Sonra, ilhamın mahiyetine ve hikmetine ve şehadetine baktı, gördü ki: Mahiyeti ile hikmeti ve neticesi dört nurdan terekküp ediyor.

Birincisi: Teveddüd-ü İlâhî denilen kendini mahlûkatına fiilen sevdirdiği gibi, kavlen ve huzuren ve sohbeten dahi sevdirmek, vedûdiyetin ve rahmâniyetin muktezasıdır.

İkincisi: İbâdının dualarına fiilen cevap verdiği gibi, kavlen dahi perdeler arkasında icabet etmesi, rahîmiyetin şe’nidir.

Üçüncüsü: Ağır beliyelere ve şiddetli hallere düşen mahlûkatlarının istimdatlarına ve feryatlarına ve tazarruatlarına fiilen imdat ettiği gibi, bir nevi konuşması hükmünde olan ilhâmî kavillerle de imdada yetişmesi, rububiyetin lâzımıdır.

Dördüncüsü: Çok âciz ve çok zayıf ve çok fakir ve çok ihtiyaçlı ve kendi malikini ve hâmisini ve müdebbirini ve hafîzını bulmaya pek çok muhtaç ve müştak olan zîşuur masnularına, vücudunu ve huzurunu ve himayetini fiilen ihsas ettiği gibi, bir nevi mükâleme-i Rabbâniye hükmünde sayılan bir kısım sadık ilhamlar perdesinde ve mahsus ve bir mahlûka bakan has ve bir vecihte, onun kàbiliyetine göre, onun kalb telefonuyla, kavlen dahi kendi huzurunu ve vücudunu ihsas etmesi, şefkat-i ulûhiyetin ve rahmet-i rubûbiyetin zarurî ve vâcip bir muktezasıdır diye anladı.

Sonra ilhamın şehadetine baktı, gördü: Nasıl ki, güneşin faraza şuuru ve hayatı olsaydı ve o halde, ziyasındaki yedi rengi, yedi sıfatı olsaydı, o cihette, ışığında bulunan şuâları ve cilveleri ile bir tarz konuşması bulunacaktı. Ve bu vaziyette, misalinin ve aksinin şeffaf şeylerde bulunması; ve her âyine ve her parlak şeyler ve cam parçaları ve kabarcıklar ve katreler, hattâ şeffaf zerrelerle herbirinin kàbiliyetine göre konuşması; ve onların hâcâtına cevap vermesi; ve bütün onlar güneşin vücuduna şehadet etmesi; ve hiçbir iş, bir işe mâni olmaması...
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Altıncı Şuâ / Sonraki Risale: Dokuzuncu Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âciz : güçsüz, zavallı
beliye : felâket, musibet
bilmüşahede : gözle görüldüğü gibi
cihet : taraf, yön
cilve : görüntü, yansıma
faraza : varsayalım ki
fiilen : fiil ve davranışla
hâcât : ihtiyaçlar
hafîz : daima koruyan
hâmi : koruyucu
hikmet : fayda, gaye
himayet : himaye etme, koruma
huzuren : yakınında olarak
ibâd : kullar
icabet etmek : cevap vermek
ihsas etmek : hissettirmek
ilham : Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ
ilhâmî : ilham ile elde edilen; ilham ile ulaşılan
imdat etmek : yardım etmek
istimdat : yardım dileme
katre : damla
kavil : söz
kavlen : sözle
mahiyet : esas nitelik, özellik
mahlûk : yaratık
mahlûkat : yaratılmışlar
mâlik : sahip
masnu : san’at eseri varlık
mukteza : bir şeyin gereği
müdebbir : idare eden, ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan
mükâleme-i Rabbâniye : Rab olan Allah’ın Zâtına has konuşması
müştak : arzulu, çok istekli
müzahemet etmek : zahmet ve sıkıntı vermek, engel olmak
nevi : çeşit, tür
rahmâniyet : Allah’ın bütün varlıkları kaplayan merhamet ediciliği
rahmet-i rubûbiyet : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah’ın rahmeti
rububiyet : Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
sadık : doğru
şe’n : hal, nitelik, özellik
şefkat-i ulûhiyet : İlâhlık şefkati
şehadet : şahitlik, tanıklık
şua : parıltı, ışık
tazarruat : yakarışlar, niyazlar
terekküp : birleşme, meydana gelme
teveddüd-ü İlâhî : Allah’ın Kendini sevdirmesi
vâcip : zorunlu
vecih : şekil, yön
vedûdiyet : Kendini sevdirme
vücud : varlık, var oluş
zerre : atom
zîşuur : şuur sahibi
ziya : ışık, parlaklık
Yükleniyor...