Ey müstemi! Şu acip kâinat-ı azîme bir insanın cüz’î mahiyetinden halk olunmasını istib’âd etme. Bir nevi âlem gibi olan muazzam çam ağacını, buğday tanesi kadar bir çekirdekten halk eden Kadîr-i Zülcelâl, şu kâinatı nur-u Muhammedîden (Aleyhissalâtü Vesselâm) nasıl halk etmesin veya edemesin? İşte, şecere-i kâinat, şecere-i tûbâ gibi, gövdesi ve kökü yukarıda, dalları aşağıda olduğu için, aşağıdaki meyve makamından, tâ çekirdek-i aslî makamına kadar nuranî bir hayt-ı münasebet var.

İşte, Mirac, o hayt-ı münasebetin gılâfı ve suretidir ki, zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm o yolu açmış, velâyetiyle gitmiş, risaletiyle dönmüş ve kapıyı da açık bırakmış. Arkasındaki evliya-yı ümmeti, ruh ve kalble, o cadde-i nuranîde, Mirac-ı Nebevînin gölgesinde seyr ü sülûk edip istidatlarına göre makamat-ı âliyeye çıkıyorlar.

Hem sabıkan ispat edildiği üzere, şu kâinatın Sânii, birinci işkâlin cevabında gösterilen makàsıd için, şu kâinatı bir saray suretinde yapmış ve tezyin etmiştir. O makàsıdın medarı zât-ı Ahmediye (a.s.m.) olduğu için, kâinattan evvel Sâni-i Kâinatın nazar-ı inâyetinde olması ve en evvel tecellîsine mazhar olmak lâzım geliyor.

Çünkü birşeyin neticesi, semeresi evvel düşünülür. Demek, vücuden en âhir, mânen de en evveldir. Halbuki, zât-ı Ahmediye (a.s.m.) hem en mükemmel meyve, hem bütün meyvelerin medar-ı kıymeti ve bütün maksatların medar-ı zuhuru olduğundan, en evvel tecellî-i icada mazhar, onun nuru olmak lâzım gelir.1

ÜÇÜNCÜ MÜŞKÜLÜN: O kadar geniştir ki, bizim gibi dar zihinli insanlar istiab ve ihata edemez. Fakat uzaktan uzağa bakabiliriz.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : bk. el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:265
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: İkinci Esas / Sonraki Risale: Dördüncü Esas
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : hayret verici, şaşırtıcı
âhir : son
âlem : dünya
evvel : önce
gılâf : kılıf
halk : yaratma
hayt-ı münasebet : ilişki bağı
ihata : kapsama, kuşatma
istiab : içine alma, kaplama
istib’ad : akıldan uzak görme
istidat : kabiliyet, yetenek
işkâl : zorluk
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kâinat-ı azîme : büyük kâinat
mahiyet : öz nitelik, özellik
makamat-ı âliye : yüce makamlar
makàsıd : maksatlar, gayeler
maksat : kastedilen şey, gaye
mânen : mânevî olarak
mazhar : görünme ve yansıma yeri
medar : sebep, vesile
medar-ı kıymet : kıymet sebebi
medar-ı zuhur : görünme sebebi
muazzam : büyük
müstemi : dinleyici
müşkül : zorluk, engel
nazar-ı inâyet : yardım ve koruma bakışı
nevi : tür, çeşit
nuranî : nurlu
nur-u Muhammedî : Peygamberimiz Hz. Muhammed’in nuru
risalet : peygamberlik
sabıkan : bundan önce
Sâni : herşeyi san’atlı bir şekilde yapan Allah
Sâni-i Kâinat : bütün evreni mükemmel bir sanatla yaratan Allah
semere : meyve
seyr ü sülûk : mânevî ve ruhî yolculuk
suret : şekil, biçim
şecere-i kâinat : kâinat ağacı
şecere-i tûbâ : Cennetteki tûba ağacı
tecellî : yansıma
tecellî-i icad : yaratma, var etme tecellîsi
teşekkül : oluşum
tezyin etmek : süslemek
velâyet : velîlik
vücuden : varlık bakımından
zât-ı Ahmediye : Peygamberimiz Hz. Muhammed’in zâtı, şahsiyeti
Yükleniyor...