Hem o Kur’ân, mütefavit ve mükerrer suallerin cevabı olarak geldiği halde, nihayet imtizac ve ittihadı gösteriyor. Güya bir sual-i vâhidin cevabıdır.

Hem Kur’ân, mütegayir, müteaddit hâdisâtın ahkâmını beyan için geldiği halde, öyle bir kemâl-i intizamı gösteriyor ki, güya bir hadise-i vâhidin beyanıdır.

Hem Kur’ân, mütehalif, mütenevvi halette, hadsiz muhatapların fehimlerine münasip üslûplarda tenezzülât-ı kelâmiye ile nazil olduğu halde, öyle bir hüsn-ü temasül ve güzel bir selâset gösteriyor ki, güya hâlet birdir, bir derece-i fehimdir, su gibi akar bir selâset gösteriyor.

Hem o Kur’ân, mütebâid, müteaddit muhatabîn esnafına müteveccihen mütekellim olduğu halde, öyle bir suhulet-i beyanı, bir cezâlet-i nizamı, bir vuzuh-u ifhâmı var ki, güya muhatabı bir sınıftır. Hattâ her bir sınıf zanneder ki, bil’asale muhatap yalnız kendisidir.

Hem Kur’ân, mütefavit, mütederriç irşadî bazı gayelere isal ve hidayet etmek için nazil olduğu halde, öyle bir kemâl-i istikamet, öyle bir dikkat-i muvazenet, öyle bir hüsn-ü intizam vardır ki, güya maksat birdir.

İşte, bu esbablar, müşevveşiyetin esbabı iken, Kur’ân’ın i’câz-ı beyanında, selâset ve tenasübünde istihdam edilmişlerdir. Evet, kalbi sakamsız, aklı müstakim, vicdanı marazsız, zevki selim her adam Kur’ân’ın beyanında güzel bir selâset, rânâ bir tenasüp, hoş bir âhenk, yektâ bir fesahat görür.

Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur’ân’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler.

Şu Birinci Nurun hakikatini misallerle tavzih etsek, birkaç mücelled lâzım. Öyle ise, sair risale-i Arabiyemde ve İşârâtü’l-İ’câz’da ve şu yirmi beş adet Sözlerde şu hakikatin ispatına dair olan izahatla iktifa edip, misal olarak mecmu-u Kur’ân’ı birden gösteriyorum.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

bil’asale : bizzat, aslında
cezâlet-i nizam : tertip ve düzenin güçlülüğü, uygunluğu
derece-i fehim : anlayış derecesi
dikkat-i muvazenet : dikkatli bir denge
fesâhat : dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması
hâdisât : olaylar
hadise-i vâhid : tek bir olay
hadsiz : sayısız
hakikat : gerçek
hâlet : hal, vaziyet
hidayet etmek : doğru yola erdirmek
hüsn-ü intizam : güzel bir düzenlilik
hüsn-ü temasül : güzel benzeyiş
i’câz-ı beyan : açıklamanın mu’cizeliği
imtizac : kaynaşma, uyuşma
irşadî : irşadla, doğru yolu göstermeyle ilgili
isal etmek : ulaştırmak
istihdam edilmek : çalıştırılmak
ittihad : birlik
kâinat : evren, yaratılan herşey
kemâl-i intizam : tam bir düzenlilik
kemâl-i istikamet : tam ve mükemmel doğruluk
maksat : gaye
maraz : hastalık
muhatabîn : muhataplar
mücelled : ciltli kitap
mükerrer : tekrarla, defalarca
münasip : uygun
müstakim : dosdoğru
müşevveşiyet : karışıklıklar
müteaddit : çeşitli
mütebâid : birbirinden uzak
mütederriç : derece derece
mütefavit : farklı, çeşitli
mütegayir : değişik, birbirine zıt
mütehalif : birbirine uymayan
mütekellim : konuşan
mütenevvi : çeşitli
müteveccihen : yönelmiş olarak
nazil olmak : inmek
rânâ : güzel, hoş
risale-i Arabiye : Arapça risale
sair : diğer
sakam : hastalık
selâset : sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık
selim : sağlam, doğru
sual-i vâhid : tek soru
suhulet-i beyan : açıklama kolaylığı
tavzih etmek : açıklamak
tenasüb : uygunluk
tenezzülât-ı kelâm : sözün muhatapların seviyelerine uygun olarak ayarlanması
vâzıh : açık, âşikâr
vuzuh-u ifhâm : anlatım açıklığı
yektâ : eşsiz
zâhir : görünen
Yükleniyor...