1 وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاۤءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ ve
2 اَفَلَمْ يَنْظُرُوا اِلَى السَّمَاۤءِ فَوْقَهُمْ كَيْفَ بَنَيْنَاهَا وَزَيَّنَّاهَا ve
3 ثُمَّ اسْتَوٰى اِلَى السَّمَاۤءِ فَسَوّيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ gibi âyetlerin burçlarında tulû ettiler.

Bütün semâvâtı nurla, meleklerle doldurdular, bir büyük camiye ve mescide ve ordugâha çevirdiler. O seyyah 4 اَلَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ cereyanına girdi. Dâllînden, 5 اَوْكَظُلُماَتٍ فِى بَحْرٍ لُجِّىٍّ den kurtuldu. Birden, cennet gibi muntazam, güzel, muhteşem bir memleket gördü. Her tarafta Hâlık-ı Zülcelâli bildiriyorlar bir vaziyeti müşahedesiyle, akıl ve hayalin kıymetleri ve vazifeleri bin derece terakki etti.

İşte o seyyahın kâinattaki seyahatinin yüzer nümunesinden bu mezkûr üç nümuneye kıyasen sâir müşahedatını ve isimlerin cilveleriyle Vâcibü’l-Vücudun marifetini Risale-i Nur’a havale edip, bu pek kısa işarete iktifaen, bu pek uzun kıssayı kısa keserek Hâlıkımızı bildiren kudsî sıfatlardan ve sıfât-ı seb’asından yalnız ilim ve irade ve kudret gibi üç mühim sıfatların eserleriyle, tecellîleriyle ve tahakkuklarının hüccetleriyle Kâinat Hâlıkını tanımaya, o dünya seyyahı gibi gayet kısa işaretlerle çalışacağız. Tafsilâtını Risale-i Nur’a havale ederiz.

İşte, Arabî Hizb-i Nurî’nin Hülâsatü’l-Hülâsasından daimî, tefekkürî bir virdim ve Allahu Ekber cümlesinin otuz üç mertebesinden üç mertebeyi beyan eden bu gelen Arabî fıkranın bir nevi tercümesi içinde kısa işaretlerle, ulema-i ilm-i kelâmı ve akîde ulemasını pekçok meşgul eden ilim ve irade ve kudret-i İlâhiyenin kâinattaki cilveleriyle, onları aynelyakîn iman ile tasdik ve onlarla Vâcibü’l-Vücudun bedahetle mevcudiyetine ve vahdâniyetine ilmelyakîn tasdikle tam iman etmeye yol açan bu Arabî fıkradır:..

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “And olsun ki yakın göğü Biz kandillerle süsledik.” Mülk Sûresi, 67:5.
2 : “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl binâ edip süsledik.” Kaf Sûresi, 50:6.
3 : “Bundan başka semâya da iradesini yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti.” Bakara Sûresi, 2:29.
4 : “Kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerinin ve onlara tâbi olan sâlih kullarının yoluna ilet.” Fâtiha Sûresi, 1:7.
5 : “Yahut onların amelleri, derin bir denizin karanlıklarına benzer.” Nur Sûresi, 24:40.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Beşinci Şuâ / Sonraki Risale: Birinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

akîde : inanç
Allahu ekber : “Allah en büyüktür”
Arabî : Arapça
âyet : Kur’ân’ın her bir cümlesi
beyan : açıklama
cereyan : akım, hareket
cilve : görüntü, yansıma
daimî : devamlı, sürekli
dâllîn : hak yoldan sapmış, sapık kimseler
fıkra : kısım, bölüm
Hâlık : her şeyi yaratan Allah
Hâlık-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve her şeyin yaratıcısı olan Allah
hüccet : güçlü delil, kanıt
Hülâsatü’l-Hülâsa : Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübrâ Risalesinin özetinin özeti mahiyetinde, Arapça olarak yazılan tefekkürî bir eser
iktifâen : yetinerek, yeterli görerek
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kıyasen : karşılaştırarak
kudret : güç ve iktidar
kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddes
marifet : Allah’ı bilme ve tanıma
mezkûr : anılan, sözü geçen
muntazam : düzenli
müşahedat : gözlemlenen şeyler
müşahede : görme, gözlem
nevi : çeşit, tür
nümune : örnek
ordugâh : ordunun konakladığı yer
sâir : diğer
semâvât : gökler
seyyah : gezgin, yolcu
sıfât-ı seb’a : yedi sıfat
tafsilât : ayrıntı
tahakkuk : gerçekleşme
tecellî : belirme, görünme
tefekkürî : etraflıca ve derinlemesine düşünerek
terakki : ilerleme
tulû : doğma, çıkıp görünme
ulema : âlimler
ulemâ-i ilm-i kelâm : kelâm ilmi âlimleri
Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah
vird : devamlı yapılan zikir
Yükleniyor...