Yalnız teşahhusât-ı itibariyede fark var. Fakat o itibarî teşahhuslar, her vakit tecelliyâtı tazelenmekte olan şuûnât-ı esmâ-i İlâhiyenin maânîlerini ifade için, şu bahardakiler ayrı teşahhusatla onların yerine geldiler.

Dördüncüsü: Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-ı mahdut sair uhrevî âlemlere birer mahsulât veya tezyinat veya levazımat gibi onlara münasip şeyleri yetiştirmek için, şu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün destgâhında ve tarlasında, Hakîm-i Zülcelâl, zerrâtı tahrik edip kâinatı seyyale ve mevcudatı seyyare ederek, şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ı mâneviye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor.

Beşincisi: Nihayetsiz kemâlât-ı İlâhiyeyi, hadsiz celevât-ı cemâliyeyi ve gayetsiz tecelliyât-ı celâliyeyi ve gayr-ı mütenâhi tesbihat-ı Rabbâniyeyi şu dar ve mahdut zeminde ve mütenâhi ve az bir zamanda göstermek için, zerrâtı kemâl-i hikmetle, kudretiyle tahrik edip, kemâl-i intizamla tavzif ederek, mütenâhi bir zamanda, mahdut bir zeminde, gayr-ı mütenâhi tesbihat yaptırıyor, gayr-ı mahdut tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye ve kemâliyesini gösteriyor, çok hakaik-i gaybiye ve çok semerât-ı uhreviye ve fânilerin bâki olan hüviyet ve suretlerinden pek çok nukuş-u misaliye ve çok mânidar nüsuc-u levhiyeyi icad ediyor. Demek, zerreyi tahrik eden, şu makàsıd-ı azîmeyi, şu hikem-i cesîmeyi gösteren bir Zâttır. Yoksa, herbir zerrede güneş gibi bir dimağ bulunması lâzım gelir.

Daha bu beş nümune gibi belki beş bin hikmetle tahrik olunan zerrâtın tahavvülâtını, o akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler. Ve hakikatte biri enfüsî, diğeri âfâkî iki hareket-i cezbekârânede zikir ve tesbih-i İlâhî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverana kalkan o zerreleri, kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zu’m etmişler. İşte bundan anlaşılıyor ki, onların ilimleri ilim değil, cehildir. Hikmetleri, hikmetsizliktir.

Üçüncü Noktada altıncı, uzun bir hikmet daha söylenecektir.

« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dokuzuncu Söz / Sonraki Risale: Otuz Birinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i gayb : görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar
âlem-i melekût : İlâhî hükümranlığın tam olarak tecellî ettiği, görünmeyen mânâ âlemi
âlem-i misal : bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem
bâki : devamlı, sürekli, ölümsüz
celevât-ı cemâliye : Allah’ın güzel isimlerinin varlıklar üzerindeki görünümleri, akisleri
destgâh : işyeri, tezgâh
dimağ : beyin
fâni : gelip geçici, ölümlü
gayetsiz : sonsuz
gayr-ı mahdut : sınırsız
gayr-ı mütenâhi : sonsuz
hadsiz : sınırsız
hakaik-i gaybiye : gayb âlemi ile ilgili gerçekler
Hakîm-i Zülcelâl : sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah
hazine-i kudret : kudret hazinesi
hikem-i cesîme : büyük ve esaslı hikmetler, faydalar
hüviyet : şahsiyet
icad : yaratma, var etme
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kemâlât-ı İlâhiye : Cenâb-ı Allah’a ait mükemmellikler
kemâl-i hikmet : tam ve mükemmel bir hikmet
kemâl-i intizam : mükemmel ve kusursuz düzen
kudret : güç, iktidar
levazımat : gerekli şeyler
maânî : mânâlar, anlamlar
mahdut : sınırlı
mahsulât : ürünler
mahsulât-ı mâneviye : mânevî ürünler
makàsıd-ı azîme : büyük maksatlar, gayeler
mânidar : mânâlı, anlamlı
mevcudat : varlıklar
mezraa-i dünya : dünya tarlası
münasip : uygun
mütenâhi : sonu gelen, biten
nihayetsiz : sonsuz
nukuş-u misaliye : misal âlemiyle ilgili nakışlar
nüsuc-u levhiye : dokunmuş, işlenmiş levhalar
sair : başka
semerât-ı uhreviye : âhirete ait meyveler
seyl : sel, akıntı
seyyale : akıcı, akıp giden
seyyare : gezici, gezen
suret : şekil, görüntü
şuûnât-ı esmâ-i İlâhiye : Allah’ın isimlerinin eserleri
tavzif : vazifelendirme, görevlendirme
tecelliyât : yansımalar, görünümler
tesbihat-ı Rabbâniye : Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler
teşahhusât-ı itibariye : varlıkların duruma göre çeşitli görünümler alması
Yükleniyor...