Din aleyhindeki eski hükûmetlerin vekillerinden birisi, antidemokratik kanunların Millet Meclisinde müzakeresi esnasında, “Bediüzzaman Said-i Nursî’nin dinî faaliyetine, yirmi beş seneden beri mâni olamıyoruz” demiştir.
Biz de deriz ki: Evet, Said Nursî Hazretleri, emsâli görülmemiş dinamik ve enerjik bir zâttır. Bediüzzaman’ın harika bir insan olduğunu, din düşmanları olan muarızları dahi kalben tasdik ve takdir etmektedirler.
Said Nursî, bazan bir talebesine Risale-i Nur’dan okuyuvermek nimetini lûtfettiği zaman der ki: “Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risaleyi, şimdiye kadar belki yüz defa okumuşum. Fakat, şimdi yeni görüyorum gibi tekrar okumaya ihtiyaç ve iştiyâkım var.”
Hem yine der ki: “Ben başkaları için kitap yazmamışım. Kendim için yazmışım. Kur’ân’dan bulduğum bu devâlarımı arzu edenler okuyabilir.”
Evet, Bediüzzaman itikad ediyor ve diyor ki: “Ben, derse, terbiyeye ve nefsimi ıslaha muhtacım...” Bediüzzaman gibi bir zât böyle derse, bizim bu eserlere ne kadar muhtaç olduğumuz artık kıyas edilsin.
Bediüzzaman Said Nursî, bütün hayatında şan ve şöhretten, hürmetten kaçmış ve insanlardan istiğna etmiştir. Arabî bir eserinde şöhret hakkında diyor ki: “Şöhret, ayn-i riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. İnsanı, insanlara abd ve köle yapar. Yani, nam ve şöhret isteyen adam; halklara kendini beğendirmek, sevdirmek için, insanlara riyâkârlık, dalkavukluk yapar. Tasannûkâr tavırlar takınır. O belâ ve musibete düşersen, 1 اِنَّا ِللّٰهِ وَاِنَّاۤ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ de.”
Üstad, şöhretten fiilen ve hâlen bu kadar kaçmasına rağmen, her ne hikmetse, insanlar âdeta bir sevk-i İlâhî varmış gibi, istimdatkârane ona koşmuşlardır ve ona akın etmektedirler. Ve onun mahz-ı hak olan bu kudsî seciyesi, Risale-i Nur gibi, cihanşumül bir esere hâdim olmuştur.
Biz de deriz ki: Evet, Said Nursî Hazretleri, emsâli görülmemiş dinamik ve enerjik bir zâttır. Bediüzzaman’ın harika bir insan olduğunu, din düşmanları olan muarızları dahi kalben tasdik ve takdir etmektedirler.
Said Nursî, bazan bir talebesine Risale-i Nur’dan okuyuvermek nimetini lûtfettiği zaman der ki: “Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risaleyi, şimdiye kadar belki yüz defa okumuşum. Fakat, şimdi yeni görüyorum gibi tekrar okumaya ihtiyaç ve iştiyâkım var.”
Hem yine der ki: “Ben başkaları için kitap yazmamışım. Kendim için yazmışım. Kur’ân’dan bulduğum bu devâlarımı arzu edenler okuyabilir.”
Evet, Bediüzzaman itikad ediyor ve diyor ki: “Ben, derse, terbiyeye ve nefsimi ıslaha muhtacım...” Bediüzzaman gibi bir zât böyle derse, bizim bu eserlere ne kadar muhtaç olduğumuz artık kıyas edilsin.
Bediüzzaman Said Nursî, bütün hayatında şan ve şöhretten, hürmetten kaçmış ve insanlardan istiğna etmiştir. Arabî bir eserinde şöhret hakkında diyor ki: “Şöhret, ayn-i riyâdır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır. İnsanı, insanlara abd ve köle yapar. Yani, nam ve şöhret isteyen adam; halklara kendini beğendirmek, sevdirmek için, insanlara riyâkârlık, dalkavukluk yapar. Tasannûkâr tavırlar takınır. O belâ ve musibete düşersen, 1 اِنَّا ِللّٰهِ وَاِنَّاۤ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ de.”
Üstad, şöhretten fiilen ve hâlen bu kadar kaçmasına rağmen, her ne hikmetse, insanlar âdeta bir sevk-i İlâhî varmış gibi, istimdatkârane ona koşmuşlardır ve ona akın etmektedirler. Ve onun mahz-ı hak olan bu kudsî seciyesi, Risale-i Nur gibi, cihanşumül bir esere hâdim olmuştur.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:
1 : “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz.” Bakara Sûresi, 2:156.
Önceki Risale: Lemeât