İşte böyle bir zamanda, belâğat en revaçlı olduğu bir anda, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan nüzul etti. Nasıl ki zaman-ı Mûsâ Aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı İsâ Aleyhisselâmda tıp revaçta idi; mu’cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte, o vakit, bülega-yı Arabı, en kısa bir sûresine mukabeleye davet etti
وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتوُا بِسوُرَةٍ مِنْ مِثْلِهِ 1

fermanıyla onlara meydan okuyor. Hem der ki: “İman getirmezseniz mel’unsunuz, Cehenneme gireceksiniz.” Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidayeten idam-ı ebedî ile ve sonra da Cehennemde idam-ı ebedî ile beraber dünyevî idamla da mahkûm ediyor. Der: “Ya muâraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir.”

İşte, eğer muâraza mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün müydü ki, bir iki satırla muâraza edip dâvâsını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkülâtlı muharebe tariki ihtiyar edilsin? Evet, o zeki kavim, o siyasî millet ki, bir zaman âlemi siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belâya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin, hiç kabil midir? Çünkü edipleri birkaç hurufatla muâraza edebilseydi, Kur’ân dâvâsından vazgeçerdi, onlar da maddî ve mânevî helâketten kurtulurlardı. Halbuki muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek muâraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bissüyufa mecbur oldular.

Hem Kur’ân’ı tanzir etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebep vardı.

Birisi düşmanın hırs-ı muârazası, diğeri dostlarının şevk-i taklididir ki, şu iki sâik-i şedid altında milyonlar Arabî kitaplar yazılmış ki, hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmi olsun, her kim ona ve onlara baksa, kat’iyen diyecek ki, “Kur’ân bunlara benzemez; hiçbirisi onu tanzir edemez.” Şu halde, ya Kur’ân bütününün altındadır bu ise bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhaldir veya Kur’ân, o yazılan umum kitapların fevkindedir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” Bakara Sûresi, 2:23.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

akvâm-ı âlem : dünyadaki kavimler, milletler
âlem : dünya
Aleyhisselâm : Allah’ın selâmı onun üzerine olsun
belâğat : sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi
bidayeten : ilk önce
bülega-yı Arab : Arap belâğatçıları, edebiyatçıları
dehşetli : korkunç
edip : edebiyatçı
ferman : emir, buyruk
helâket : mahvoluş, yok oluş
hurufat : harfler
idam-ı ebedî : sonsuz yok oluş
ihtiyar etmek : seçmek, tercih etmek
istihfaf etmek : küçümsemek
kabil : mümkün
kaside : şiir
kıymettar : kıymetli
kibir : gurur, kendini büyük görme
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
mel’un : lanetlenmiş
mertebe : derece
mu’cize : bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey
muallâkat-ı Seb’a : yedi askı; Kur’ân nazil olmadan önce, meşhur Arap şâirlerinin en beğenilmiş şiirlerinden, Kâbe’nin duvarına asılmış olanları
muâraza : sözle mücadele
muâraza-i bilhuruf : harflerle mücadele, yazılı ve sözlü mücadele
muhal : imkânsız
muharebe : harp, savaş
muharebe-i bissüyuf : kılıçlarla savaşma, silahlı mücadele
mukabele : karşılık verme
musalâha etmek : barışmak
müşkilâtlı : zor
nam : ad
nüzul etmek : inmek
revaç : değer, kıymet
suret : şekil, biçim
tanzir etmek : benzerini yapmak
tarik : yol
Zaman-ı İsâ : Hz. İsâ’nın zamanı
zaman-ı Mûsâ : Hz. Mûsâ’nın zamanı
Yükleniyor...