Ve madem, Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübrâ’da herbiri bir dağ kuvvetinde otuz üç adet icmâ-ı azîm ispat etmişler ki, bu kâinat bir elden çıkmış ve bir tek Zâtın mülküdür. Ve kemâlât-ı İlâhiyenin medarı olan vahdetini ve ehadiyetini bedahetle göstermişler. Ve vahdet ve ehadiyet ile, bütün kâinat o Zât-ı Vâhidin emirber neferleri ve musahhar memurları hükmüne geçiyor. Ve âhiretin gelmesiyle, kemâlâtı sukuttan ve adalet-i mutlakamüstehziyâne gadr-ı mutlaktan ve hikmet-i âmmesi sefahetkârâne abesiyetten ve rahmet-i vâsialâhiyâne tâzipten ve izzet-i kudreti zelilâne aczden kurtulurlar, takaddüs ederler.

Elbette ve elbette ve herhalde iman-ı billâhın yüzer nüktesinden, bu sekiz “madem”lerdeki hakikatlerin muktezasıyla kıyamet kopacak, haşir ve neşir olacak, dar-ı mücazat ve mükâfat açılacak tâ ki arzın mezkûr ehemmiyeti ve merkeziyeti ve insanın ehemmiyeti ve kıymeti tahakkuk edebilsin. Ve arz ve insanın Hâlıkı ve Rabbi olan Mutasarrıf-ı Hakîmin mezkûr adaleti, hikmeti, rahmeti, saltanatı takarrur edebilsin. Ve o bâki Rabbin mezkûr hakiki dostları ve müştakları idam-ı ebedîden kurtulsun. Ve o dostların en büyüğü ve en kıymettarı, bütün kâinatı memnun ve minnettar eden kudsî hizmetlerinin mükâfatını görsün. Ve Sultan-ı Sermedînin kemâlâtı naks ve kusurdan ve kudreti aczden ve hikmeti sefahetten ve adaleti zulümden tenezzüh ve takaddüs ve teberri etsin.

Elhâsıl madem Allah var, elbette âhiret vardır.

Hem nasıl ki mezkûr üç erkân-ı imaniye, onları ispat eden bütün delilleriyle haşre şehadet ve delâlet ederler. Öyle de,

وَبِمَلٰۤئِكَتِهِ وَبِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ مِنَ اللّٰهِ تَعَالٰى 1 olan iki rükn-ü imanî dahi haşri istilzam edip kuvvetli bir surette âlem-i bekàya şehadet ve delâlet ederler. Şöyle ki:

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Meleklere ve kadere, hayır ve şerrin Allah Tealâ’dan geldiğine inanmak.”
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yedinci Şuâ / Sonraki Risale: Onuncu Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abesiyet : faydasızlık, gayesizlik
acz : âcizlik, güçsüzlük
adalet-i mutlaka : tam ve yerinde adalet
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat
arz : yer, dünya
bâki : devamlı, kalıcı
bedahet : açıklık
delâlet : delil olma, işaret etme
elhâsıl : özetle, sonuç olarak
emirber nefer : emre hazır asker
erkân-ı imaniye : imanın temel esasları, şartları
gadr-ı mutlak : tam zulüm ve merhametsizlik
hakikat : gerçek
hakiki : gerçek, doğru
Hâlık : yaratıcı, herşeyi yaratan Allah
hikmet-i âmme : herşeyi kuşatan hikmet
idam-ı ebedî : sonsuz yok oluş
iman-ı billâh : Allah’a inanmak
izzet-i kudret : kudretin izzet ve şerefi
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kemâlât : mükemmellikler, üstünlükler
kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
kıymet : değer
kudret : güç, kuvvet, iktidar
kudsî : kutsal, kusursuz ve yüce
lâhiyâne : eğlenircesine, oynarcasına
mezkûr : sözü geçen
mukteza : gerektirici sebepler
musahhar : emre uyan, boyun eğen
mükâfat : ödül
müstehziyâne : alay edercesine
müştak : aşık, çok arzulu ve istekli
naks : noksanlık, eksiklik
nükte : ince ve derin mânâ
rahmet : şefkat, merhamet
rahmet-i vâsia : herşeyi kuşatan geniş rahmet
rükn-ü imanî : imanın şartı, temel esası
saltanat : egemenlik
şehadet : şahitlik, tanıklık
tahakkuk : gerçekleşme
takaddüs : kutsal olma, yüce ve temiz olma
takarrur : karar bulma, sağlamca yerleşme
tâzip : azap verme
teberri : uzak olma
tenezzüh : kusur ve noksandan temiz olma
vahdet : birlik
Zât-ı Vâhid : bir ve tek olan Zât, Allah
zelilâne : zayıflık içinde, alçakça
Yükleniyor...