Şeyh Sinusî Kürtçe lisanı bilmediğinden, beni onun yerinde üç yüz lira maaşla vilâyât-ı şarkıye vâiz-i umumîsi, hem meb’us, hem Diyanet Riyaseti dairesinde, Dârü’l-Hikmet âzâlarıyla beraber, eski vazifemle memnun etmek ve benim Van’da temelini attığım Medresetü’z-Zehrâ ve şark dârülfünunuma Sultan Reşad’ın verdiği on dokuz bin altın lira, iki yüz mebus içinde yüz altmış üç mebusun imzasıyla yüz elli bin banknota iblâğ edilerek kabul edildiği halde, ben Beşinci Şuâ aslının verdiği haberin bir kısmını, orada bir adamda gördüm. Mecburiyetle o çok ehemmiyetli vazifeleri bıraktım. Ve “Bu adamla başa çıkılmaz, mukabele edilmez” diye, dünyayı ve siyaseti ve hayat-ı içtimaiyeyi terk edip yalnız imanı kurtarmak yolunda vaktimi sarf ettim. Fakat bazı zâlim ve insafsız memurlar, bana dünyaya bakacak iki üç risaleyi yazdırdılar.

Sonra bazı zâtlar, âhirzaman hâdisatını haber veren müteşabih hadîsleri suâl etmek münasebetiyle, o eski risalenin aslını tanzim ettim. Risale-i Nur’un Beşinci Şuâı namını aldı. Risale-i Nur’un numaraları, telif tertibiyle değil. Meselâ, Otuz Üçüncü Mektup, Birinci Mektuptan daha evvel telif edilmiş ve bu Beşinci Şuânın aslı ve Risale-i Nur’un bir kısım eczaları, Risale-i Nur’dan evvel telif edilmiş. Her ne ise... Bu makamda bir müddeiumumînin, Mustafa Kemal’e dostluğu taassubuyla, kanunsuz ve lüzumsuz ve yanlış itiraz ve sualleri beni bu sadet harici gibi izahatı vermeye mecbur eyledi. Ben onun, adliye kanunu namına tamamen şahsî ve kanunsuz bir sözünü misal olarak beyan ediyorum.

Dedi: “Beşinci Şuâda sen hiç kalben nedamet etmedin mi ki, onu rakıdan ve şaraptan su tulumbası gibi tâbirlerle tezyif etmişsin?” Ben onun bütün bütün mânâsız ve yanlış ve dostluk taassubuna mukàbil derim: Kahraman ordunun zaferi ve şerefi ona verilmez, yalnız onun bir hissesi olabilir. Nasıl ki ordunun ganimeti, malları, erzakları bir kumandana verilse zulümdür, dehşetli bir haksızlıktır.

Evet nasıl o insafsız, o çok kusurlu adamı sevmemekle beni ittiham etti, âdeta vatan hâini yaptı. Ben de onu, orduyu sevmemekle ittiham ediyorum. Çünkü bütün şerefi ve mânevî ganimeti o dostuna verip, orduyu şerefsiz bırakıyor.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Üçüncü Şuâ / Sonraki Risale: Beşinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhirzaman : dünya hayatının kıyamete yakın son devresi
âzâ : üye
banknot : karşılığı altın olarak bankada bulunan kâğıt para
beyan etmek : açıklamak, izah etmek
ecza : bütünü oluşturan parçalar, bölümler
ehemmiyetli : önemli
erzak : rızıklar, yenilecek ve içilecek şeyler
evvel : önce
ganimet : savaşta düşmandan ele geçirilen mal veya para
hâdisat : hâdiseler, olaylar
hâin : hıyanet eden nankörlük eden
hayat-ı içtimaiye : sosyal hayat
iblâğ : belli bir seviyeye ulaştırma, tamamlama
insafsız : vicdansız
ittiham etmek : suçlamak
izahat : açıklamalar
kumandan : komutan
mebus : milletvekili
mecburiyet : zorunluluk
misal : benzer, örnek
mukabele etme : karşılık verme
mukàbil : karşılık
müddeiumumî : savcı
münasebet : bağlantı, ilişki
müteşabih hadis : mânâsı açık olmayan yoruma ihtiyacı bulunan hadis
nam : ad
namına : adına
nedâmet : pişmanlık
risale : mektup; Risale-i Nur’dan herbir bölüm
sadet : asıl mevzu, maksat
sarf etme : kullanma, harcama
şahsî : kişisel
şark dârülfünunu : doğu üniversitesi
şeref : yükseklik, yücelik, büyüklük
şuâ : ışın, ışık hüzmesi
taassup : aşırı derecede, körükörüne bağlılık
tâbir : ifade etme, adlandırma
tanzim : düzenleme, düzene koyma
telif edilme : yazılma
telif : yazma
tezyif : alay etme, küçük düşürme
zâlim : zulmeden, haksızlık yapan
zulüm : haksızlık
Yükleniyor...