Demek, nasıl ki sefineleri sarsıntıdan vikaye ve muvazenelerini muhafaza için onların direkleri üstünde kurulmuş; öyle de, dağlar, zemin sefinesine bu mânâda hazineli direkler olduklarını, Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyan, 1 وَالْجِبَالَ أَرْسٰيهَا 3 وَاَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِىَ 2 وَالْجِبَالَ اَوْتَادًا gibi çok âyetlerle ferman ediyor.

Hem meselâ dağların içinde zîhayata lâzım olan her nevi menbalar, sular, madenler, maddeler, ilâçlar o kadar hakîmâne ve müdebbirâne ve kerîmâne ve ihtiyatkârâne iddihar ve ihzar ve istif edilmiş ki, bilbedahe, kudreti nihayetsiz bir Kadîrin ve hikmeti nihayetsiz bir Hakîmin hazineleri ve ambarları ve hizmetkârları olduklarını ispat ederler diye anlar. Ve sahra ve dağların dağ kadar vazife ve hikmetlerinden bu iki cevhere sairlerini kıyas edip, dağların ve sahraların umum hikmetleriyle, hususan ihtiyatî iddiharlar cihetiyle getirdikleri şehadeti ve söyledikleri Lâ ilâhe illâ Hû tevhidini, dağlar kuvvetinde ve sebatında ve sahralar genişliğinde ve büyüklüğünde görür, “Âmentü Billâh” der.

İşte bu mânâyı ifade için, Birinci Makamın Beşinci Mertebesinde,

لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ اللّٰهُ الْوَاجِبُ الْوُجُودِ الَّذِي دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِهِ: جَمِيعُ الْجِبَالِ وَالصَّحَارَى، بِجَمِيعِ مَا فِيهَا، وَمَا عَلَيْهَا، بِشَهَادَةِ عَظَمَةِ اِحَاطَةِ حَقِيقَةِ: اْلاِدِّخَارِ وَاْلاِدَارَةِ وَنَشْرِ الْبُذُورِ وَالْمُحَافَظَةِ وَالتَّدْبِيرِ وَاْلاِحْتِيَاطِيَّةِ الرَّبَّانِيَّةِ الْوَاسِعَةِ الْعَامَّةِ الْمُنْتَظَمَةِ الْمُكَمَّلَةِ بِالْمُشَاهَدَةِ 4

denilmiş.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Dağları direk (yapmadık mı?)” Nebe’ Sûresi, 78:7.
2 : “Yeryüzünde sâbit dağlar diktik.” Hicr Sûresi, 15:19.
3 : “Dağları sapa sağlam dikti.” Nâziât Sûresi, 79:32.
4 : Allah’tan başka ilâh yoktur. O Vâcibü’l-Vücud ki, Rabbânî ihtiyat maddelerinin bilmüşahede vâsi ve âmm ve muntazam ve mükemmel iddihar ve idare ve muhafaza ve tedbiri ve tohumların neşri hakikatlerinin azamet-i ihatasının şehadetiyle, bütün dağlar ve sahrâlar bütün içindekiler ve üzerindekilerle beraber Onun vücub-u vücuduna delâlet eder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Altıncı Şuâ / Sonraki Risale: Dokuzuncu Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

Âmentü Billâh : “Allah’a iman ettim”
bilbedâhe : ap açık şekilde
cihet : şekil, yön
ferman etmek : buyurmak, emretmek
Hakîm : herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
hakîmâne : hikmetle, bir maksat ve gayeye yönelik olarak, mânâlı ve tam yerli yerinde
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hikmet-i İlâhiye : Allah’ın hikmeti, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hizmetkâr : hizmetçi
hususan : özellikle
iddihar : biriktirme, depolama
ihtiyatî : tedbirli, yedek
ihtiyatkârâne : önlem alarak, tedbirli hareket ederek
ihzar : hazırlama
istif : yığma, biriktirme
Kadîr : herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
kerîmâne : lütufkâr ve cömert bir şekilde
kudret : güç ve iktidar
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân : açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
Lâ ilâhe illâ Hû : Ondan başka ilâh yoktur
menba : kaynak
muhafaza : koruma
muvazene : denge
müdebbirâne : tedbirli bir şekilde, herşeyi önceden düşünerek
nevi : çeşit, tür
nihayetsiz : sınırsız, sonsuz
sahra : ova, geniş düzlük alan
sair : diğer, başka
sebat : kararlılık, sabit olma
sefine : gemi
şehadet : şahitlik, tanıklık
tevhid : birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
umum : bütün, genel
vikaye : koruma
zemin : yer, dünya
zîhayat : canlı, hayat sahibi
Yükleniyor...