İşte böyle dünyayı ve âhireti ve herşeyi kaplamış bir rahmet, elbette o rahmet vâhidiyet içinde bir ehadiyetin cilvesidir. Yani, nasıl ki güneşin ziyası, mukàbilindeki umum eşyayı ihata etmesiyle vâhidiyete bir misal olduğu gibi, parlak ve şeffaf herbir şey dahi, kàbiliyetine göre güneşin hem ziyasını, hem hararetini, hem ziyasındaki yedi rengini, hem aks-i misalini almakla ehadiyete bir misal olduğundan, elbette o ihatalı ziyayı gören adam “Arzın güneşi vâhiddir, birtektir.” diye hükmeder. Ve her parlak şeyde, hattâ katrelerde güneşin ışıklı, hararetli aksini müşahede eden o adam, güneşin ehadiyetini, yani bizzat güneşi, sıfatlarıyla herşeyin yanındadır ve herşeyin âyine-i kalbindedir diye bilir.

Aynen öyle de, Rahmân-ı Zülcemâlin geniş rahmeti dahi, ziya gibi umum eşyaihâtası o Rahmân’ın vâhidiyetini ve hiçbir cihette şeriki bulunmadığını gösterdiği gibi herşeyde, hususan herbir zîhayatta ve bilhassa insanda, o cemiyetli rahmetin perdesi altında o Rahmân’ın ekser isimlerinin ışıkları ve bir nevi cilve-i zâtiyesi bulunarak, her ferde, bütün kâinata baktıracak ve münasebettarlık verecek bir cemiyet-i hayatiye vermesi dahi o Rahmân’ın ehadiyetini ve herşeyin yanında hazır ve herşeyin herşeyini yapan O olduğunu ispat eder.

Evet, nasıl ki o Rahmân, o rahmetin vâhidiyetiyle ve ihatasıyla, kâinatın mecmuunda ve zeminin yüzünde celâlinin haşmetini gösteriyor. Öyle de, ehadiyetin cilvesiyle, herbir zîhayatta, hususan insanda, bütün nimetlerin nümunelerini o fertte toplayıp, o zîhayatın âlât ve cihazatına geçirip tanzim ederek, mecmu-u kâinatı parçalanmadan o tek ferde, bir cihette aynı hanesi gibi verdirmesiyle dahi, cemâlinin hususi şefkatini ilân eder ve insanda envâ-ı ihsanatının temerküzünü bildirir.

Hem nasıl ki, bir kavunun meselâ herbir çekirdeğinde o kavun temerküz ediyor. Ve o çekirdeği yapan Zât, elbette odur ki, o kavunu yapar, sonra ilminin hususî mizanıyla ve hikmetinin ona mahsus kanunuyla o çekirdeği ondan sağar, toplar tecessüm ettirir. Ve o tek kavunun tek ve vâhid ustasından başka hiçbir şey o çekirdeği yapamaz. Ve yapması muhaldir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Altıncı Şuâ / Sonraki Risale: Dokuzuncu Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

aks-i misal : görüntünün yansıması
âlât : âletler, organlar
arz : dünya
âyine-i kalb : kalp aynası
bilhassa : özellikle
celâl : büyüklük, heybet
cemâl : mânevî güzellik
cemiyet-i hayatiye : hayatın kapsamlılığı; insanın hayatının herşeyle alâkalı ve irtibatlı oluşu
cemiyetli : kapsamlı
cihazat : cihazlar, âletler
cihet : şekil, yön
cilve : görüntü, yansıma
cilve-i zâtiye : zâtının, aynının görüntüsü, yansıması
ehadiyet : Allah’ın birliğinin her bir varlıkta ayrı ayrı tecellî etmesi
ekser : pek çok
envâ-ı ihsânât : bağış ve nimetlerin çeşitleri
eşya : şeyler, varlıklar
hararet : ısı, sıcaklık
hikmet : her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hususan : bilhassa, özellikle
ihâta : kuşatma, kapsama
ihatalı : kapsamlı, kuşatıcı
katre : damla
mahsus : özel
mecmu : bütün, genel
mecmu-u kâinat : kâinatın tamamı
misal : örnek görüntü
mizan : ölçü, denge
muhal : imkansız, olmayacak şey
münasebettar : ilişkili, bağlantılı
müşahede : görme, gözlemleme
nevi : çeşit, tür
Rahmân : çok merhamet sahibi ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah
Rahmân-ı Zülcemâl : sonsuz güzellik sahibi olan ve dünya ve âhirette yarattığı varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan Allah
Rahmâniyet : Allah’ın bütün varlıkları kaplayan merhamet edicilik sıfatı
rahmet : İlâhî şefkat, merhamet
şerik : ortak
tanzim : düzenleme
tecellî : yansıma, görünme
tecessüm etmek : maddî bir yapı kazandırmak
temerküz : bir merkezde toplanma, yoğunlaşma
umum : bütün, genel
vâhid : bir
vâhidiyet : Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik tecellisi
zemin : yer, dünya
zîhayat : canlı, hayat sahibi
ziya : ışık, parlaklık
Yükleniyor...