ehl-i hakikat : hak ve doğruluk üzere olan kimseler
enaniyet : benlik
evliya : Allah’ın sevgili kulları, veliler
fakr-ı mutlak : sınırsız derecede ihtiyacını hissetme
had : sınır, çizgi
hakikat : gerçek, doğru
hâli : -den eksik olmama
halk : yaratma
hamd : övgü, şükür ve minnet duyma
haysiyet : itibar, özellik
hizmet-i imaniye : iman hizmeti
huruf : harfler
hurufât-ı kudsiye : kutsal harfler
ihtiyac-ı şedit : şiddetli ihtiyaç
ikame : yerleştirme
imalı : işaretli
istib’ad : akıldan uzak görme
istiğfar : af dileme, tevbe
istiğrab : garip görme, acayip bulma
istihrâcât : birşeyin içinden bir şey çıkarma; ilmî ve mânevî güçle Kur’ân-ı Kerimden çıkartılan mânâlar
işârât-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın işaretleri
kudret-i İlâhiye : Allah’ın sınırsız güç ve kuvveti
mazlum : zulme, haksızlığa uğrayan
medar-ı fahir : övünme sebebi
meslek : izlenilen metod, yol
meşrep : mânevî haz ve feyiz alınan yol; usül, metod
muteriz : itiraz eden
mütemadiyen : sürekli olarak
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere sevk eden duygu
nisyan : unutkanlık
nükte-i i’câziye : mu’cizevi ve çok veciz ince mânâ
remiz : gizli işaret
risale : küçük çaplı kitap; Risale-i Nur’un her bir bölümü
sarâhat : açıklık, netlik
sehiv : hata, yanılma
şükür : teşekkür, övgü
tahrifkârâne : tahrif ederek, bozarak
tarassut : gözetleme
tereşşuhat : sızıntılar
tevilât-ı fâside : bozuk ve yanlış yorumlar
ümmî : tahsil görmemiş, okuma yazma bilmeyen
vüs’at-i rahmet-i İlâhiye : Allah’ın rahmetinin büyüklüğü, genişliği
zâhiren : görünüşte
zerre miktar : çok az miktar
zuhur : belirme, görünme
Yükleniyor...