1 وَ ِللهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى temsilde kusur yok, esmâ ve sıfât-ı İlâhiye ve şuûn ve ef’âl-i Rabbâniye bir şecere-i tûbâ-i nur hükmünde temsil edilmekle, o şecere-i nuraniyenin daire-i azameti ezelden ebede uzanıp gidiyor. Hudud-u kibriyâsı, gayr-ı mütenâhi fezâ-yı ıtlakta yayılıp ihata ediyor. Hudud-u icraatı
2 فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى - يَحوُلُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ hududundan tut, ta
3 وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ - خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ hududuna kadar intişar etmiş o hakikat-i nuraniyeyi bütün dal ve budaklarıyla, gayat ve meyveleriyle, o kadar tenasüple, birbirine uygun, birbirine lâyık, birbirini kırmayacak, birbirinin hükmünü bozmayacak, birbirinden tevahhuş etmeyecek bir surette o hakaik-ı esmâ ve sıfâtı ve şuûn ve ef’âli beyan eder ki, bütün ehl-i keşif ve hakikat ve daire-i melekûtta cevelân eden bütün ashab-ı irfan ve hikmet, o beyanat-ı Kur’âniyeye karşı “Sübhânallah” deyip “Ne kadar doğru, ne kadar mutabık, ne kadar güzel, ne kadar lâyık” diyerek tasdik ediyorlar.
Meselâ, bütün daire-i imkân ve daire-i vücuba bakan, hem o iki şecere-i azîmenin birtek dalı hükmünde olan imanın erkân-ı sittesi ve o erkânın dal ve budaklarının en ince meyve ve çiçekleri aralarında o kadar bir tenasüp gözetilerek tasvir eder ve o derece bir muvazenet suretinde tarif eder ve o mertebe bir münasebet tarzında izhar eder ki, akl-ı beşer idrakinden âciz ve hüsnüne karşı hayran kalır.
2 فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى - يَحوُلُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ hududundan tut, ta
3 وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ - خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ فِى سِتَّةِ اَيَّامٍ hududuna kadar intişar etmiş o hakikat-i nuraniyeyi bütün dal ve budaklarıyla, gayat ve meyveleriyle, o kadar tenasüple, birbirine uygun, birbirine lâyık, birbirini kırmayacak, birbirinin hükmünü bozmayacak, birbirinden tevahhuş etmeyecek bir surette o hakaik-ı esmâ ve sıfâtı ve şuûn ve ef’âli beyan eder ki, bütün ehl-i keşif ve hakikat ve daire-i melekûtta cevelân eden bütün ashab-ı irfan ve hikmet, o beyanat-ı Kur’âniyeye karşı “Sübhânallah” deyip “Ne kadar doğru, ne kadar mutabık, ne kadar güzel, ne kadar lâyık” diyerek tasdik ediyorlar.
Meselâ, bütün daire-i imkân ve daire-i vücuba bakan, hem o iki şecere-i azîmenin birtek dalı hükmünde olan imanın erkân-ı sittesi ve o erkânın dal ve budaklarının en ince meyve ve çiçekleri aralarında o kadar bir tenasüp gözetilerek tasvir eder ve o derece bir muvazenet suretinde tarif eder ve o mertebe bir münasebet tarzında izhar eder ki, akl-ı beşer idrakinden âciz ve hüsnüne karşı hayran kalır.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:
1 : “En yüce misaller Allah içindir.” Nahl Sûresi, 16:60.
2 : “Daneleri ve çekirdekleri çatlatan Odur.” En’âm Sûresi, 6:95. “O, kişiyle kalbinin arasına girer.” Enfâl Sûresi, 8:24.
3 : “Gökleri ve yeri altı günde yarattı.” Hûd Sûresi, 11:7. “Gökler Onun kudret eliyle dürülmüştür.” Zümer Sûresi, 39:67.
2 : “Daneleri ve çekirdekleri çatlatan Odur.” En’âm Sûresi, 6:95. “O, kişiyle kalbinin arasına girer.” Enfâl Sûresi, 8:24.
3 : “Gökleri ve yeri altı günde yarattı.” Hûd Sûresi, 11:7. “Gökler Onun kudret eliyle dürülmüştür.” Zümer Sûresi, 39:67.
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz






