Sonra öteki hakperest, müdakkik âlimin eserine baktı. Gördü ki, gayet güzel ve nâfi bir tefsir ve gayet hakîmâne, mürşidâne bir teliftir. “Aferin, bârekâllah,” dedi.

“İşte hikmet budur ve âlim ve hakîm, bunun sahibine derler. Öteki adam ise haddinden tecavüz etmiş bir san’atkârdır.” Sonra, onun eserine bir mükâfat olarak, herbir harfine mukabil, tükenmez hazinesinden on altın verilsin irade etti.

Eğer temsili fehmettinse, bak, hakikatin yüzünü de gör:

Amma o müzeyyen Kur’ân ise, şu musannâ kâinattır. O hâkim ise, Hakîm-i Ezelîdir. Ve o iki adam ise, birisi, yani ecnebîsi, ilm-i felsefe ve hükemâsıdır. Diğeri Kur’ân ve şakirtleridir.

Evet, Kur’ân-ı Hakîm, şu Kur’ân-ı Azîm-i Kâinatın en âli bir müfessiridir ve en beliğ bir tercümanıdır. Evet, o Furkandır ki, şu kâinatın sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekvîniyeyi cin ve inse ders verir.

Hem herbiri birer harf-i mânidar olan mevcudata “mânâ-yı harfî“ nazarıyla, yani onlara Sâni hesabına bakar. “Ne kadar güzel yapılmış; ne kadar güzel bir surette Sâniinin cemâline delâlet ediyor” der. Ve bununla kâinatın hakikî güzelliğini gösteriyor.

Amma, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, huruf-u mevcudatın tezyinatında ve münasebatında dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu kitab-ı kebirin hurufatına “mânâ-yı harfî“ ile, yani Allah hesabına bakmak lâzım gelirken, öyle etmeyip “mânâ-yı ismî“ ile, yani mevcudata mevcudat hesabına bakar, öyle bahseder. “Ne güzel yapılmış”a bedel “Ne güzeldir” der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine müştekî eder. Evet, dinsiz felsefe hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata bir tahkirdir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Birinci Söz / Sonraki Risale: On Üçüncü Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âyât-ı tekvîniye : kâinatta Allah’ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar
bârekâllah : Allah hayırlı ve bereketli kılsın
beliğ : maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen
delâlet : işaret etme, delil olma
Furkan : doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Kur’ân
haddi tecavüz : sınırı aşma, ileri gitme
hakîmâne : hikmetli bir şekilde
Hakîm-i Ezelî : her işini hikmetle yapan ve varlığının başlangıcı olmayıp zamanla kayıtlı olmayan Allah
hâkim-i hakîm : herşeyi hikmetle yapan ve herşeye hükmeden
hakperest : doğruluktan ayrılmayan, hakkı tutan
harf-i mânidar : mânâlı harf
huruf-u mevcudat : büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar
hükemâ : filozof, felsefeci
ilm-i felsefe : felsefe ilmi
ilm-i hikmet : hikmet ilmi
irade etmek : dilemek, istemek
kalem-i kudret : varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç
kitab-ı kebirin hurufatı : büyük bir kitap olan kâinatın harfleri hükmündeki varlıklar
Kur’ân-ı Azîm-i Kâinat : büyük bir Kur’ân gibi derin mânâlar ifade eden kâinat
Kur’ân-ı Hakîm : hikmetli Kur’ân
mânâ-yı harfî : bir şeyin kendisini değil de sanatkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mâna
mânâ-yı ismî : bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
musannâ : sanatlı bir şekilde yapılmış
müdakkik : inceden inceye araştıran
müfessir : yorumlayıcı
münasebat : ilişkiler, bağlantılar
mürşidâne : hak ve doğru yolu göstererek, irşad edici
müzeyyen : süslenmiş
nâfi : faydalı
nazarıyla : gözüyle, bakışıyla
nukuş : nakışlar, işlemeler
Sâni : herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah
suret : şekil, tarz
şakirt : talebe, öğrenci
tahkir : hakaret etme, aşağılama
tefsir : Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumu
Yükleniyor...