Bin üç yüz elli senedir, Kur’ân-ı Hakîm, bütün hakaikını kâinat çarşısında açıp teşhir ettiği halde, herkes, her millet, her memleket onun cevahirinden, hakaikından almıştır ve alıyorlar. Halbuki, ne o ülfet, ne o mebzuliyet, ne o mürur-u zaman, ne o büyük tahavvülâtlar, onun kıymettar hakaikına, onun güzel üslûplarına halel verememiş, ihtiyarlatmamış, kurutmamış, kıymetten düşürmemiş, hüsnünü söndürmemiştir. Şu hâl tek başıyla bir i’cazdır.

Şimdi biri çıksa, Kur’ân’ın getirdiği hakaikten bir kısmına kendi hevesince çocukça bir intizam verse, Kur’ân’ın bazı âyâtına muâraza için nisbet etse, “Kur’ân’a yakın bir kelâm söyledim” dese, öyle ahmakane bir sözdür ki:

Meselâ, taşları muhtelif cevahirden bir saray-ı muhteşemi yapan ve o taşların vaziyetinde umum sarayın nukuş-u âliyesine bakan mizanlı nakışlarla tezyin eden bir ustanın san’atıyla; o nukuş-u âliyeden fehmi kasır, o sarayın bütün cevahir ve ziynetlerinden bîbehre bir âdi adam, âdi hanelerin bir ustası, o saraya girip, o kıymettar taşlardaki ulvî nakışları bozup, çocukça hevesine göre, âdi bir hanenin vaziyetine göre bir intizam, bir suret verse ve çocukların nazarına hoş görünecek bazı boncukları taksa, sonra “Bakınız, o sarayın ustasından daha ziyade maharet ve servetim var ve kıymettar ziynetlerim var” dese, divanece bir hezeyan eden bir sahtekârın nisbet-i san’atı gibidir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

bîbehre : mahrum
cevahir : cevherler, kıymetli taşlar
divanece : akılsızca, delice
eyne’s-serâ mine’s-Süreyya : “yer nerede, Ülker takım yıldızı nerede?” (birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir)
fehm : anlama, kavrayış
hakaik : gerçekler, doğrular
halel : eksiklik, zarar
hezeyan : deli saçması, saçmalama
i’câz : mu’cize oluş
intizam : düzen
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kasır : eksik, noksan
kelâm : söz, ifade
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
maharet : beceri, ustalık
malûm : bilinen
mebzuliyet : bolluk, çokluk
meyvedar : meyveli, verimli
mizanlı : ölçülü
muâraza : sözle mücadele, karşı gelme
muhtelif : değişik, çeşitli
mürur-u zaman : zamanın geçmesi
müteselsil : zincirleme, peşpeşe gelen
nukuş-u âliye : yüksek nakışlar
saray-ı muhteşem : muhteşem, görkemli saray
suret : şekil
tahavvülât : değişiklikler
teşhir : sergileme
tezyin etmek : süslemek
Yükleniyor...