Öyle de, bu ağaç, bu baharda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece tevafuk ettiği gibi, bu baharda dahi az bir farkla geçen bahara tevafuk ve istikbal baharları dahi mâzi baharlarına, ihtiyar ve irade-i İlâhiyeyi gösteren sırlı ve az farkla muvafakatleri, Sâni-i Hakîm-i Zülcemâlin vahdetini gösteren kuvvetli bir şahid-i vahdâniyettir.
İşte madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir usul-ü edebî ve bir anahtar-ı gaybî oluyor. Elbette, menba-ı ulûm ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı âyât-ı tekviniyesi ve edebiyatın mu’cize-i kübrâsı ve lisanü’l-gayb olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, o kanun-u tevafukîyi, işârâtında istihdam, istimal etmesi i’câzının muktezasıdır.
İhtar bitti, şimdi sadede geliyoruz. Sûre-i Zümer, Câsiye, Ahkaf’ın başlarındaki 1 تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ olan âyetler, sabık ihtarın ikinci noktasında münasebet-i mâneviyesi beyan edildiğinden burada yalnız cifrî remzini beyan edeceğiz. Şöyle ki: İki ت sekiz yüz (800), iki ن yüz (100), iki م seksen (80), iki ك kırk (40), üç ز yirmi bir (21), üç ى otuz (30), bir ب, bir ح on (10), Lâfzullah (اللهُ) altmış yedi (67), bir ع yetmiş (70), dört ل, dört elif (ا) yüz yirmi dört (124) olup yekûnu bin üç yüz kırk iki (1342) ederek bu asrın şu tarihine nazar-ı dikkati celb etmekle beraber, Kur’ân’ın tenziliyle çok alâkadar bir nura parmak basıyor.
İşte madem bu tevafuk-u cifrî ve ebcedî, bir kanun-u ilmî ve bir düstur-u riyazî ve bir namus-u fıtrî ve bir usul-ü edebî ve bir anahtar-ı gaybî oluyor. Elbette, menba-ı ulûm ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı âyât-ı tekviniyesi ve edebiyatın mu’cize-i kübrâsı ve lisanü’l-gayb olan Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, o kanun-u tevafukîyi, işârâtında istihdam, istimal etmesi i’câzının muktezasıdır.
İhtar bitti, şimdi sadede geliyoruz. Sûre-i Zümer, Câsiye, Ahkaf’ın başlarındaki 1 تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ olan âyetler, sabık ihtarın ikinci noktasında münasebet-i mâneviyesi beyan edildiğinden burada yalnız cifrî remzini beyan edeceğiz. Şöyle ki: İki ت sekiz yüz (800), iki ن yüz (100), iki م seksen (80), iki ك kırk (40), üç ز yirmi bir (21), üç ى otuz (30), bir ب, bir ح on (10), Lâfzullah (اللهُ) altmış yedi (67), bir ع yetmiş (70), dört ل, dört elif (ا) yüz yirmi dört (124) olup yekûnu bin üç yüz kırk iki (1342) ederek bu asrın şu tarihine nazar-ı dikkati celb etmekle beraber, Kur’ân’ın tenziliyle çok alâkadar bir nura parmak basıyor.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:
1 : “Bu Kur’an, kudreti herşeye galip olan ve hikmeti herşeyi kuşatan Allah tarafindan indirilmiştir.” Zümer Sûresi, 39:1.
Önceki Risale: On Beşinci Şuâ / Sonraki Risale: Sekizinci Şuâ



