Bediüzzaman, din kardeşlerine ziyade şefkatlidir. Onların elemleriyle elem çektiği, İslâm dünyasında hürriyet ve istiklâl için can veren, fedâî İslâm mücâhidlerinin acılarıyla muzdarip olduğu, Kur’ân ve İslâmiyete yapılan darbeler ânında çok ızdıraplar çektiği, böyle acı acıların tesiratiyle, zaten pek az yediği bir parça çorbasını da yiyemediği çok defa görülmüş ve görülmektedir.

Ekser günleri hastalıklar ve sıkıntılarla geçmektedir. Bir Nur talebesinin yazdığı gibi, “Ey Millet-i İslâmın ebedî refah ve saadeti için, dünyada rahatlık görmeyen müşfik Üstadım! Senin devam eden hastalıkların cismanî değildir. Dinimize icra edilen istibdad ve zulüm sona ermedikçe, âlem-i İslâm kurtulmadıkça senin ızdırabın dinmeyecektir.” Evet biz de bu kanaattayız.

Fakat o elîm acılar, Bediüzzaman’ı asla ye’se düşürmemiş, bilâkis öyle küllî ve umumî bir dinî cihada ve dua ve ubûdiyete sevk etmiştir ki: “Kurtuluşun çâre-i yegânesi, Kur’ân’a sarılmaktır” demiş ve sarılmış. Kur’ân’da bulduğu deva ve dermanları kaleme alarak, bu zamanda bir halâskâr-ı İslâm ve nev-i beşerin saadetine medar olan Risale-i Nur eserlerini meydana getirmiştir.

Hunhar din düşmanlarının, dünyevî satvet ve şevketleri, Bediüzzaman’ı kat’iyen atâlete düşürtememiştir. “Vazifem Kur’ân’a hizmettir. Galip etmek, mağlûp etmek Cenâb-ı Hakka aittir” diye imân ederek, bir an bile faaliyetten geri kalmamıştır. Evet Hazret-i Üstad, öyle bir himmet-i azimeye mâliktir ki, ona icra edilen müthiş mezâlim, bu himmetin mukabilinde tesirsiz kalmaya mahkûm olmuştur.

Bediüzzaman, arz ve semâvâttaki mevcudatı, hayret ve istihsanla temâşa eder. Kırlarda ve dağlarda hususan bahar mevsiminde çok gezinti yapar. O seyrangâhlarda zihnen meşguliyet ve dakik bir tefekkür ve daimî bir huzur hâlindedir. Ağaç ve nebatat ve çiçekleri, 1 مَاشَاۤءَ اللّٰهُ  بَارَكَ اللّٰهُ 2 فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِقِينَ “Ne güzel yaratılmışlar” diyerek, ibret nazarıyla onları seyreder, kâinat kitabını okur. Her âza ve hâsseleri gibi, gözünü de daima Cenâb-ı Hak hesabına ve izni dairesinde çalıştırır. Gözü, şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir mütalâacısı ve şu âlemdeki mu’cizât-ı san’at-ı Rabbâniyenin bir seyircisidir. Ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin bir mübarek arısı derecesindedir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Allah dilemiş, ne güzel ve ne mübarek yaratmış.
2 : “Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah’ın şânı ne yücedir.” Mü’minûn Sûresi,
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Lemeât
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

arz : yer
atâlet : tembellik, hareketsizlik
âza : âzalar, organlar
bilâkis : aksine, tersine
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
çâre-i yegâne : tek çâre
dakik : dikkatli
dünyevî : dünyaya ait
elîm : elemli, acı veren
galip : yenme
hak : doğru, gerçek
halâskâr-ı İslâm : İslâmın kurtarıcısı
hasse : duygu
himmet : gayret, çalışma
himmet-i azime : büyük gayret
hizmetkâr : hizmetçi
hunhar : kan dökücü
hususan : özellikle
hususî : özel
ibret : ders çıkarma
icra edilme : yapılma, uygulanma
istihsan : beğenme, güzel bulma
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kitab-ı kebir-i kâinat : büyük kâinat kitabı
küllî : büyük ve kapsamlı
küre-i arz : yerküre, dünya
mağlup : yenilme
mahviyet : alçakgönüllülük
mâlik : sahip
medar : sebep, vesile
mertebe : derece
mevcudat : varlıklar
mevzu : konu
mezâlim : zulümler
mu’cizât-ı san’at-ı Rabbâniye : Allah’ın san’at mu’cizeleri
mukabil : karşılık
mübarek : bereketli, hayırlı
mütalâacı : etraflıca inceleyip düşünen
mütevâzi : alçakgönüllü, gösterişsiz
müthiş : dehşetli, korkunç
nazar : bakış
nebatat : bitkiler
nefer : asker, er
nev-i beşer : insanlık
nümune-i misâl : örnek alınacak model
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
saadet : mutluluk
satvet : güç, ezici kuvvet
semâvat : gökler
seyrangâh : gezinti yeri
şevket : büyüklük, haşmet
tefekkür : varlıklar üzerinde Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme
temâşa : seyretme
tevâzu : alçakgönüllülük
ubûdiyet : Allah’a kulluk
umumî : genel
vakur : vakarlı, ağırbaşlı
ye’s : ümitsizlik
Yükleniyor...