Evet, mânen terakkî etmeyen avam içinde, kaderin cây-ı istimâli var. Fakat, o da mâziyat ve mesâibdedir ki, ye’sin ve hüznün ilâcıdır. Yoksa, maâsî ve istikbaliyatta değildir ki, sefahete ve atâlete sebep olsun. Demek, kader meselesi, teklif ve mes’uliyetten kurtarmak için değil, belki fahr ve gururdan kurtarmak içindir ki, imana girmiş. Cüz-ü ihtiyarî, seyyiâta merci olmak içindir ki, akideye dahil olmuş; yoksa mehâsine masdar olarak tefer’un etmek için değildir.

Evet, Kur’ân’ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes’uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribat nev’inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir, müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibritle bir evi yakmak gibi. Fakat hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlâhiye; ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Sual ve cevap, dâi ve sebep, ikisi de Haktandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahip olur.

Fakat seyyiâtı isteyen nefs-i insaniyedir: ya istidat ile, ya ihtiyar ile. Nasıl ki, beyaz, güzel güneşin ziyasından bazı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. Fakat o seyyiâtı, çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden yine Haktır. Demek, sebebiyet ve sual nefistendir ki, mes’uliyeti o çeker. Hakka ait olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için güzeldir, hayırdır.

İşte, şu sırdandır ki: Kesb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir. Nasıl ki, pek çok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam diyemez, “Yağmur rahmet değil.” Evet, halk ve icadda bir şerr-i cüz’î ile beraber hayr-ı kesir vardır. Bir şerr-i cüz’î için hayr-ı kesiri terk etmek, şerr-i kesir olur. Onun için, o şerr-i cüz’î, hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur; belki abdin kisbine ve istidadına aittir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Beşinci Söz / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

akide : inanç
atâlet : hareketsizlik, tembellik
cây-ı istimâl : kullanma yeri
cüz-ü ihtiyarî : insanın elindeki seçim gücü, irade
dâi : sebep olan
fahr : gurur, övünme
Hak : her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
halk-ı şer : kötülüğü yaratma
hasenat : iyilikler, sevaplar
hikmet-i cüz-ü ihtiyariye : insanın elindeki seçim gücünün hikmeti
ihtiyar : tercih, seçme gücü
iktiza etmek : gerektirmek
istidat : kabiliyet, yetenek
istikbaliyat : geleceğe ait şeyler, hadiseler
kader : Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması
kanun-u İlâhî : Allah’ın kanunu
kesb-i istihkak : hak etme
kesb-i şer : kötülüğü işleme
kudret-i Rabbâniye : herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın sonsuz kudreti
maâsî : günahlar
masdar : kaynak
mâziyat : geçmişe ait şeyler, hâdiseler
mes’uliyet : sorumluluk
mesâib : musibetler, felaketler
mesâlih : maslahatlar, faydalar
nefs-i insaniye : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
rahmet-i İlâhiye : Allah’ın merhamet ve şefkati
sefahet : zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük, budalalık
seyyiât : kötülükler, günahlar
seyyie : kötülük, günah
sırr-ı kader : kader sırrı
sual : isteme
şer : kötülük
şerr-i cüz’î : küçük kötülük
şuur : bilinç, idrak
taaffün : bozulma, çürüme
tahribat : yıkıp bozmalar, yok etmeler
tazammun etmek : içine almak
tefer’un : firavunlaşma, kendisini Firavun gibi ilah seviyesine çıkaracak derecede büyük görme
teklif : yükümlülük
terakkî etmek : yükselmek, ilerlemek
ye’s : ümitsizlik
ziya : ışık
Yükleniyor...