Eşyanın Gayeleri
Ey bazı mevcûdatta israf ve abesiyet tevehhüm eden kişi! Bil ki: Her mevcûdun inşasındaki nizam ve mizan bu vehmi tardeder. Çünkü nizam, cüz’i parçalara ve ince ayrıntılara terettüp eden gayelerin kendisinde dizildiği bir iptir. Yaptığı bir sarayın en ince ayrıntılarında hikmetleri gözeten birinin, cüz’i gayeleri gaye yapan mecmuundaki gayeyi terk etmesi imkânsızdır.
Öyle ise, ey kendinde uyanık bir kalb ve hassas bir kulak olan kişi, eğer bunun tahkikini istersen bak! Her şeyin pek çok dakik gayeleri vardır. İsimlerinin çeşitli tecellilerine mazhar olması itibarıyla, mâlikiyeti ve tasarrufu mikdarınca o gayeler o şeyin Mâliki olan Hayy-ı Kayyuma aittir. Canlıya ait olan gaye ise, cüz’i telebbüsü derecesi kadardır.
Eşyadaki her bir şey akıl sahipleri arasında müşterek bir hedef olur. Bundan dolayı da asla abes olamaz. Çünkü şu anda onu birisi mütalaa etmediyse, başkaları mütalaa etmiştir. Ayrıca her birinin her bir şeyden istifade cihetleri gayet çoktur. Allah’ın askerleri sayısızdır. “Rabbinin ordularını, ancak kendisi bilir.” Müddesir, 31
Kâinatta ne varsa, müzaheme olmaksızın sayısız nazarlar onu mütalaa eder. Bu nazarlar,
- çeşitli cins ve nev’ileriyle, kâinatı doldurup tesbih ve takdiste bulunan melekler,
- çeşitli kısım ve sınıflarıyla hayret içinde tefekkür eden cinler,
- çeşitli taife ve kabileleriyle tekbir ve tehlilde bulunan ruhlar
- ve diğer mevcûdata aittir.
Eşyanın kesif oluşu, bu ruhani mevcûdatın onların içlerini görmesine engel olamaz. Bir şeyi müşahede etmeleri, diğer şeyleri müşahedelerine mani değildir. Ve bütün bunların fevkinde, bu san’at eserlerini yapan Allah, kendi san’atını seyretmektedir. Ayrıca intibaha gelmiş mü’minlerden nice insan ve hatta kendilerindeki duygularla etraflarında olup bitenlerden etkilenen ve duygulanan hayvanların, bu ilâhî san’atları müşahedesi söz konusudur.
Eğer desen: Kâinat kitabının hangi ayetleri, insan dışında ibret, hayret, tefekkür ve tesbih ile şu kâinata bakanların olduğuna delâlet eder? Bu kitabın hangi satırı buna işaret eder?
El-cevap: Hikmet sayfasından, mizan satırındaki nizam ayeti…
Görmez misin, mesela hârika bir gösteri yerine gitsen, burada fikirlerin hayran kaldığı hayret verici pek çok nev’ileri, kulakların hoşlandığı nice sesleri, akıl ve hayalin telezzüz ettiği pek çok sihirbazlık oyunlarını ve hakeza insanın sayısız latîfelerinin, havas ve hissiyatının lezzet aldığı şeyleri görsen, sonra da bu gösteri yerindeki kimselerin, -pek azı dışında- havas ve hisleri mefluç sağır ve kör çocuklardan ibaret olduğunu fark etsen...
Elbette örfi bir zaruretle hemen anlarsın ve yakînen bilirsin ki, duvarların yüzlerine bırakılmış bu örtü ve perdelerin arkasında muhtelif zevk ve meşrepte, havassı sağlam akıl sahipleri vardır. Onlar buraya tenezzüh için gelmişlerdir. Bu mecliste ortaya konulan ve teşhir edilen san’atlara iştiyak duyarlar. Seni ve sergilenen oyunları, sizin onları görmediğiniz yerden görürler.
Bu temsilin sırrını anladınsa dünyadaki şu san’atlı eserlere dikkat et. Göreceksin ki bunların bir kısmı serilmiş nadide halılar, kıymeti yüksek sedirler, şahane elbiseler, saçılmış inciler, menşur sahifeler şeklindedir. Bir kısmı da gayet düzgün tanzim edilmiş çiçekler ve meyvelerdir. Bunlar renkleri, tatları ve kokularıyla hayat ve ihtiyaç sahiplerini kendilerine davet ediyorlar. Kendilerindeki nakış, süs ve san’atlar ile akıl ve ibret sahiplerini çağırıyorlar.
Bir kısmı da yaratılış vazifesi için kollarını sıvamış bitkiler, ubudiyet vazifesi için ayakları üzerinde duran hayvanlardır. Bunların çoğu, kendilerine konulan ince güzelliklerin ve üstün letaifin farkında bile değildir.
Öyleyse bu güzellik ve letaif, elbette bunları üzerinde taşıyan dil bilmez ve san’attan anlamazların kendileri için olmayıp; işiten ve gören başkaları içindir. Ve daha nice hadd ü hesabı olmayan başka başka mahlûkat vardır…
İşte şu âlemde görülen bu derece celbedici haşmet, son derece cezbedici zinet, çeşit çeşit taltif ve teveddütler, çeşit çeşit tahabbüb ve taarrüfler, kısım kısım taahhütler ve kasdi nimetler, sınıf sınıf tezeyyünler ve tebessümler, çeşitli şekillerde işaretler ve cilveler ve daha diğer şeyler… Bunlar her ne kadar hâl dili ise de, neredeyse kâl diliyle konuşacak şekildelerdir.
Hâlbuki şu dünya sahasında bunlara bakıp anlayan ve ibret alabilen, zahiren insanlar ve cinlerden başkası görülmüyor. Gaflet ise bunların çoğunu tabiat tağutunun zulümatı içinde sağır, kör, mefluç çocuklar gibi yapmış.
Öyleyse şu kâinatın cin ve insandan başka, ibret alan ve tesbih eden ruh sahipleriyle dolu olması, sadık bir hads, kat’î bir zaruret ve aklî bir bedahetle bilinir. “Sözü söz olanın” bildirdiği gibi: “Yedi sema, arz ve bunların içinde olanlar, O’nu tesbih eder. Hiç bir şey yoktur ki O’na hamdedip tesbih etmesin. Lâkin siz onların tesbihini tam anlayamazsınız.” İsra, 44